Üretim ve büyüme, ekonominin en önemli parametreleri. Ancak yüksek bir büyüme hızıyla refah artabiliyor. Büyümenin bir güdüsü ihracat. Dış talebe bağlı olarak üretim gerçekleşebiliyor. Bir diğeri ise tüketim. İçeride talep canlıysa, üretim gerçekleşiyor. Ve üçüncüsü, bu talep ileride daha da büyüyecek ve üretim kapasitesini aşacaksa, yatırım gerçekleşiyor. Kısacası, iç talep son derece önemli.İç talep de iki yöntemle tahmin edilebiliyor: Biri, üretim gerçekleşmesinin kaynaklarına inerek iç talebin hesaplanması, ikincisi de, anketler yoluyla iç talebin ölçülmeye çalışılması. İlki gerçekleşme, ikincisi ise beyana dayalı olarak bir tahmin. Ancak önemli olan gelişmeleri önceden görebilme.İşte bu nedenle ABDde uzun yıllardır, tüketici güven endeksi hesaplanıyor. Kısaca tüketicilere gelecekteki ekonomik durumla, gelecekteki kendi durumları soruluyor. Daha sonra mevcut durumuyla ekonominin mevcut durumu soruluyor. Nihayet dayanıklı mal satın almak için uygun bir zaman olup olmadığı soruluyor. İlk iki sorudan Tüketici Beklenti Endeksi (TBE); son sorudan da Tüketim Eğilimi Endeksi (TEE) hesaplanıyor. Hepsi beraber de Tüketici Güven Endeksini (TGE) oluşturuyor.Aşağıdaki grafikte TEE ile
Çok kısaca belirtelim: Eğer 2004 yılı büyüme hızı yüzde 10 olursa, bu hem bir rekor olacak, hem de 2001 yılına göre ekonomi yüzde 26 büyümüş olacak. 2002 yılındaki büyüme büyük ölçüde ihracattan, ertesi yıl stok tazelemesinden ve ikinci yarıda iç talepten yükselmişti. 2004 yılında ise bu etmenlerin hepsi rol oynadı ama en çok yatırımlardaki canlanma katkıda bulundu.Demek ki, piyasalar yaşanan canlanmanın geçici değil, kalıcı olacağına inanıyordu. Ancak dün açıklanan rakamlar iki önemli gerçeğe işaret ediyor: Birincisi, nisan - haziran dönemindeki aşırı iç talep baskısı artık azalmış ki son iki, hatta üç aydır büyümede bir yavaşlama gözleniyor. İkincisi, bu yavaşlama olasılıkla sonbaharda da devam edecek, çünkü gerek reel faizlerin geldiği düzey gerek petrol fiyatlarının yarattığı baskıyla sanayide yavaşlamanın süreceği anlaşılıyor.2005 yılı büyümesi yüzde 5 olarak öngörüldüğünde genel olarak meslektaşlarımız arasında makul bulunmuştu. Anlaşılan daha şimdiden ekonomide soğuma alametleri baş göstermeye başladı.Dün açıklanan verilerde elbette tarım yok. Tarımda bu yıl çok olumsuz rakamlar beklemesek de zaten milli gelir içinde payı düşük. Ancak dün açıklanan verilerde yer alan
Petrol giderek önem kazanıyor. 1990lı yılların ucuz petrol dönemi artık sona erebilir. Nitekim dün Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean Trichet ve Venezüella Enerji Bakanı Rafael Ramirez de uyardı. Çünkü Çinin uyanmasıyla talep yükseliyor. 1998de petrolun varili 10 doların altına düşmüştü. Geçen hafta ise 55 doları aştı. Bu nedenle TPAOnun çabaları yerinde.Öte yandan, petrol fiyatlarının son aylarda patlaması petrol şirketlerini, zengin etmeye başladı. Örneğin Shell firması, karının üçüncü çeyrekte yüzde 120 artarak 5.4 milyar dolara ulaştığını açıkladı. BPninki ise yüzde 43 artarak 4 milyar dolar olmuş. Anlaşılan Shellde stoklar daha fazlaymış.Petrol şirketleri elde ettikleri bu karı hissedarlarıyla paylaşmak için kendi hisselerini alıyor. Örneğin, BP bu yıl 7.3 milyar dolarlık, karı yüzde 56 artarak 5.6 milyar dolar olan EXON da 9 milyar dolarlık hisse almış olacak. Shell ise temettü dağıtmaya karar verdi.Bununla beraber petrol şirketleri üç önemli sıkıntı içinde. Birincisi, rezervler, daha da önemlisi stoklar azalıyor. İkincisi, maliyetler yükseliyor. Ve nihayet, yeni ve rantabl rezervler bulunmuyor.Rezervler azalıyor. Çünkü İran Körfezinden atılan petrol şirketleri Meksika
