Serdengeçti aynen şöyle belirtiyor: "İç taleple ilgili endişelerimiz giderek daha fazla gerçekleşirse, enflasyon hedefleri ciddi tehdit altına girerse, Merkez Bankası faizleri artırır." Yani bırakın düşmesini, artırılması bile mümkün. Ancak, ekliyor: "Şu anda böyle bir durum yok." Bununla beraber Serdengeçti temmuz ayından sonra petrol fiyatlarının enflasyon üzerinde etki yaratacağından kaygı duyuyor. Önce Serdengeçti'yi, ya da Merkez Bankası'nı yorumlayalım. Demek ki, ortada bir iç talep artışı kaygısı var. Ama şimdilik aşırı dozda değil. Oysa biz bu haftaki yazılarımızda bunun doğru olmadığı yönde çeşitli veriler yayımladık. Bize göre bazı mallarda talep artışı olsa da, genelde bu çok yüksek değil. Yaz aylarında, özellikle turizm mevsimi nedeniyle iç tüketim artabilir, ama bunun mevsimsel olduğu unutulmamalı.MB kısa vadeli faizi elindeki en güçlü anti-enflasyonist araç. Ancak bu araç tüm fiyatlar üzerinde simetrik etkiye elbette sahip değil. Kimini çok etkiliyor, kimini az. MB aslında enflasyonun temel ölçütü olan tüketici fiyatlarını kontrol etmek istese de, anlaşılan çekirdek enflasyon konusunda da duyarlı. Bir süredir piyasalar küçük dozda da olsa Merkez Bankası'nın faiz
TGE tüketim gerçekleşmesini elbette belirliyor. Hele tüketim eğilimi endeksi bu yönde bir gelişme içindeyse. 2005 yılında tüketim gerçekleşmesinin yavaş da olsa bir gevşeme eğilimi gösterdiğini, böylesi bir yapıda büyümenin öngörülen yüzde 5'i yakalamasının oldukça zor olduğunu dünkü yazımızda belirtmiştik. (O yazıda tüketim endeksi grafiğinin atlanması nedeniyle özür dileriz.) CNBC-e'nin düzenlediği tüketim endeksi (TE) (Bkz. grafik) mevsimsel düzeltme öncesi nisandan bu yana artış gösteriyor. Ancak bu mevsimsel etkilerden arındırıldığında (TEMA) ortadan kalkıyor. Yani tüketimde yakınlarda bir artış yok.Mevsimsel olarak arındırılmış tüketim endeksi aslında Nisan 2004'ten bu yana durağanlık gösteriyor. Ancak 2002 başından bu yana sürekli artması elbette pozitif bir büyüme kanalı yaratmış. (Haliyle bu durumda 2004 büyümesinin güdüsü sorulabilir. Yanıt ise başında tüketim, hemen ertesinde de ciddi yatırım ve nihayet ihracat artışı)2005 yılında her üç etmen de yorulmuş durumda. TE-MA birçok alt kalemden oluşuyor. Ve bireyin tüketim sepetinde bulunan her malı, kendi ağırlığında değerlendiriyor. Aşağıda bazı seçilmiş alt kalemlerdeki gelişmeleri yılbaşından bu yana sunuyoruz. Tahmin
Dünkü yazımızda ihracatta yorulma gözlendiğini, yatırımların da geçen yıla göre performansının düştüğünü belirtmiştik. Büyümenin diğer ve en önemli motoru ise tüketim. Tüketimi aylık olarak ölçmek resmi verilerle mümkün değil. Sadece CNBC-e televizyon kanalının Tüketici Güven Endeksi girişiminden sonra Merkez Bankası ile DİE'nin beraberce derlediği Tüketici Eğilim Anketi var. Ancak biz CNBC-e'nin Tüketici Güven Endeksini (TGE) kullanmayı üç nedenle yeğliyoruz. Birincisi, daha çabuk açıklanıyor. İkincisi, daha eski bir geçmişe sahip. Ve nihayet hazırlanışı uluslararası denetime tabi. Bu endekse (TGE) baktığımızda iki önemli gözlemle karşılaşıyoruz. Birincisi, geçen yılın ortalamasının üstünde olmadı gibi, aşağısında olunduğu anlaşılıyor. İkincisi, bu yılbaşından itibaren sürekli bir düşüş gösterirken nisan ayından sonra çok küçük ölçüde toparlanma göstermeye başlamış. Bunun da nedeni TGE'yi oluşturan alt endekslerden tüketici beklentisinden çok, tüketim eğiliminin artması.TGE, ekonomide tüketicilerin nasıl davrandığı yahut da davranacağı konusunda son derece etkin bir gösterge. Üstelik 2003 yılından bu yana TGE büyümenin tahmininde son derece etkin olduğunu gösterdi. TGE ocaktan
