Arap kökenli Amerikan vatandaşı Halife Belkasım Hafter’in Libya macerası yeni yılın ilk günlerinde bitiyor. Onunla birlikte Vehhabizm’in Afrika’daki en büyük alan mücadelesi sona eriyor. Çünkü Türkiye, yeni yılın ilk haftası içinde Libya’ya kara, deniz ve hava kuvvetleri unsurlarını içeren bir birlik gönderiyor.
Bu Türkiye’nin Afrika kıtasında silahlı üçüncü varlığı olacak. Gitmekte olan yılı büyük bir terör saldırısı ile kapatan Somali’de ve Sudan’daki askeri varlıklarını hatırlamamız gerekir.
Bu iki ülke, Suudi Arabistan’ın Afrika’ya Vehhabilik ihracatına kanlı şekilde devam ettiği ülkelerdi. Türkiye’nin bu ülkelerdeki askeri varlığı silahlı saldırıları durdurmuştu. Ancak Somali’deki korkunç saldırı, Suudi ve Birleşik Aram Emirlikleri’nin iç savaşı terör saldırılarıyla sürdürmeye karar verdiklerini gösteriyor.
Vehhabîlik aslı Selefilik’e dayanan 18. yüzyılda Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından kurulmuş olan dinî-siyasi
Rusya’da iki hafta sonra yapılacak Erdoğan-Putin zirvesi öncesi gerçekleşen acil heyetler arası görüşmelerde Ruslar müttefikleri oldukları Beşar Esad’ın İdlib’deki katliamına son vermesini sağlamaya söz verdiler. Ancak Ruslar, bu sözü çok daha önce de vermişlerdi. En son, PKK-PYD adına ricacı olarak Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı’nı durdurmasını sağlarken de Resulayn ötesinde terörist kalmayacağına söz vermişlerdi. Bırakın bu sözü tutmayı, mutabakatın ertesi günü, PYD-YPG lideri aranan terörist Ferhat Abdi Şahin ile kameralı görüşmeler yapmışlardı. Rusya, geçtiğimiz ekim sonu verdiği bu sözü hâlâ tutmuş değil.
Benzeri bir sözü ABD de vermiş, silahlandırdığı ve ortak saydığı PKK-PYD teröristlerini Suriye’den tamamen çıkartacağını taahhüt etmişti. Ama Trump, “Petrolü unutmuşuz; oysa ben petrolü çok severim” diyerek YPG’yi Suriye petrollerinin başında görevlendirmişti. Ne var ki Trump bu dönekliği son derece dürüst bir
İmran Han, Pakistan’ın başbakanı olduğunda, çevremdeki Pakistanlı, Bangladeşli, Sri Lankalı öğrenciler günlerce sevinç gösterileri yaptılar; derslerde konuştular ve ders aralarında sohbetler düzenlediler. Haklarıydı. Hakkımızdı. Ziya ül Hak’kın her türlü haktan ve hukuktan uzak darbesi, Zülfikar Ali Bhutto’nun idamı, yıllar sonra aynı makama gelen kızı Benazir’in suikasta kurban gitmesi, aradaki sayısız başbakanların beceriksiz ve yolsuzluklarla malul yönetimleri bu kardeş halkı huzura muhtaç hale getirmişti. Ama sadece huzura değil, çok acil ve çok miktarda dış yardıma da muhtaçtı Pakistan. Bir biri ardına gelen beceriksiz yönetimler ve özellikle önceki ABD başkanı Barack Obama’nın uzun yıllar yaşadığı Pakistan’a ihanete varan ikiyüzlülüğü, ülkeyi büyük bir İMF yükü altına soktu. Ülkenin yabancı döviz rezervleri sıfıra indi; enflasyon çok yüksek oranlara fırladı ve bütçe açığı tırmandı da tırmandı.
2002 öncesi Türkiye’yi hatırlatan bir uygulama
Hindistan, Bangladeş üzerinden gelen Bangladeşli ve Myanmarlı birkaç bin ekonomik göçmeni cezalandırmak için iki yıldır çareler düşünüyordu. Ama kâğıt üzerinde taşıdığı “İngiliz demokrasinin İngiltere dışında yaşadığı tek ülke” sıfatına leke konduracak olan bir tasarıyı yasalaştıramıyordu. Ancak beş yıldır başbakanlık koltuğunda oturan Narendra Modi, mayıs ayındaki seçimleri kazanınca, artık yerinin sağlamlığına iyice güvenmiş olmalı ki faşist hükümler içeren yeni vatandaşlık yasasını meclisten geçirdi.
Hindistan, bölgenin en gelişmiş ülkesi olduğu cihetle, çok ekonomik amaçlı göç alıyor. Ülkede çeşitli yerlerden gelen Hindular, Parsisler (Pers kökenliler), Sihler, Budistler, Jainler, Hıristiyanlar ile Afganistanlı, Bangladeşli ve Rohingya Müslümanları var. Yeni yasa, bu insanların hepsini, 31 Aralık 2014 tarihinde Hindistan’a gelmiş olmaları şartıyla vatandaş sayıyor ve hepsinin nüfus kaydının yapılmasını öngörüyor. Müslümanlar hariç!
