Bu yazı yazılırken Greenspan başkanlığındaki FOMC, yani Federal Açık Piyasa Komitesi, faizlerde bir değişiklik kararını tartışıyordu. Henüz belli olmamakla birlikte, olasılıkla faizler yüzde 0.25 daha artmış olacak. Böylece 2004 yılında faizler üçüncü kez artmış olacak. ABDde faizlerin artma nedeni ekonomik canlanmanın enflasyona neden olması olasılığından kaynaklanıyor. Yani ekonomi öylesine canlanır ki, fiyatlar da kafayı kaldırır diye faiz frenine asılıyorlar. Ancak ABD ekonomisinde canlanma belirtileri gözlense de, henüz bunun fiyatlarda bir değişiklik getirdiğini iddia etmek zor.O zaman bu artış anlamsız gelebilir. Fakat gerek uluslararası piyasalar, gerekse gelişmekte olan ülkeler bu artışı büyük ölçüde satın alarak fiyatların içine aldılar. Bu nedenle FED beklenmeyen bir hareket yapsa piyasalar şaşıracaktır. Üstelik henüz canlanma gözlenmese de, önceden önlem almakta da bir zarar yoktur. Kaldı ki, artış da gayet küçüktür. Alan Greenspan ABD para politikasının uzun yıllardır kaptanı. 1987de Reagan döneminde atanan bu guvernöre Başkan Clinton bile dokunamamıştı. Yahut da dokunmama akıllılığını göstermişti. Gerçi Greenspan son derece tutucu bir ekonomist olmasına rağmen,
AKPnin olumlu ayrımcılığa karşı çıkışının ardından, bu gelişme ABden yana olan (sözde ilerici!) bazı liberalleri de sıkıntıya soktu. Bunlar bir zamanlar AKPyi gayet ilerici ve demokrat bulurken, CHPyi de engelleyici olmakla eleştiriyordu. AKPnin ne denli geri kafalı olduğu artık ortaya çıktı.Dün ortalık karmakarışıktı. AB çevreleri bu gelişmeyi sıkıntı verici olarak niteleyince piyasaların morali de çöktü. Borsa çıkışını inişe çevirdi. TL döviz karşısında yüzde 4 oranında değer kaybetti ve bono faizleri de 2 puan yukarı gitti. Kısacası, spekülatörler bayram etmeye başladı!Zina meselesi bir süredir ekonomik dengeler konusundaki artan karamsarlık üzerine sanki tüy dikti. Kaygıları sayalım: Cari açıklardan endişe duyanlar bunun sürdürülemez olduğuna, ilerideki yıllarda borçlanmanın yaratacağı sıkıntılara dayanıyor. Gerçekten de oluşan dış ticaret açığı son derece büyük. Kısa dönemde de kolay çözüm yok.Piyasaların ABye tam üyelik balonuyla bir rehavet yaşadığını ve bunun sanal olduğunu düşünenler var. Bu sav bir ölçüde haklılık taşıyor. Oluk oluk doğrudan yabancı sermaye akacağını umanlar olsa da, aslında Gümrük Birliğine üye olurken de benzeri beklenti nafile çıktı. Son yıllarda
Siyasal kampanyalar günümüzde çok ciddi bütçeler gerektiriyor. Amerikada oldum olası çeşitli büyük şirketler adaylara mali destek sağlıyor. Üstelik bunu şeffaf biçimde de açıklıyorlar. Sağcı Cumhuriyetçilere büyük şirketler daha fazla yardım yaparken, güneyli şirketlerle, özellikle Yahudiler olmak üzere, azınlıklara ait şirketler Demokrat Partiye katkıda bulunuyor.Öte yandan bir başka farklılık da, farklı siyasetlerden kaynaklanan çıkarlar. Mesela sigara içmeye ve ve silahlanmaya daha esnek baktıklarından, tütün ve savunma sanayi şirketleri Cumhuriyetçilere daha fazla destek veriyor. Alternatif enerji kaynaklarını teşvik ettiği için de bu kesim Demokratları destekliyor. Kasımda ABDde başkanlık seçimleri var. Ve anketler giderek Bush lehine gelişiyor. Oysa daha birkaç ay önce Kerry çok önlerdeydi. Yanlış strateji ve yanlış kampanyayla tam tersi sonuçlar alınabiliyor. Brian Knight isimli bir ekonomist geçenlerde NBER tarafından yayımlanan bir çalışmasında, 2000 yılı başkanlık seçimlerinde adaylara destek veren firmaların daha sonraki temettü getirilerine herhangi bir etki yapıp yapmadığı, yani bu denli mali destekten sonra tuttuğu aday kazanınca, şirketin bundan yararlanıp
