Savunma Bakanı Hulusi Akar, Yunanistan’ın 16 adayı, 1923 Lozan ve 1947 Paris anlaşmalarına aykırı şekilde ağır silahlarla donattığını söyledi. Akar, bu adalarda 100 bin civarında asker bulunduğunu da ifade etti.
Milliyet’te yer alan bir haberde, Bakan Akar gibi, TSK’dan emekli diğer bazı orgeneraller ve oramirallerin, Yunanistan’ın 12 adalar diye bilinen 14 adanın yanı sıra, 4 adayı daha silahlandırmasının yıllardır devam ettiğini hatırlattıkları yer aldı. Başka bir deyişle Bakan Akar’ın silah arkadaşları, bir bakıma bu demecin zamanlamasını sorguladılar. Sadece onlar değil, bazı gazetelerde ve televizyonlarda bu zamanlama ile ilgili eleştiriler gördük.
Diploması böyledir; bazen bazı sözlerin neden söylendiği, neden o sırada söylendiği, o sözlerin kendisi kadar, hatta o sözlerin kelime anlamlarından çok daha ötede anlam taşıyor olabilir. Bazı Türk gazeteciler gibi Yunan komşularımız da bu sözlerin gerçek anlamını merak ediyor olabilirler.
Türkiye medyası sorun değil; ama Yunan komşularımızın böyle merakta kalmaları insanın içine sinmiyor. Bir aydınlatma hizmetinin
Söz, Trump gerçekten azledilin- ceye kadar, bir daha Trump yazısı yok! Ama ABD tarihinin en talihsiz azil davasına yargılama süreci Senato’da başlarken atılan başlıklara baka baka, siyasetin bu kadar yerle bir edildiğini göre göre okuyucuları sıkma pahasına konuya son bir defa daha değinmemek olmazdı.
ABD’de azil sürecinde parlamentonun alt kanadı Temsilciler Meclisi savcı, üst kanadı Senato mahkeme rolü oynuyor. Okumuş olacağınız üzere, Senato’nun bu oturumlarına anayasa mahkemesi ile Yargıtay karması hükmündeki Yüksek Mahkeme’nin başkanı John Roberts başkanlık ediyor. Bütün üyelerin katıldığı oturumlarda konuşmaları (daha doğrusu, iddiaları kanıtlayan veya çürüten delillerin sunulmasını, tanıkların çağrılmasını) partilerin grup başkan vekilleri idare ediyorlar. Bu durumda Trump’ı savunan Cumhuriyetçi Mitch McConnell, suçlamaları kanıtlamaya çalışan ise Demokrat Chuck Schumer oluyor. Senatörler, sonunda yapacakları oylamada üçte iki oyla Trump’ı azledebilirler. Bu çoğunluk sağlanmazsa, dava reddedilmiş
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Ahmet Ünal Çeviköz, üç ülkede, Azerbaycan, Irak ve İngiltere’de başkentte, Türkiye’yi temsil ettiği halde, sadece uğradığı Bağdat suikastı girişimiyle hatırımdadır. Diplomat olarak NATO’da görev yaptığı sırada Brüksel Üniversitesi’nde yüksek lisans diploması almıştır. Vikipedi’ye göre, İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca ve İtalyanca bilmektedir. İki yıldır CHP Parti Meclisi üyesidir, partisinin kamu diplomasisinden sorumlu genel başkan yardımcısıdır. Bu görevler onun partisi tarafından dışişleri bakanı adayı olarak görüldüğünün göstergesi sayılabilir.
Sn. Çeviköz, Euronews Internet sitesine geçen hafta sonu İngilizce bir yazı yazarak, Türkiye’nin dış politikasını beş noktada, uluslararası dengeyi bozucu, savaşlara karışması, hatta kışkırtmayı teşvik edici, sorumluluktan uzak, tarafsız arabulucuya yakışmayan davranışlarda bulunmakla itham etti; bu politikanın askeri güç kullanımına doğru gittiğini, caydırıcı etkiyi kaybettiğini öne
İsyancı sözde Mareşal Halife Hafter, Türkiye ve Rusya’nın gözünün içine baka baka, masada evet dediği anlaşmaya imza atmadan ve ev sahiplerine veda bile etmeden, Moskova’dan adeta “kaçtı.” İsyancı ise de, Hafter geçen 10 ay içinde 16 milyar dolar zengin olmuş bir isyancıdır. Libya’da mevcut her aşirete 1 milyon dolar verse, hem dünyanın en çok taraftarı olan isyancısı olur, hem de cebinde çok para kalır.
Ama ne bu paralar ne Birleşik Arap Emirliği (BAE) ile İsrail’den gelen silah desteği ve hatta arkası kesilmiş bile olsa Rus paralı asker şirketi Wagner’in sağladığı emekli Rus harekâtçılar, bu zata böyle bir hamlede hem Türkiye’yi hem Rusya’yı karşısına alma cesareti veremez. Dolayısıyla, amiyane tabiriyle “bunu bir azdıran olmalı.”
AB ülkelerinden sadece Fransa’nın Libya’nın Türkiye ile yaptığı deniz iş birliği anlaşmasından çekilmesinde çıkarı olabilir ve nitekim sadece Fransa’nın, Hafter’i Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile anlaşmamaya teşvik ettiği biliniyor.
