İmran Han, Pakistan’ın başbakanı olduğunda, çevremdeki Pakistanlı, Bangladeşli, Sri Lankalı öğrenciler günlerce sevinç gösterileri yaptılar; derslerde konuştular ve ders aralarında sohbetler düzenlediler. Haklarıydı. Hakkımızdı. Ziya ül Hak’kın her türlü haktan ve hukuktan uzak darbesi, Zülfikar Ali Bhutto’nun idamı, yıllar sonra aynı makama gelen kızı Benazir’in suikasta kurban gitmesi, aradaki sayısız başbakanların beceriksiz ve yolsuzluklarla malul yönetimleri bu kardeş halkı huzura muhtaç hale getirmişti. Ama sadece huzura değil, çok acil ve çok miktarda dış yardıma da muhtaçtı Pakistan. Bir biri ardına gelen beceriksiz yönetimler ve özellikle önceki ABD başkanı Barack Obama’nın uzun yıllar yaşadığı Pakistan’a ihanete varan ikiyüzlülüğü, ülkeyi büyük bir İMF yükü altına soktu. Ülkenin yabancı döviz rezervleri sıfıra indi; enflasyon çok yüksek oranlara fırladı ve bütçe açığı tırmandı da tırmandı.
2002 öncesi Türkiye’yi hatırlatan bir uygulama ile Pakistan daima IMF’nin kapısını çaldı ve 22’nci kere borç dilendi. Şu anda Pakistan yine Washington kapılarında, IMF ve Dünya Bankası’ndan para istiyor.
Ne var ki Pakistan’ın vergi gelirinin her bir kuruşu çoktan belirli borçlara teminat yapıldığı için bu kez IMF’nin cömert davranması beklenmiyor. Bu durumda bir siyasetçi ne yapar?
Bu sorunun cevabı siyasetçinin kimliğine-kişiliğine çok bağlı. Halkının bağrından, herhangi bir medyatik etki olmadan, halkın bizzat kararlılığı ve azmini temsil eden siyasetçi, çıkar televizyona ve halkına acı ilaçları içeren realist bir reçete vaat eder. Bunu dünyanın karşısında meydan okuyan bir diklenme gayesi ile değil, ama halkının azmini ve kararlılığını arttırmak amacıyla yapar. Böyle bir siyasetçinin kapısını çalacağı ilk grup, İslami İşbirliği Örgütü olur; zirvelere katılır ve IMF karşısındaki gibi ezilmesine gerek kalmadan, yardımlarını ister.
Ama bu siyasetçi, sırf sevilen bir sporcu olduğu için seçilmişse onun bu şöhretine önem verdiğini sandığı, İslam dünyasının en zengin iki kişisinin, BAE ve Suudi veliaht prenslerinin, yolladığı uçaklara binerek, onların başkentlerine koşar. Ama bu iki kişi, MbZ ve MbS, bu yardımı karşılıksız yapmayacaklardır. Nitekim vaat edilen paranın ilk taksiti bile Pakistan kasasına, kriket yıldızına bağlanan ip çekiliverir: Türkiye, Malezya ve Katar’ın önderliğinde yapılan Kuala Lumpur zirvesine katılmayacaksın.
İmran Han sanmamalı ki, bu iş bununla bitecek. Bunu başka talepler izleyecek. Sadece para gelmeyecek (eğer gelirse) ama yeni emirler gelecek:
Onu yap, bunu yapma.
Hatta yakında gelecek ilk talep, “Keşmir’i kendi haline bırak” olacak. Eğer ABD ve İsrail, İslam dünyasının tepkisinden korkmasalar bu emir, “Keşmir’i tümüyle Hindistan’a bırak!” olacaktır. Göreceğiz yakında.
İslam dünyası Pakistanlı kardeşlerinden vaz geçemez; onları hayatında zorluk çekmemiş ve siyasete atılınca da en kolayı seçmiş olan İmran Han yüzünden terk edemez.
Türkiye Pakistan’ın yanındadır; çok yaşa Pakistan.