Ortada temel endişe kaynağı, yüksek büyümenin döviz denge açığı yaratması. Bu nedenle iki konunun açıklığa kavuşması gerek: Türkiyenin sürdürülebilir büyüme hızının ne düzeyde olduğu,Büyümenin kaynağının ne olması gerektiği İkincisinden başlayalım. Büyümenin üç kaynağı olabilir: Birincisi, yatırımlar. İkincisi, ihracat. Üçüncüsü de tüketim. Bunun dışında bir neden olamaz. İlginçtir, 2004ün büyüme performansında her üçünün de etkisi görülüyor. Yatırımla büyümenin iki avantajı var. Birincisi istihdam yaratabilme potansiyeli. İkincisi de daha kalıcı bir gelir artışının, yani kapasitenin yaratılması. Üstelik tüketime göre ithalat gereği de daha az olabiliyor. Tüketimle büyüme ise, hem enflasyona neden olabiliyor hem de birden ithalat talebi yarattığından dış denge sarsılabiliyor. Kuşkusuz Türkiye gibi dış denge sorunları yaşayan bir ekonominin özellikle ihracatı geliştiren yatırımlarla büyümesi en sağlıklısı. Ama bu da belli bir stratejik planlama gerektiriyor.Gelelim sürdürülebilir büyüme hızının ne düzeyde olması gerektiğine. Önce son zamanlarda beliren bir yanılsamayı düzeltme gerek. Sürdürülebilir büyüme hızı kavramı aslında "döviz açığı yaratmayan büyüme" demek değildir.
Yurtdışında artan fiyatlara yapacak pek bir şey yok. Ama çoğu malda bir gevşemenin gözlendiği de belirtilmeli. Yatırım artışı da sonsuz biçimde süremez. Nihayet burada da bir duraksama, bir doyum oluşur. Ancak ABye tam üyelik bu doyumu nasıl etkileyecek, bilemiyoruz.Gelelim iç tüketime. Tüketim verilerinde temmuz ayından itibaren bir yavaşlama seziliyor. Biz de son haftalarda bunu sık sık dile getiriyorduk. Ama verilerle desteklemeyen bu seziye haliyle okurlar çok fazla itibar etmemişlerdi.Aybaşından bu yana ise iki özel veri yayımlandı. CNBE - enin derlediği tüketim verileri. Gerek bazı yurtdışı kuruluşların gerekse Merkez Bankasının izlediği bu veriler son derece önemli.1) Tüketici Güven Endeksi mayıs ayında nisan ayına göre çok ciddi bir düşüş göstermişti. Ancak daha sonra hemen toparlanmaya başladı ve temmuz ayında neredeyse nisan düzeyini yakaladı. Ağustos verisi ise temmuza göre yüzde 9.3 lük bir düşüş gösteriyor.Bunun bir nedeni yüzde 10.4lük Tüketici Beklenti Endeksindeki düşüş, diğeri de Tüketim Eğilimindeki yüzde 7.4lük düşüş. Yani tüketici belki de "artık yeter" diyor. Tabii eylül ayı verisi büyük önem taşıyor. Gerek okulların açılması gerekse AB sürecindeki haberler