Müslümanlar,
“Ortalama yaşı 30 olan genç bir nüfus. Ülkeleri onlara ne sunuyor? Başlangıç olarak, işsizlik! 2013’te Gezi Parkı protestosundan bu yana Türkiye’nin genç işsizliği sorunu var. Bu 2019 Ağustos’unda en yüksek düzeye ulaştı…”
Bu satırlar Türkiye’nin S-400’lerine sinirlenen bir ABD senatörünün konuşmasından alıntı değildir; ArabNews isimli bir Web sitesinin makalesinden alındı. Site, Saudi Araştırma ve Yayıncılık Şirketi isimli bir Suudi Arabistan firması tarafından işletiliyor. Yayınladığı rakamların mevsimsel düzeltmeleri yayılmamış, yani durumu çarpık gösteren rakamlar olması bir yana, yazıdaki üslubun, Türkiye’yi genç nüfusuna hiçbir gelecek sunmayan bir ülke olarak resmetmesindeki husumetin dikkat çekmemesi imkânsız. Oysa Türkiye’de son 12 ay içinde bir milyondan fazla 30 yaşının altındaki kişiye iş sağlanmış bulunuyor.
Sadece bu makale değil, sitenin herhangi bir gün yer verdiği ona yakın yazıdan en az biri Türkiye hakkında, tamamen hasmane bir tutumla kaleme alınmış
Trump hakkındaki iddiaların zayıflığına bir karine ise, azil soruşturmasında dikkate alınacak iki madde açıklandıktan sonra, bunların Başkan’ın ipini çekmek için yeterli olduğuna karar veren Demokrat Parti grup yöneticilerinin hiçbiri muhabirlerin sorularını yanıtlamadılar.
Siyasal nutuklar atmak kolaydır; hele başkan, başbakan gibi lider konumundaki bir kişiyi suçlarken yapılan ateşli konuşmalar sırasında insan bazen hitabetin önlenemez heyecanına kapılır ki yeri göğü sarsar! Trump gibi tutarlılık konusunda herkesi kuşkuya düşüren bir siyasetçi hakkında muhaliflerinin esip gürlemesi sorun olmasa gerek. Ama “Bu şahsı şu şu şu sebeplerle görevinden azledelim!” diye maddeler kaleme aldığınız zaman, ne yazarsanız yazın, kendi tarafınızda da karşı tarafta da yaratacağınız his, dağın fare doğurması karşısında duyulacak bir histen farklı olmuyor. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Demokrat Parti grup yöneticileri, ilgili iki komisyon başkanından oluşan altı siyasetçi, azil soruşturmasını Trump’ın Ukrayna ile ABD ilişkileri konusunda yetkisini kötüye
ABD ve Avrupa gazetelerine göre, son dört-beş gündür, ortada bir “’Yunan Tehdidi” dolaşıyor. Bu haberlere--aslında “yorumlara” göre demek lazım--Yunanistan, “Türkiye’nin Akdeniz’i yeniden bir Osmanlı Gölü haline çevirmesine kızıyor” imiş.
Yunanistan “Aslansın sen... Sen yaparsın!” dolduruşuna son getirildiğinde, 30 Ağustos 1922’ye kadar Yunan ordusu 11 bin 678 ölü vermişti. Bu rakama 2 bin 500 gönüllü Ermeni de dâhildir! Eylül’e kadar Ege’yi tümüyle yakarak geri çekilen Yunan birliklerinin kayıpları doğru dürüst belgelenmedi. Ama onları İzmir’e getiren ve geri götüren İngiliz-Amerikan gemilerinin kayıtları ciddiye alınacak olursa, bu rakam çok çok daha yüksektir!
Ama kavgada yumruk sayılmazmış. O zamanki Yunan kralının ifadesiyle “Yunanistan’ın yüzölçümü bir yılda iki katına çıkacak!” diye elin âlemin memleketini işgal edersen, biraz kaybın olacak ister istemez. 1821-1830 arasında Yunan tarihlerinde
Benim kuşağımdan kişiler hatırlarlar, “Türkiye’nin şunu yapması zamanı geldi” veya “Türkiye şöyle bir iş için harekete geçmeli” gibi temenniler için Anglosakson dostlarımız ve yerli şubeleri “Pie in the sky” derlerdi. “Olmayacak duaya âmin demek” gibi bir vurguyla “Gökteki pasta!” anlamına.
Haklılardı da. Kıbrıs müdahalesinden sonra yıllarca 60 dolarlık uçak vidasını karaborsadan 600 dolara satın almalar... “70 sente muhtaç olma” halleri... Abdullah Öcalan’ı iade etsin diye Suriye’nin kapısında tankla tüfekle beklerken adamı Kenya’da bulmalar...
Artık öyle değil. Yine de ortada uluslararası hukuk gibi, güçlü ülkelerin şekil verdiği ve sonra da istedikleri gibi eğip büktükleri bir ilişkiler ağı var. Özellikle İngiltere’nin küresel emperyalizmin patronluğunu resmen ABD’ye devrettiği ve nükleer silaha sahip ülkeler kulübü olarak 5’lerin kontrolünde bir BM’nin temelini attıkları 1945’ten sonra, dünyada hak hukuk