Hastayken kullandığımız ilaçlarda, çantamızdaki kozmetik ürünlerde, elimizdeki kalemin mürekkebinde var olması muhtemel hayvan sömürüsünün izini süren “Hayvan Deneyleri” kitabı, tüyler ürperten satırlarla dolu
Bu soruyla başlıyor “Hayvan Deneyleri” kitabı ve okuru insanların hayvanlar üzerindeki tahakkümüne farklı bir pencereden bakmaya çağırıyor. Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan kitap, hastayken kullandığımız ilaçlarda, çantamızdaki kozmetik ürünlerde, elimizdeki kalemin mürekkebinde var olması muhtemel hayvan sömürüsünün izini sürerek, bizi “Hayvanlar insanlık yararına bedel ödemeli mi” sorusuyla baş başa bırakıyor.
Kitabın yazarları müzisyen Yağmur Özgür Güven ile tıp doktoru Oğuzcan Kınıkoğlu. İki yazar da Deneye Hayır Derneği’nin kurucuları. İnsan bedenine dair birçok keşfin, yüz binlerce hayvanın acı içinde ölümüyle gerçekleştiğini gösteren satırlar gerçekten de çok rahatsız edici. Canlı canlı
Türkiye’de ve Avrupa’da kozmetik ürünlerin hayvanlar üzerinde test edilmesi epeydir yasak. Fakat hayvan deneyleri tamamen yasak değil! Peki, ne yapılmalı?
Kozmetik testlerde kullanılan tavşan Ralph’in dramatik öyküsü, bir anda hepimizi “hayvan deneyleri” gerçeğiyle yüzleştirdi. “Save Ralph” adlı kısa film, laboratuvarlardaki çığlığı evimize ulaştırınca hemen herkes, “Hayvan deneyleri şart mı?” sorusunu sorar oldu. Oysaki insanın üstün yararı için hayvanlar zaten asırlardır sistematik bir şekilde eziyete uğruyordu.
Tabii Ralph’le empati kurmak oldukça sarsıcıydı. Bazıları çözümü, hayvanlar üzerinde test edilmemiş kozmetikleri seçmekte buldu. Markalar paylaşıldı, vicdanlar rahatlatıldı. Ancak kozmetik testleri, hayvan deneylerinin sadece bir yönü. Zaten hem Türkiye hem de Avrupa’da, kozmetik ürünlerin hayvanlar üzerinde test edilmesi epeydir yasak. Fakat hayvan deneyleri tamamen yasak değil. Başta ilaç ve aşı olmak üzere, birçok bilimsel çalışmanın
Dezenfektan kullanımı bu yoğunlukta devam ederse daha kirli ve daha hastalıklı bir çevre kaçınılmaz
Yaşam bir bütün. Kelebek etkisi doğanın her zerresinde süregiden bir yapı. Ekosisteme en ufak bir müdahale dahi hiç umulmadık sonuçlar yaratabiliyor. İşte bugün koronavirüs endişesiyle her yanımıza boca ettiğimiz dezenfektanlar için de benzer bir endişe hâkim. Mikrop öldürücü o kimyasalların yarın başka hastalıklara davetiye çıkaracağı öngörülüyor. Çünkü o dezenfektanlar, atık suları temizleyen dost bakterilerin adeta canına okuyor. O bakterilerin ölmesi ise su kaynaklarının kirlenmesine, sudaki canlı yaşamının altüst olmasına ve nihayetinde antibiyotik direncine yol açıyor.
Bilim dünyası, koronavirüs sonrası dönemde, dezenfektan kullanımındaki artış yüzünden yaşanacak değişimler konusunda çok kaygılı. Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Ulaş Tezel de buna işaret ediyor ve aynı kaygıyı şöyle dile getiriyor:
Yeşillenen doğada, bahar esintisinin rengârenk kanatlarına dokunduğu bu kırılgan canlıların yaşam alanı ciddi oranda daralıyor. İşte tutkulu kelebek gözlemcileri, bu duruma çözüm arıyor
Hava ısınıyor. Doğa uyanıyor. Kelebek sezonu da başlıyor. Artık, çiçek açmış çayırlarda bol bol renkli kanatlar görebilirsiniz. Kelebek tutkunları zaten aylardır yılın bu dönemini bekliyordu. Kimi “güneyli fisto” ile açacak sezonu, kimi “Karanlık orman esmeri”yle. Aslında kelebek gözlemi, evlere tıkılmaktan bunalanların doğayla teması için güzel bir fırsat. Eğer merak ve isteğiniz varsa başlangıç için ilk önce, kelebeklerin renkli dünyasına dair okumalar yapmanız gerekiyor. Öncelikle kelebeklerin özelliklerini, ekosistemdeki rolünü, nasıl sınıflandırılıp isimlendirildiklerini, bölgenizde hangi türlerin bulunabileceğini bilmelisiniz. Bunun en kestirme yolu ise kelebek gözlem gruplarına katılmaktan geçiyor. Başta TRAKEL olmak üzere Adameros ve Kelebek-Türk gibi oluşumlar, ilk adımı atmak isteyenler
Gizli hazinelerimiz mağaralar, kaçak kazılar yüzünden tahrip ediliyor; oysa mağara ortamındaki en küçük değişikliğin ne gibi acı sonuçlar doğurduğunu Kovid-19 salgınıyla yaşıyoruz
Aslında her şey bir mağarada başladı. Son bir yıldır içinden geçtiğimiz korku tüneli, bir yarasanın mağarasından çıkıp, pangolini ısırmasıyla oluştu. Sonrası zaten malum; tarihin en sarsıcı salgını… Yarasaların yaşam alanı mağaralar, hem medeniyetimiz hem de mikroorganizmalar açısından oldukça hassas dengeye sahip yapılardır. Dış ortamdan izole olmaları, eşsiz nem, sıcaklık ve PH dengesi, mağaralarda hiç gün ışığına çıkmamış mikroorganizmaların var olmasını sağlıyor. O organizmalar da bazen hastalıklara yol açıyor bazen de amansız hastalıkların çaresi olabiliyor. İşte bu yüzden o hassas ekosistem, bilim insanları için âdeta bir vaha.