9 Eylül, ülkemizin Ege kıyılarındaki bu önemli yerleşim merkezinin kurtuluş günü. Kimileri bunu "Yunanlının denize dökülüşü" olarak anlatsa da, artık beraberce Avrupa ailesinin içinde yer alacağımıza göre, bunu sadece "İzmirin özgürlüğe kavuşması" olarak nitelemek daha uygun olur. Kutlu olsun.9 Eylülün bir diğer anlamı da, CHPnin kuruluş yıldönümü olması. CHP bugün 81 yaşını tamamlıyor. Kuşkusuz kurumların köklü olması ve belli bir tarihe sahip olması çok önemli. Kıymetli de. Ancak daha değerli olan, bu kurumların toplumun gündeminde kalabilmesi ve siyasetin belirleyicisi konumunu koruyabilmesi. Dolayısıyla, bir siyasal örgütün geçmişinden çok, toplumun geleceği için ne ifade ettiği önemlidir. Çünkü seçmenler siyasal partilerin geçmişleri için değil, kendi gelecekleri için oy kullanırlar. Herhangi bir parti toplumun geniş bir kesiminde herhangi bir umut ufku çizemiyorsa, zamanla yaşlanır ve köhner.CHP artık "korumak" sözcüğünün arkasına saklanarak yaşlanacağına, "değiştirmek" sözcüğünü kullanarak gençleşmelidir. Unutmayalım: Yaşlılar geçmişleriyle övünürler. Gençler ise gelecekleriyle ilgili planlar yaparlar. CHP geçmişiyle övünmek yerine, Türkiyenin geleceğinin partisi olmak için
Önce verilerin neyi gösterdiğini irdeleyelim. Malum, enflasyon tüketici fiyatlarıyla ölçülüyor. Ağustos ayında enflasyon geçen yıla göre artmış. Geçen yıl TÜFE yüzde 0.15miş, bu yıl yüzde 0.58 olmuş. Elbette çok ciddi bir farklılık.Bu değişimi alt kalemler itibariyle incelediğimizde, gıdada fiyat azalışının bu ağustosta artışa döndüğünü, kiralarda fiyat direncinin hala kırılamadığını, bunun fiyat esnekliğinin düşük olduğu sağlıkta daha da belirginleştiğini, ev eşyasında ise istenen düşüşün elde edilemediğini gözlüyoruz. Demek ki, bir sınıra geliyoruz ve 2005 yılında enflasyonla mücadele çok kolay olmayacak.Üstelik toptan eşya fiyatlarındaki gelişmelerin, yani maliyetlerin bu veriler üstündeki etkisi henüz tam olarak gözlenmiş değil. Mesela gerek kur, gerek petrol, gerekse demir - çelik fiyatları 2003 ortalamasına göre daha yukarıda. Bütün bunların etkileri zamanla daha belirginleşebilir.Nitekim, geçen yıl ağustosta TEFE artışı yüzde 0.20 negatifken, yani fiyatlar düşerken, bu yıl yüzde 0.79 artmış. Geçen yıl 0.7 artan çekirdek enflasyon bu ağutosta yüzde 1.5 arttı.Bizi en çok ilgilendiren konu ise enflasyon beklentileri. Merkez Bankası bu beklentileri anketlerle ayda iki kez
1963 yılında Türkiyenin turizm geliri sadece 7 milyon dolardı. Yatak sayısı ise 10 bindi. Milli gelirin 10.8 milyar dolar olduğunu düşünürsek turizmin payı on binde 7ydi. 1973 yılında milli gelir 28.5 milyar dolara, turizm geliri de 171 milyon dolara çıktı. Gerçekten 1968 - 1973 döneminde turizmde müthiş bir sıçrama yaşandı. Altı yılda turizm geliri neredeyse yediye katlanarak milli gelir içinde yüzde 0.6 paya ulaştı.1983 yılına gelindiğinde turizm geliri artık 411 milyon dolardı, yatak sayısı da 60 bine çıkmıştı. Ancak milli gelir içindeki pay hala yüzde 0.66ydı. Yani hızlı büyümemişti. 1984 itibariyle turizm ikinci bir atak yaparak 1988 yılında 2.4 milyar dolarlık düzeye geldi. Bu, milli gelirin yüzde 2.6sı ediyordu. Önemli bir rekordu. Ve Türkiye artık uluslararası turizm piyasasında varlığını hissettirir hale gelmişti. Daha sonra 1999 yılına dek ciddi bir artış olmadı. Turizm geliri 5.2 milyar dolara çıktı, ama milli gelir içindeki payı yüzde 2.8de kaldı. 2004 yılında ise işler iyiye giderse bu pay yüzde 4e çıkmış olacak.Turizm müthiş bir sektör. Birincisi, ülkemizin en önemli sorunu işsizlik. Ve turizm de çok ciddi istihdam sağlıyor. İkincisi, sektör diğer birçok sektörü