Ev ortamında, bitkilerin çöpe atılan kısımlarından tekrar bitki üretmeye ne dersiniz? Söz gelimi havucun tepe kısmını
atmayıp köklendirin ve bir saksıya dikin, bakalım ne olacak?Artık sohbetlerin ana konusu oldu gıda fiyatlarındaki artış. Pazardan, marketten epeydir “Ne aldık ki bu kadar?” sorusuyla evlere dönüyoruz. Gerçekten de bazı ürünlerde astronomik artışlar var. Ve biliyoruz ki, o zamların büyük kısmı üreticiye yansımıyor. Bu köşede değinmiştik. Bir elma 10 liraysa sadece 3 lirası üreticiye gidiyor. Aslan payını, üretimde en az emeği olan tacir, komisyoncu, satıcı alıyor. Bize de hep daha fazla ödemek düşüyor. Tabii “başka bir dünya” da mümkün! Hatta o dünyada satın aldığınız gıdayı evde çoğaltarak bir daha hiç satın almıyorsunuz. Mesela pazardan havuç aldınız; genelde tepe kısımlarını kesip atarız değil mi? İşte o kısmı atmayıp, suda köklendirerek saksıya ekerseniz bir süre sonra yeni bir havucunuz oluyor.
Nasıl üretilir?
“Atma tekrar yetiştir” diye adlandırılan bu sistemin en bilinen
Kısa sürede daha fazla kazanç uğruna denizleri durmadan yağmalamanın bedelini ödüyoruz hep birlikte. Artık bir süre türküdeki gibi; hamsiyi tavaya koyamayacağız! Ya da çok daha pahalı buzhane hamsileriyle yetineceğizKasidesi var. Gazeli var. Türküsü, fıkrası da var, ama kendisi yok! Hamsiden bahsediyorum. Bu coğrafyanın, özellikle de Karadeniz Bölgesi’nin iliklerine işleyen hamsiyi, sonunda tükenme noktasına getirdik. Aşırı ve bilinçsiz avcılık nedeniyle tarihte ilk kez hamsi av yasağına tanıklık ediyoruz. Oysaki hamsi, bu coğrafyada yüzyıllardır hep bolluğun, bereketin sembolü olmuş. Evliya Çelebi, Trabzon ve halkını “Hapsi paluk olmasa/Niç’olurdu halümüz” mısralarıyla anlatmış. Ta 1928’de yazılan Hamsiname’de bakın o bolluk halk arasında nasıl anılırmış: “Hamsi vurdu karaya, Okkası beş paraya!”
Tabii artık ne hamsi karada ne de okkası beş para! Av yasağıyla birlikte stoklardaki hamsinin kilosu 40-50 liraya kadar yükseldi. Aynı durum, diğer balık türleri için de geçerli. Tam da mevsiminde balıksız
Salgın, gıda takviyelerine ilgiyi artırdı; özellikle propolise büyük rağbet var. Bu nedenle sahte ürünlerle karşılaşabiliriz. Yani şifa ararken sağlığımızdan olabiliriz
Koronavirüs endişesi, vitamin ve gıda takviyelerine yönelik ilgiyi artırdı. Özellikle propolis, bu sıralar oldukça popüler. Talep sonrası, litre fiyatının 10 bin liraya kadar yükseldiği söyleniyor. Tabii rağbet arttıkça da her geçen gün piyasaya yeni propolis ürünleri çıkıyor. Ancak bu propolislerin ne kadar güvenilir olduğu meçhul! Zira Türkiye’de propolis konusunda henüz bir standart yok. Propolis diye satılan özütlerin, hangi yöntemle hazırlanacağı, hangi fenolik bileşenleri içermesi gerektiği ve antioksidan seviyeleri belirsiz. Bu nedenle sahte ürünlerle karşılaşmamız oldukça muhtemel. Yani şifa ararken sağlığımızdan olabiliriz. Hatta yapılan analizler, bu ihtimalin hiç de uzak olmadığını söylüyor. Arıcılık ve Arı Ürünleri Sempozyumu’nda sunulan bir çalışma, bu açıdan çok çarpıcı.
Plazadan tarlaya geçiş öyküleri sanal ortamda büyük ilgiyle karşılanıyor. Birçoğu kırsalın davetkâr yönlerini anlatsa da zaman zaman madalyonun öbür yüzüne de dikkat çekiyorlar
Şehir eski büyüsünü yitirdi. Artık köyden şehre değil, şehirden köye göç revaçta. Şehrin stresinden, kaosundan, trafiğinden ve geçim sıkıntısından kaçanlar, köylerde yeni bir başlangıç arıyor. Tabii bu yönelimde pandeminin etkisi de yadsınamaz. Uzaktan çalışmaya başlayanlar, işlerini kaybedenler, kentteki kalabalıktan endişe edenler, çoktan kırsalın yolunu tuttu bile. Artık köylerde, yeni bir kitle var. Şehirli, eğitimli, girişimci; “yeni köylüler” onlar!
