Sıkı mali disiplinin yanı sıra, hükümet bu yıl özelleştirmeden 20 milyar dolara yakın bir gelir bekliyor. Bu rekor gelirin bütçe dengelerini bir hayli iyileştireceği malum. Ancak 20 milyar doların tamamı hemen tahsil edilmeyecek. Önemli bir kısmı taksitler halinde. Böylece gelirler tahsil edildikçe ortaya ikili bir etki çıkacak. Satışın ilk gerçekleştiği anda gelirler birdenbire artmış olacak. Ancak, TÜPRAŞ ve Ereğli Demir-Çelik gibi kârlı kuruluşlar elden çıktığı için, daha sonra bütçe dışı gelirler azalacak ve faiz dışı hedefi tutturmak zorlaşacak. Hükümetin bu nedenle IMF'den yüzde 6.5'lik hedefi gevşetmesi konusunda beklentileri var. Ya da tanımın değiştirilmesini istiyor. Kaldı ki, 2005 yılı sonunda milli gelir hesapları revize edilip gelir artınca hedefi tutturmak çok daha zorlaşacak. Her şey 17 Ekim'de Meclis'e sunulan 2006 bütçesinde görülecek. Bu bütçe çok önemli. Çünkü mali disiplin aynı sıkılıkta sürerse ilk defa ekonomik büyüme olumsuz etkilenecek. Öte yandan, gevşemeye izin verilirse enflasyon hedefini tutturmak zorlaşacak, borç dinamiklerindeki iyileşme duracak. Önümüzdeki yıl büyüme çok daha kritik olacak. Çünkü büyümenin motorlarından olan ihracat tekliyor. Diğer
İlginçtir; Türk Telekom blok satışından önce halka açılmadı. Oysa Tüpraş'ından tutun da, Erdemir, Petkim'e dek birçok kuruluş borsada işlem görüyor. Neden önceden Telekom'un belli bir kısmı halka açılmadı? İkinci konu, neden Telekom'un yüzde 55 hissesi blok olarak satılıyor? Demek ki, ancak çoğunluğu satıldığında para ediyor. Bu da yönetimi ele geçirmeden bu kuruluşun kârlı olamayacağına işaret ediyor. Yani şimdiye dek Telekom çok kötü idare edilmiş. Zaten rakamlar ortada. 1996 yılında Türk Telekom'da 74 bin kişi çalışıyordu. Abone sayısı ise yıllardır 18 milyon civarında. Şu anda çalışan sayısı 57 binin altına inmiş durumda. Yani büyük bir verimsizliğin köşesinden yavaş yavaş dönülüyor. Turkcell ise 26 milyona yakın aboneye hizmet veriyor. Ve bunu tam 2312 kişiyle (1661'i üniversite mezunu) gerçekleştiriyor!!! Türk Telekom'un daha az sayıda personelle çalışmasını istemek elbette mümkün değil. Ama verimsizliğin boyutu da ortada!Türk Telekom 5.0-5.5 milyar dolarlık ciro yapan ve bunun karşılığında da her yıl 1 milyar dolara yakın net kâr yapan bir kuruluş. Teknolojisi oldukça yeni, ancak yine de sık sık çağın gelişmelerine bağlı olarak yatırım yapması gereken bir kuruluş. Satış
Doğu Karadeniz'e sık giderim. Kimisi gazete, kimi konferans, kimisi de zamanında siyaset amacıyla olmuştur. Her birinde bölgedeki gelişmeyi gözlemlemeye çalışırım. Bu bölgenin insanları dağların sarp oluşu ve arazi olmayışından yakınır. Çok da doğrudur. Çoğu tarla dağdan teraslama yoluyla elde edilir ve birkaç dönümü bulmaz. Mısır, fasulye ve karalahanadan da başka bir şey olmaz. Hayvancılık da olmaz, çünkü mera yoktur. Öteden beri eşim Esra Doğu Karadeniz'e gitmek isterdi. Geçen hafta sonu bir arkadaş grubuyla Karadeniz'e gittik. Aslına bakarsanız Trabzon-Artvin eksenine Karadeniz denmesine biraz sinirlenirim. Bu bölgeye Doğu Karadeniz demek doğru olur. Ne yazık ki bu terim oturmuş. Gümüşhaneli hiç görmeden Karadenizli oluyor da, Sinoplu dışarıda kalıyor! (Bendeniz Karadeniz'in en batısı sayılabilecek bir köşesi olan Kandıralıyımdır ve biz de aynı denize olta sallarız!) Tarım yok, hayvancılık yok. Sanayi de yok. Kala kala Karadenizlinin eline turizm ve ticaret kalıyor. Son yıllarda yayla turizmi biraz gelişse de mevsim kısa. Açılan Sarp kapısı ise ciddi bir ticaret sağlamıyor, çünkü yol müsait değil. Kaldı ki, Gürcistan ekonomisi de hâlâ geri. Yani bölge halkının göç etmekten