Hemen hemen tüm ekonomistler bu yıl büyümenin geçen yıla oranla düşeceğinde hemfikir. Ancak öngörülen yüzde 5 oranının da aşılacağı kanısındalar. İşte biz bu görüşe katılmıyoruz. Bize göre yüzde 5'in aşılması oldukça zor görünüyor. Ve bunu hem üretim tarafından, hem de tüketim tarafından gözlüyoruz. Aylık sanayi üretim endeksine baktığımızda mart-mayıs döneminde yani son üç ayda geçen yılın aynı aylarına göre ortalama yüzde 3.5'lik bir büyüme gözleniyor. Oysa geçen yıl aynı dönemde aylık ortalama büyüme yüzde 15'miş. Kısacası, büyümede ciddi bir vites küçülmesi gözleniyor. Bu küçülmenin elbette nedenleri var. Temel olarak tekstil, hazır giyim ve deri sanayiinde daralma gözleniyor. Bunun ardında da hem Çin faktörü var, hem kur, hem de genel olarak bu sektörlerin rekabet gücünün azalması. Sanıyorum bu yılın ekonomi dünyasını ilgilendiren en önemli konu, büyümenin yüzde olarak ne düzeyde gerçekleşeceği. Bu birçok bakımdan önemli. Birincisi, sürdürülebilir büyümenin ne düzeyde olduğu anlaşılacak. İkincisi, enflasyon düşerken tekrar ekonominin büyümesi önemli. Nihayet, borç dinamikleri bakımından, yani borcun milli gelire oranının düşmesi bakımından bu çok önemli. Tekstildeki küçülme
Afrika'da büyüme ise berbat denecek düzeyde. 1960-2002 yılları arasında dünya ekonomisi yılda ortalama yüzde 2 büyümesine rağmen, aynı dönemde Afrika ekonomisi yüzde 0.9 büyümüş. 1974-1995 arası ise Afrika'da milli gelir alenen küçülmüş. Yani tüm Afrika fakirleşmiş! Hatta daha vahimi, 1990-1994 arası her yıl yüzde 1.5 küçülmüş Afrika geliri. Bunun sonucunda da yüz milyonlarca Afrikalı fukaralığın pençesine düşmüş. Ve şimdi kıtanın yarısından fazlası açlık sınırının altında yaşıyor. Orta-Güney Afrika'da kişi başına gelir 1974 düzeyinin altında. Hem de tam yüzde 11 daha düşük. Yani aradan otuz yıl geçiyor. Dünya zenginleşiyor, ama Afrikalı insanlar fakirleşiyor. 1970 yılında dünyadaki 10 yoksuldan biri Afrika'da yaşardı. Şimdi ise her 2 yoksuldan biri Afrika'da. Diğer bir deyimle, Afrika'da 140 milyon yoksul varken, şimdi 360 milyon kişi açlıktan kıvranıyor. Afrika'yı ve aç insanları unutmak insanlığı unutmaktır. Ancak bu açlığı yenmek için de yardım yeterli bir çözüm değil. Aslında bu kıtanın toplu bir kalkınmasını sağlayacak küresel programlara gereksinim var. Mesela son 30 yılda gerek OECD ülkelerinde, gerekse diğer gelişmekte olan ülkelerde yatırımlar yüzde 20-35 arasında