Yeni canlı türleri
Türkiye ise bu vahaların binlercesini barındıran bir cennet. İrili ufaklı 40 binden fazla mağara bulunduğu tahmin edilen ülkemizde, keşfedilmeyi bekleyen binlerce mağara var. Keşfedilenlerde de
Nesilden nesile aktarılan efsaneleri kovuğunda barındıran anıt ağaçlar, bugün maalesef insanlığın gazabıyla karşı karşıya
Mevla’m seni övmüş övmüş yaratmış/Oynak Çınar etrafına boy atmış/Dalların uzatmış yerlere yatmış/Ne zamandan beriyi bilirsin çınar.” Rivayet o ki, Karacaoğlan bu dizeleri Kahramanmaraş’taki 520 yıllık “Oynak Çınar”ın gölgesinde yazmış. O çınar, bugün bir “anıt ağaç” olarak hâlâ aşklara ve hüzünlere tanıklık ediyor. Biz ise tabiatın sahibi sansak da kendimizi, birkaç haftalık kelebekler gibi göçüp gidiyoruz onların gölgesinde. Oysaki dönüp baksak, ne serüvenler ne inanışlar gizli dallarında.
Mesela Bursa Nilüfer’deki 750 yaşındaki Ağlayan Çınar… Kovuğundaki gözyaşı damlası şekilleri vesilesiyle yayılmış yörede Rum kızı Eleni ile Mehmet’in aşk hikâyesi. İnanışa göre, hep onun kovuğunda buluşurlarmış. Bir gün orada Mehmet’i kanlar içinde görünce dayanamayıp canına kıymış Eleni. İşte o çınar ağacı,
Birkaç on yıl içinde su fakiri bir coğrafyada yaşıyor olacağız. O yüzden suyun gerçek değerini onu kaybetmeden anlamalıyız
Bugün musluktan akan suyun bir gün artık gelmediğini varsayın. Ve en yakın su kaynağıyla aranızda 6 kilometrelik mesafe bulunduğunu farz edin. Çamurlu da olsa o suya ulaşmak için her gün yaklaşık 10 bin adım atmak zorundasınız. Sonra da kaplara doldurup ev ya da bahçenize taşımalısınız. İşte Afrika’nın bazı bölgelerinde bu distopya hemen her gün tekrarlanıyor. Çoğunlukla da o “çile yolu” çocuklar tarafından kat ediliyor. Ve birçoğu suya ulaşabilmek için eğitiminden, hatta yaşamından oluyor. Elbette bu acı tablo, bizim için bugün Afrika kadar uzak. Ancak küresel ısınma kaynaklı kuraklık kâbusu günbegün yaklaşıyor. Projeksiyonlara göre, birkaç on yıl içinde su fakiri bir coğrafyada yaşıyor olacağız. O yüzden suyun gerçek değerini onu kaybetmeden anlamalıyız. Bize o değeri en iyi tarif edebilecek kişi ise; Hayri Dağlı.
Afrika’daki çileli su yolculuğuna tanıklık
Prof. Dr. Cem Özkan sadece yararlı böcek popülasyonunu artırarak tarlalarda tarım zehri bağımlılığını sona erdirebileceğimizi anlatıyorSoframızı zehirleyen tarım kimyasalları, 50’li yılların ‘Yeşil devrim’inden bize miras. O gün, daha fazla ürün pahasına doğaya saçılan kimyasallar, bugün hastalık etkeni olarak karşımızda. İnsan ve çevre sağlığına yönelik yıkıcı etkileri ortaya çıktıkça yasaklansalar da, toprağımızda, suyumuzda, soframızda hala varlar. İşte geçen hafta yazdık.. Üzümde 35, çilekte 22 çeşit tarım zehri kalıntısı saptanmış! Maalesef çocuklarımıza o üzüm ve çilekleri yediriyoruz. Hem de, zehirsiz üzüm ve çilek üretmek mümkünken.
İşte, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Cem Özkan; Sadece yararlı böcek popülasyonunu artırarak bu coğrafyada dünyanın en sağlıklı üzümünü üretebileceğimizi söylüyor. Ekosisteme ufak bir müdahaleyle tarlalarda tarım zehri