Hiç unutmam, İngiltere'de öğrenciyken yurdun karşısında bir telefon kulübesi bozuktu ve her gün Türkiye'yi beleşe arıyorduk. İngiliz bir arkadaşıma konuyu açtığımda, kendi evini de beleşe arayacağına, arızaya haber vermemiz gerektiğini söylemişti. Çünkü doğrusu, toplumsal sorumluluğu olan davranış oydu. Ülkemizde kaçak elektrik kullanımı çok yüksek. Yüzde 28'den daha aşağılara çekildiği için geçenlerde enerji bakanımız memnuniyetini ifade ediyordu. Kaçak elektrik kullanımının nedeni malum; gecekondulardaki yoksulluk nedeniyle beleşe elektrik kullanma. Ya bu arada yoksul olmadan kaçak elektrik kullananlar? Elektriği beleşe kullanınca sanki yoksulluk ortadan kalkıyor mu? Hayır. Ama sadece yoksullar mı kaçak elektrik kullanan? Birçok inşaat, ya da fabrika sahibi bile kaçak elektrik kullanıyor. Kamunun hizmetlerinden beleşe yararlanmayı bir tarafa bırakalım. Medya, toplumu eğitme konusunda ne denli duyarlı. Televizyon kanalları abur cubur programlarla ülkemizde abur cubur bir toplumsal anlayış yaratmadı mı? Ucuz mankenlerle şarkıcı bozuntularını ana haberlere alan bir anlayış yerleşti. Bu da elbette toplumsal sorumsuzluk.Vatandaş Nuri, kaldırımların bozukluğundan şikâyet eder. Ama
Önce içeride ne kadar sıcak para olduğunu belirleyelim. Tahminler ülkede 40 milyar doların üzerinde kısa vadeli paranın olduğunu gösteriyor. Bu da çok büyük bir rakam. Bunun büyük bir kısmı borsada uzun vadeli yatırım olarak, bir kısmı da TL'de, özellikle Hazine bonosunda bekliyor. O nedenle, bu kadar büyük bir paranın hemen çıkması mümkün değil. TL bazında bono ya da tahvil alanlar çıkmaya kalktıklarında hem bono fiyatları düşecek, hem de kur çıkacağından çifte zarar yazacaklardır. Yatırımcının çekingenliğinin nedeni de budur. Dalgalı kur sistemleri sıcak paranın çıkmasında ciddi bir engeldir. Ancak bu sıcak paranın kesinlikle çıkamayacağı anlamına gelmez. Dalgalı kur sistemi sıcak paranın bir arada çıkmasını engeller, çünkü alacak döviz bulunmaz. Fakat çok ciddi bir risk karşısında yabancı yatırımcılar ülkeyi terk etme kararı alabilir. Yani "kol kesme" denilen tabirle zararı yazıp çıkabilirler. Böylesi bir gelişmeyi üç risk tetikleyebilir.Birincisi, AB sürecindeki olumsuz bir gelişmede (mesela ekim başındaki müzakereler gecikir veya yakın bir sürede Türkiye'nin tam üyeliği askıya alınırsa) piyasaların asabı bozulabilir. Sıcak para da hızlı bir çıkış trendine girebilir.İkincisi,