Ancak bu tartışma daha çok ABDnin dış politikasına ilişkin. Gerçekten seçimlerde Bush ile Kerry arasında dış politika farkı gözlenmedi. Giderek Doğu düşmanı haline gelen ABD seçmenine, sağduyu telkin edilen bir kampanya olmadı. Aksine Kerry, Bushu pasiflikle suçladı. Ancak geleneksel olarak kabul gören dış politikada doğrultu değişmezliği artık geçerli değil. Bize kalırsa Kerry seçilseydi, uzun vadede dış politikada Busha göre farklı bir strateji gözlenebilecekti.Bushun kazanmasının Türkiye için iki boyutu var. Biri, izleyeceği dış politika. Diğeri de izleyeceği ekonomik politikalar. Bushun Irakta izlediği parçalayıcı politika İrana kayarsa, bu Türkiyeyi çok olumsuz etkiler. Ve bu etki uzun sürer. Son dört yılda ekonomide alınan mesafe de yitirilir. Kaldı ki, şu anda ülkemizde ciddi ölçekte sıcak para bulunuyor. Bunlar çıkmaya yeltenirse mali piyasalar derinden sarsılır. Ayrıca çok ciddi bir askeri harcama gereği duyulacak, belki de arzuların ötesinde bazı işlevlerin üstlenilmesi talep edilecektir.Gelelim ABDnin ekonomik politikalarıyla etkilenecek dünya ekonomisine. Bush ile Kerrynin izleyeceği ekonomik politikalarda farklılık olup olmayacağına dair bir tartışma yok. Olacağı
Açıklaması şöyleydi: Türkiyenin çevresinde petrol üreten bir sürü ülkenin fiyatlar artınca satın alma gücü de artacak ve daha fazla ihracat yapabileceğiz. Ekonomist kardeşimizin bir başka dayanağı da petrol fiyatlarının dünyada yaratacağı durgunluktu. Özellikle ABDde. Böylece ABD Merkez Bankası (FED) faiz artırımı konusunda yavaşlayacak ve dünyada düşük faizli dönem süreceği için Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler borçlanma sorunu yaşamayacak, ya da yine ucuz borçlanacaktı.Önce çevremizdeki petrol üreten ülkelere bakalım. Ocak - eylül döneminde 45 milyar dolara yakın ihracatımızın sadece 6 milyar doları petrol üreten ülkelere olmuş. Yani ihracat içindeki payları yüzde 12 kadar. Kaldı ki, bu ülkeler petrolden elde edilen gelirin tamamını ithalat için kullanılacak değiller. Kullanılsalar da, bu başka ülkelere yarayabilir. Bununla beraber, petrol fiyatlarındaki yüzde 50yi aşan artışla, bu ülkelere ihracatımız yüzde 10 artsa, yıllık bazda 700 milyon dolarlık bir gelir artışı anlamına gelir, ki bu da önemsenecek bir büyüklük değildir.Genç ekonomistin ikinci güçlü tezi faizlerdi. ABDde FED faizleri artırmayınca Türkiyenin borcunu daha ucuza çevirebileceğini söyledi. Kamu borcunun 65
