ABD ve Avrupa gazetelerine göre, son dört-beş gündür, ortada bir “’Yunan Tehdidi” dolaşıyor. Bu haberlere--aslında “yorumlara” göre demek lazım--Yunanistan, “Türkiye’nin Akdeniz’i yeniden bir Osmanlı Gölü haline çevirmesine kızıyor” imiş.
Yunanistan “Aslansın sen... Sen yaparsın!” dolduruşuna son getirildiğinde, 30 Ağustos 1922’ye kadar Yunan ordusu 11 bin 678 ölü vermişti. Bu rakama 2 bin 500 gönüllü Ermeni de dâhildir! Eylül’e kadar Ege’yi tümüyle yakarak geri çekilen Yunan birliklerinin kayıpları doğru dürüst belgelenmedi. Ama onları İzmir’e getiren ve geri götüren İngiliz-Amerikan gemilerinin kayıtları ciddiye alınacak olursa, bu rakam çok çok daha yüksektir!
Ama kavgada yumruk sayılmazmış. O zamanki Yunan kralının ifadesiyle “Yunanistan’ın yüzölçümü bir yılda iki katına çıkacak!” diye elin âlemin memleketini işgal edersen, biraz kaybın olacak ister istemez. 1821-1830 arasında Yunan tarihlerinde Elliniki Epanastasi (Yunan İhtilali) diye kaydedilen olup-bittiden sonra, Yunanistan hiç ama hiç, önce Osmanlı ile sonra da Türkiye ile samimi, art niyetsiz bir dostluk siyaseti gütmedi. Ege’de petrol olduğu yolundaki 1974’te söylentiler çıktığında bile “dostumuz ve NATO müttefikimiz” Yunanistan, ayak basacak yeri bile olmayan kayalıklara 12 mil karasuyu, Türkiye ile eşit uzunlukta kıta sahanlığı ve 10 mil hava sahası ilan etmişti!
Bu şımarıklığın arkasında hala Yunanistan egosunda önemli yer tutan Lord Byron şiirleri vardır. Bu şiirlerin şairin cinsel eğiliminin sonucu olduğunu bilmeyenler açısından sanılır ki bütün batı Hıristiyan kültürü, Elen uygarlığı üzerine kurulmuştur!
Aynı şımarıklık, 1992’yılında Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğunun evlerinin banyo küvetinde katledilmesiyle başlayan Kıbrıs Katliamlarına kadar devam etti ve bugünlere geldi.
Sözde Kıbrıs devletinin (gerçekte Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin) haklarına dayanarak, Akdeniz’in doğusunu Türkiye’ye, Libya’ya (ve Filistinlilere) yasaklayabileceğini sanan Yunanistan başını, 27 Kasım’da Türkiye ile Libya’nın imzaladıkları deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırasına çarpıverdi. Yunanistan batı basınının dolduruşuna o kadar çabuk kapıldı ki, ilk iş olarak Libya’nın Atina’daki büyükelçisini istenmeyen adam ilan edip, ülkeden kovdular.
Bu tam bir beceriksizlik ve kriz yönetme yeteneğinden yoksunluk göstergesidir. Yunanistan’ın şu anda en çok ihtiyacı olan şey, Libya’da olup biteni anlamak ve dikkatle takip etmektir; Libya ile iletişimi kesmenin Yunanistan’a ne faydası olabilir ki?
Yunan gazetelerini, yaşını başını almış, iki ülke ilişkilerinin tarihini iyi bilmesi gereken gazetecilerin, televizyoncuların yorumlarını duysanız Yunan birinci ordusu yeniden İngiliz-Amerikan gemilerine doluşup İzmir’in yolunu tutacak sanırsınız.
Aklıselim, Atina’da (ve Paris’te) değilse de Londra ve Washington’da galip gelir ve Türkiye böyle bir “Bak oğlum, git!” tokadı imkânını kaçırır. Boşa heyecanlanmamalı!
Bir kere daha söyleyelim ama: Olmaz olsun böyle dostluk.