Kamulaştırma ne denli zor bir süreçse, özelleştirme ondan çok daha zordur. Çünkü kamulaştırılan mal bir kişiyi ya da şirketi ilgilendirirken, özelleştirilen mal tüm kamuoyunu ilgilendirir. İlgi artınca iş de zorlaşır. Özelleştirmede son zamanlarda en yaygın eleştiri, stratejik önem. En çok da yabancıya satılınca yapılıyor. Neyin stratejik, neyin olmadığı doğru dürüst belli değil. Yabancıya satılırsa günün birinde ülkeye kötülük yapabileceği sanılıyor. Mesela Türk Telekom'u alanın savaş zamanında iletişimi engellemesi gibi. Tabii sahibi eğer düşman tarafındaysa. Ancak akıllı bir hükümet önceden anayasal yetkisini kullanarak işletmeyi kamulaştırabilir. Bu nedenle bu beyhude bir endişedir. Alanın ülkesi büyükse "Bize yaptırım uygular, küçükse rahat ederiz", diyor. Bu nedenle Ortadoğulu bir grubun Türk Telekom'u almasından memnun oluyorlar. Bu da doğru değil. Çünkü büyük ülkeler yatırım yaptıkça daha fazla ilgi gösterir ve o ülkeyi desteklerler. Bir ülkeye siyasal baskı ise ekonomik sıkıntıları, özellikle de ağır borcu olduğunda artar. Özelleştirmelerde en yaygın eleştiri fiyatın değerinin altında kalmasıdır. Oysa bir malın değeri ona verilen fiyatla ölçülür. Gerçi daha uygun
Türkiye'de uzun süredir ihracatın sürekli arttığına dair bir inanç var. Bu doğru ama ihracattaki artış sürekli değil. Kimi zaman çok hızlı artıyor, kimi zaman yavaşlıyor. Bir başka yanlış da dış ticaret açığını kapatmak, yani ithalatı düşürmek için, büyümeden fedakârlık yapmak. Oysa asıl gerekli olan, ihracat performansını yükseltebilmek. Son on yıldır Türkiye'nin ihracat performansına bakılırsa bunun yılda ortalama yüzde 14 kadar arttığı görülür. 2000 yılından bu yana ise bu yüzde 19'dur. Kısacası, son dönemde yapısal olarak bir ihracat artışı gözleniyor. Türk ekonomisinde iki temel sorun görünüyor. Biri işsizlik, diğeri de cari işlemler açığı. Yani, döviz gelirlerinin giderleri karşılamaması. Döviz gelirlerinde en büyük kalem ihracat. Gerçi turizm giderek önem kazansa da, ihracatı yakalaması pek olası değil. Yıllar İhracat % Değişim 1995 21.637.041 19,5 1996 23.224.465 7,3 1997 26.261.072 13,1 1998 26.973.952 2,7 1999 26.587.225 -1,4 2000 27.774.906 4,5 2001 31.334.216 12,8 2002 36.059.089 15,1 2003 47.252.836 31,0 2004 63.120.949 33,6 Ancak yine de bu ihracat artışı abartılmamalı. Son yıllardaki artışın bir kısmı ihracatımızın çoğunu oluşturan euronun dolar karşısında değer
Aslına bakarsanız, uzun bir süredir CNBC-e Tüketici Güven Endeksi böylesi bir gelişmeyi gösteriyordu. Geçen yıl ilk çeyrekte milli gelir yüzde 11.8 büyümüştü. Bu yılın ilk çeyrek büyümesi ise bunun yarısından az. Bu da gösteriyor ki, önemli bir değişiklik olmazsa 2005 yılının büyümesi 2004 yılına göre bir hayli düşük olacak. Dün açıklanan 2005 yılının ilk çeyrek büyüme verisi geçen yıla göre yavaşlamanın olduğunu gösteriyor. İlk çeyrekte ekonomi geçen yılın ilk çeyreğine göre yüzde 4.8 büyümüş. Gerçi 2005 yılında da pozitif bir büyüme yaşanması olumlu. Ancak bu büyüme AB ile entegrasyon ve işsizliği azaltmak için yetersiz bir düzey. Rakamlara dönersek; geçen yıl tüketim harcamaları yüzde 12.4 artarken bu yıl neredeyse üçte bire düşerek yüzde 4 olmuş. Tüm hizmetlerde böylesi bir düşüş var. Asıl muazzam düşüş dayanıklı tüketim mallarında (özellikle otomotivde) gerçekleşmiş. Geçen yıl yüzde 48 artan dayanıklı tüketim malı harcaması bu yıl sadece yüzde 1.5'te kalmış. Gıda-içki tüketiminde ise önemli bir değişim yok. Yavaş bir artış gözleniyor. Bu zaten bilinen bir konu. Kamunun tüketim eğiliminde de geçen yıla göre önemli bir değişiklik yok. Ancak yatırımlara bakıldığında olağanüstü