Cari açıktaki bu artış temel olarak ithalattaki patlamadan kaynaklanıyor. Bu konuda iki görüş var. Birincisi, tedbir alınması gerektiğini, ikincisi ise, bu sorunun birdenbire yükselen büyüme hızından kaynaklandığı için geçici olduğunu, zamanla kendi içinde dengeleneceğini belirtiyor. Yani bir şey yapmak gerekmiyor. İlk görüşe göre, ya döviz kuruyla oynanmalı ya da büyüme hızı düşürülmeli. Ya da her ikisi. Açıkçası, dalgalı kur sisteminde kurla oynamak çok zor. Büyüme hızının düşürülmesi ise daha sıkı para ve maliye politikası gerektiriyor. Oysa her iki politika da yeterince sıkı. Üstelik daha düşük bir büyüme hızı yaratmak bir politika önerisi olmamalı. Aksine, yüksek bir büyüme hızını sürdürebilecek bir cari dengenin tasarımı üzerine çalışılmalı.Rakamlara dönersek, bu yılın ocak - eylül dönemini 2003le karşılaştırdığımızda, ihracattaki artışın yüzde 32 olduğu, ithalattaki artışın ise yüzde 42 olduğu görülür. İthalattaki bu aşırı artış, yüzde 10lar mertebesine gelen büyümeden kaynaklandığına göre, büyüme yüzde 6-7 düzeyinde kalsaydı, dış ticaret açığı daha makul bir düzeyde kalacaktı. Ancak ithalat ihracattan fazla olduğu için, eşit artış oranları bile açığın artmasına neden
Cari işlemler açığının temel nedeni hızla artan ithalat. Yoksa döviz gelirleri hızla artıyor. İhracatın yıl sonunda 60 milyar doları, turizmin (daha doğrusu hizmet gelirlerinin) de 15 milyar doları aşacağı sanılıyor. İthalat geçen yılın ilk dokuz ayına göre yüzde 42 artmış durumda. Bu çok ciddi bir artış. Önceki gün açıklanan veriler gösteriyor ki, henüz ithalatta düzeltme çok belli değil. Ve böyle giderse, yıl sonunda ithalat 90 milyar doları aşabilir.Temmuz ayında ithalat 8.7 milyar dolar olunca ciddi kaygı yaratmış, ama ağustos ayında 7.9 milyar dolar olunca da, biraz rahatlamıştık. Eylül ithalatının yine 8.4 milyar dolar gelmesi bu rahatlamanın erken olduğunu gösteriyor.İthalattaki artışın nedeni belli. Tüketim mallarında müthiş bir patlama olduğu açık. İlk 9 aydaki artış yüzde 102. Ama yine de bu toplam ithalatın yüzde 14ü ediyor. Ara mallarındaki artış da ihracattaki artışın altında. Yani o da ciddi bir sorun yaratmıyor. Üstelik ara malları ithalatı ithalatın temelini oluşturuyor. Asıl artış yatırım mallarında. Bu artış geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 69. Yani çok yüksek. Ve bu, ülkede ciddi yatırım eğilimi olduğunu gösteriyor.İthalatta ciddi bir düzeltme görünmemesine
Çin, 2003te 8.2 milyar dolarlık kumaş, 4 milyar dolarlık iplik, 1 milyar dolarlık da konfeksiyon ithalatı yapmış. Toplam tekstil ithalatı ise 15 milyar dolarmış. Yani neredeyse bizim tekstil ihracatımızın toplamı kadar. Halen Türkiyenin 38 ilinden irili ufaklı 607 şirket Çine ihracat yapıyormuş. Malların yüzde 20sini de tekstil ürünleri oluşturuyormuş.Çinle aşık atabilir miyiz? Zor. Öncelikle Çini anlamak gerekiyor. Dünyanın bu en büyük nüfuslu ülkesi zengin değildi. Aksine hayli yoksuldu. İnsanlar açlık çekince toplumsal tepki de sert oldu ve Maoyla beraber rejim değişti. Çin böylece azınlığın ihtişamından ve emperyalist ülkelerin boyunduruğundan kurtuldu. Herkes bir avuç pirinç bulabilir hale geldi. Kimsenin arabası olmadı, ama herkesin bisikleti oldu. Ama o kadar. Bir türlü o bir avuç pirinç beş olamadı. Komünist ve kapalı bir sistemle Çin ekonomisi büyüyemedi. Şimdi 1978den bu yana ise Deng Xiaopingle Çin dünyaya açılıyor, yani koca dev uyanıyor.Dünya dengeleri son elli yılda Çinin uyuyacağını varsayıyordu. O dönemde ABD ve Rusya iki önemli siyasi güçtü. Avrupa ve Japonya da diğer ekonomik güçlerdi. Şimdi Çin koşar adımlarla gelişince dünya dengeleri de değişiyor. 1978den bu