Birçoğu da hikâyelerini internet üzerinden günbegün paylaşıyor. YouTube, plazadan tarlaya geçiş öyküleriyle dolu. Kimi tarımla nasıl geçindiği anlatıyor, kimi köylerdeki iş imkânlarını. Çok da ilgi görüyor bu paylaşımlar. Tekirdağ’dan Köyceğiz’e göçen Kuru
Sahtecilik ülke sınırlarını çoktan aşmış! Zaten her tağşiş listesinde balları görmeye alıştık. Tağşişten bıkan yetiştiriciler, balın kayıt altına alınmasını, tüm kovanların plakalandırılmasını öneriyor.
Uluslararası organizasyonlarda ‘Balı, arılar ve Türkler üretir’ denilerek alay konusu oluyoruz.” Bu ifade, Ankara Üniversitesi Gıda Güvenliği Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Nevzat Artık’a ait. Nevzat hoca bu sözleri, Arıcılık ve Arı Ürünleri Sempozyumu’nda baldaki sahtecilikten yakınırken sarf etti. Uluslararası kodeks toplantılarında böyle anılıyormuşuz maalesef. Anlaşılan, baldaki sahtecilik sınırları çoktan aşmış. Zaten her tağşiş listesinde balları görmeye alıştık. Bu coğrafyada yaşayıp da yediği baldan ya da zeytinyağından şüphe etmeyen çok azdır. Çünkü her ikisinde de sahtecilik yaygındır ve sahtesi ancak analizle anlaşılır. Tüketicinin ise tek dayanağı denetimdir. Bir de varsa analiz raporu.
Aslında bal almadan önce üreticiden analiz raporu talep edilebilir. O rapordaki birkaç parametreye bakarak,
Yerken, giyerken, kullanırken seçimlerimizin küresel ayak izini öncelikli olarak hesaba katmalıyızHer ne kadar tüm suçu takvime yükleyip 2020’yi günah keçisi ilan etsek de, aslında önemli dersler çıkarmamız gereken bir yılı geride bırakıyoruz. Bu yıl net olarak gördük ki; doğa artık insanoğlunun doyumsuz baskısını kaldıramıyor. Ekosisteme yapılan her bozucu müdahale er ya da geç yaşamı tehdit eden sonuçlar doğuruyor. Bu açıdan koronavirüs asla rastlantı değil! Vahşi yaşamın ticarete dönüştürülüp şehirlere indirilmesinin bedelini ödüyoruz tüm gezegen olarak. Dikkat ederseniz başta Çin olmak üzere birçok Asya ülkesi, ölümcül salgının ardından vahşi hayvan ticaretini ve tüketimini yasakladı. Oysaki bilim insanları, vahşi doğaya müdahalenin korkutucu sonuçlar doğuracağını yıllardır söylüyordu. Ama gezegendeki karar vericiler bu sese kulak tıkadı. Pangolin pulu kaçakçıları yeni yeni yakalanır oldu ama artık çok geç.
5 dünya yetmiyor
Şimdi geleceğe
Her yanımız denizlerle çevrili de olsa maalesef su fakiriyiz. Tek su kaynağımız yağışlarla dolan baraj ve göller. Onlar da ya kurudu ya da kurumaya yüz tuttu. Yer altı rezervimiz çok azSusuzluk riski kapımıza dayandı. Tam da hijyenin hayati derecede önem taşıdığı salgın döneminde hem de… Kuraklık nedeniyle Ege ve Marmara başta olmak üzere birçok barajda su kalmadı. Çanakkale’de şebeke suyuyla halı ve araç yıkamak yasaklanırken, İzmir’deki barajın durumu Belediye Başkanı Tunç Soyer’in uykularını kaçıracak seviyeye ulaştı.
Aslında rakamlara baktığımızda hepimizin uykusu kaçabilir. Çünkü kişi başına düşen yıllık su miktarımız (1300 metreküp), “Su stresi” yaşadığımız anlamına geliyor. 1000 metreküpün altı ise “Su kıtlığı” demek. Çok değil 30 yıla kadar “Su kıtlığı” kategorisine gireceğimiz öngörülüyor. Bunun emarelerini yaşamaya başladık bile. Projeksiyonlara göre; bugün kişi başı günlük 216 litre suyumuz varken, 2050 yılında 150 litreden az suyla yaşamak zorunda
Son taklit ve tağşiş ürünler listesinde usulsüzlük saptanan her 10 üründen 2’sinin peynir, tereyağı ya da yoğurt olması, son derece dikkat çekici
Pandemi süreci, sağlıklı beslenmenin önemini perçinledi. Vitamin ve mineraller açısından zengin gıdalar tüketmenin, artık ilaçlar kadar etkili olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla alışverişlerde çok daha dikkatli olmamız gereken bir dönemdeyiz.
Bu hafta özellikle süt ürünlerine değinmek istiyorum. Zira süt ürünleri, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın taklit-tağşiş listesinde hatırı sayılır bir yer kaplıyor. Son listede usulsüzlük saptanan her 10 üründen 2’sinin peynir, tereyağı ya da yoğurt olması dikkat çekici. Listeye baktığımızda, en yaygın tağşişin, peynir ve tereyağına bitkisel yağ katılarak yapıldığını görüyoruz. Bu da, konjuge linoleik asit gibi özel bileşenleri barındıran süt yağının, peynir ve tereyağı yapılmadan önce sütten alındığını gösteriyor. Muhtemelen o yağı, tereyağı veya bir başka ürünle ayrıca satıyorlar.
Peynirde göz