Bir süreden beri, uluslararası ilişkilerle ilgili çevrelerde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) daha doğrusu bu ülkenin fiili lideri Muhammed bin Zayed el Nahyan’ın (MbZ), Türkiye’ye karşı ciddi bir husumet içinde olduğu, bunun sonucu olarak da zaman ve kaynak harcayarak, Türkiye’ye karşı adeta bir Haçlı Seferi başlattığı biliniyor.
1961 doğumlu, mensup olduğu Abu Dhabi emirliğinin veliahdı ve BAE’nin başkanı üvey ağabeyi Halife’nin kalp krizi geçirerek işleri devrettiğinden beri yedi emirliği filan yöneten MbZ’nin her biri milyonlarca dolar harcanarak kurulmuş, 21 Web sitesi ile uluslararası bir yalan haber ve algı yönetimi imparatorluğu bulunuyor. BAE yatırım konseyi adlı kurumun serveti 790 milyar olarak tahmin ediliyor ve bu parayı kalp krizinden sonra ağabeyin değil, MbZ’nin idare ettiği biliniyor.
MbZ ağabeyinden işleri devralıncaya kadar BAE, Suudi Arabistan’ın gölgesinde, çok zengin ama uluslararası alanda adı-sanı duyulmayan bir devletçikti. Yüzölçümü olarak belki hala öyle, ama MbZ, Trump’ın başkan
Akdeniz’de iki trajedi birden sürüyor: Libya’da bir insanlık trajedisi oynanıyor; Kıbrıs adasının çevresinde ise korsanlık sahneye konuyor.
Medeniyetler Çatışması teorisiyle bilinen Prof. Samuel Huntington’ın “sıkıcı olmayan ama ciddi” bir dış politika dergisi olarak 40 yıl önce kurduğu, şimdi bir açık istihbarat yayını haline dönen Foreign Policy’nin (FP) web sitesinde 23 Aralık’ta yayınlanan bir yazıda, “Yeni Saldırgan Türkiye” başlıklı yazıda, “Erdoğan, bölge için vahim sonuçlar doğuracak bir çabayla, Libya’da devam eden iç savaş ile Doğu Akdeniz’de süren enerji gelişmelerinin geleceğini birleştirmeye çalışıyor” dedi. Ünü İslam coğrafyası ile Hıristiyan-Musevi ülkeleri arasında nihai bir savaş çıkacağı tezine dayanan bir kişinin dergisinde, bu satırlar belki normaldir. Ama bu yazıda Türkiye’nin bir ekonomik işgale kalkıştığı, Libya’ya işgal ordu göndereceği, bu ordu sayesinde Libya’nın kaynaklarını ve imkânlarını kullanarak sağlayacağı serveti anavatana,
İran rejimi Kasım Süleymani denen, kendini molla rejiminin koruyucusu sanan generalden kurtulmuş oldu. Süleymani’nin elinde on binlerce Müslümanın kanı vardı. Hamaney ve Ruhani ne kadar herkesin önünde söyleyemeseler de İslam devrimi muhafızları örgütü, Yemen’den Lübnan’a bölgede “Şii Hilali” denen hegemonyayı inşa ile görevli saymaya başlamış, Tahran’ın sözünü önemsemeyen bir kuruluş haline gelmişti.
Teokrasilerin sorunu budur: rejimin muteber insanları arasında bile serbest tartışma olmadığı için hesap hatası daima mümkündür. Kasım Süleymani ve etrafına topladığı subaylar, “Amerika kendi içişleriyle meşgul” ve “Bu Trump salağın teki!” yanılgılarına kapılmışlardı. Ülkenin zayıf düştüğü, rejimin içerde zerrece desteği kalmadığı, Irak’ın babalarının çiftliği ve Iraklı Şiilerin de kendilerinin kölesi olmadığını hiç hesaba katmadılar. O kadar ki, bu eli kanlı çetenin bütün reisleri aynı araçla gezecek kadar kendilerinden
2020’yi iki kanlı olayla karşıladık: İdlib ve Somali. Suriye’de mevcut rejimin barışçı ve siyasal amaçlı protestoları mezhep ve aşiret egemenliği penceresinden görmesinin sonucu, 2011 yılında kendi halkına ilan ettiği savaş, İran, Rusya, ABD ve Türkiye’nin işgalindeki bölgeler dışında İdlib’de yoğunlaşmış bulunuyor. Rusya ve Baas rejimi ile onun diktatörü Beşar Esad, İdlib’de katliama dönüşen bir harekâtı sürdürüyor. Ülkede silahlanmış olan bir milyonu aşkın muhalefet mensubunu, aileleriyle, Türkiye’nin önerisi ve gözetimi altında İdlib ilinde toplamayı kabul eden Rusya, şimdi karar değiştirmiş görünüyor. Rusların ve Esad’ın iddiası, buradaki muhalefetin rahat durmadığı ve silahları teslim etmediği şeklindedir. Oysa bu iddia Rusya’nın yalanından ibarettir. Doğru bile olsa, mühendisi, mimarı, doktoru, esnafı, siyasetçisi, köylüsü ile Suriye halkının Esad’ın mezhepçi katliamına karşı tek umudu olan bu direnişçilerle savaşmak ayrıdır; onları anaları-babaları, eşleri-çocuklarıyla