Gelelim getiriye. Bir diş doktoru yaptığı iş karşılığında para kazanır. Ancak diş ağrısı ortadan kalkan hastanın duyduğu rahatlıkla iş veriminin artması buna ek bir getiridir. Diş hekiminin cebine girmese bile toplumsal refah artar. Ekonomi biliminde doğrudan ve dolaylı getiriler ayrı ayrı hesaplanır. Götürü de öyle. Örnek vermek gerekirse, bir malın yapımının maliyeti bellidir. Ancak boyahane gibi çevreyi kirleten, ya da havaalanı gibi gürültü yaratan, ya da dolmuşlar gibi trafiği sıkıştıran unsurlar bu maliyetin dışındadır. Biz bunlara dışsallık deriz. Yani yapılan iş aynı zamanda başka birinin işini engellemektedir. Parasal olarak görünmez, ama vardır. Günlerdir Formula 1 ve Grand Prix yarışlarıyla yatıp kalkıyoruz. İki görüş var. Biri F1 yarışlarının İstanbul'a müthiş bir döviz geliri sağladığını savunuyor. Ancak bazıları bundan daha önemlisi, İstanbul'u dünya şehri yapmada F1'in olağanüstü ve gayet ucuz bir reklam olduğunu belirtiyor. Yani işin dışsallık (ya da dolaylı) tarafı vurgulanıyor. İTO Başkanı Murat Yalçıntaş 50 bin yabancı konuğun (bizce biraz abartılı) 100 milyon dolar (bu daha da abartılı) bıraktığını söylüyor. Ancak asıl dolaylı etkinin, yani 1.5 saat boyunca
Birincisi, Türkiye'nin petrol ithalatı giderek artıyor. Bu artış da sadece tüketimden değil, fiyatlardan kaynaklanıyor. Ödemeler dengesini de olumsuz etkiliyor. Aşağıdaki tablodan gözlendiği üzere, 1998 yılında petrol ucuzken fatura düşükmüş. 2000'de fiyatlar yükselince ödemeler dengesine zarar verdiği gibi, 2001 kriziyle tüketim, dolayısıyla da fatura düşmüş. Sonrası malum hikâye: Irak Savaşı'yla beraber fiyatlar artınca fatura da patlamış. İlk 6 aylık petrol faturası 3.8 milyar dolar. Demek ki, tüketim aynı kalsa yıl sonunda fatura fiyat artışlarıyla 10 milyar doları bulacak. Bu da geçen yıla göre 3.5 milyar dolarlık bir ek yük demek. Ancak artan petrol fiyatlarının diğer mallara da etkisi var. Mesela toplam mineral yakıt ithalatımız (doğalgaz dahil) 2004 yılında 12 milyar dolardı. Yıl sonunda bu fatura olasılıkla 20 milyar dolara dayanacak. Yani ek enerji faturası en az 8 milyar doları bulacak. Petrol fiyatları 70 dolara dayandı. Nitekim önceki gün de TÜPRAŞ, çıkış fiyatlarına neredeyse yüzde 10'a yakın zam yaptı. Kısa vadede petrol fiyatlarının düşmesi beklenmiyor. Düşüş ancak orta vadede beklendiğine göre, kısa vadedeki ekonomik etkilerin hesaplanması gerekiyor.
1992 yılında Türkiye'nin yetiştirdiği nadide değerdeki iktisatçılardan rahmetli Merih Celasun ile birlikte Avusturya'da Schloss Şatosu konferanslarından birine katılmıştık. Konferansın konusu özelleştirmeydi. Rahmetli Merih Hoca, orada özelleştirmede yerli ve yabancıya satma arasındaki farkı sordu. Yanıtlayan liberal eğilimli olduğundan, verdi veriştirdi sermayenin milliyeti olmayacağına dair. Oysa konu teknikti. Merih Hoca hatırlattı; yerli tasarruflar özelleştirme için harcanırsa yeni yatırımlar için tıkanma (crowding-out) etkisi yaratabilirdi. Yabancı sermayenin ise böylesi bir yan etkisi yoktu.Tabii bu işin özelleştirme tarafı. Ancak yabancı sermayeyi özelleştirme için mi istiyoruz, yoksa yeni yatırımlarla istihdam yaratsın diye mi? Kuşkusuz ikincisi. Çünkü gerçek büyüme yeni yatırımlarla elde edilebilir. Ancak, ne yazık ki, yabancı sermayenin ilgisi hâlâ Türkiye'nin bin bir zorlukla ortaya çıkardığı tesislere. Bu da kaygı veriyor. Özelleştirmede yabancı sermaye tabii engellenebilir. Çünkü, sermayenin milliyeti olur. Mesela İngiltere'de Rolce Royce ya da İngiliz Havayolları gibi kuruluşlar satılırken büyük gürültü kopmuştu. Birçokları bu işletmelerin yabancıya satışına karşı