Kısa sürede daha fazla kazanç uğruna denizleri durmadan yağmalamanın bedelini ödüyoruz hep birlikte. Artık bir süre türküdeki gibi; hamsiyi tavaya koyamayacağız! Ya da çok daha pahalı buzhane hamsileriyle yetineceğiz
Kasidesi var. Gazeli var. Türküsü, fıkrası da var, ama kendisi yok! Hamsiden bahsediyorum. Bu coğrafyanın, özellikle de Karadeniz Bölgesi’nin iliklerine işleyen hamsiyi, sonunda tükenme noktasına getirdik. Aşırı ve bilinçsiz avcılık nedeniyle tarihte ilk kez hamsi av yasağına tanıklık ediyoruz. Oysaki hamsi, bu coğrafyada yüzyıllardır hep bolluğun, bereketin sembolü olmuş. Evliya Çelebi, Trabzon ve halkını “Hapsi paluk olmasa/Niç’olurdu halümüz” mısralarıyla anlatmış. Ta 1928’de yazılan Hamsiname’de bakın o bolluk halk arasında nasıl anılırmış: “Hamsi vurdu karaya, Okkası beş paraya!”
Tabii artık ne hamsi karada ne de okkası beş para! Av yasağıyla birlikte stoklardaki hamsinin kilosu 40-50 liraya kadar yükseldi. Aynı durum, diğer balık türleri için de geçerli. Tam da mevsiminde balıksız kaldık yani. Hem de salgın yüzünden sağlıklı beslenmek için balık tüketimi bu denli önemliyken. Mecburen bu boşluğu yaz döneminde olduğu gibi yetiştirme balıklarla dolduracağız.
Denizden mi, kafesten mi?
Peki bu balıklar, avcılık ürünü balıklar kadar sağlıklı mı? Aslında sorunun yanıtı çetrefilli. Doğal deniz balıklarıyla aynı oranda besleyici olduklarını söylemek mümkün olmasa da beslenme açısından vazgeçilmez olduklarını kabul etmeliyiz. Her geçen yıl av miktarları azalırken, yetiştiricilik ürünü deniz mahsullerinin toplam tüketimdeki payı artıyor. Artık sofraya gelen her iki balıktan biri çiftlik ürünü. Nüfus artışıyla orantılı ihtiyaç da düşünülürse kültür balıkçılığı sayesinde denizlerdeki av baskısının azaldığı aşikâr. Ancak hamsi gibi küçük türlerin, balık unu için aşırı avlanmasında da çiftliklerin payı var.
Tavuk gibi
Diğer yandan çiftlik balıklarının tüketici için başlıca dezavantajı, aynı kafeslerdeki tavuklar gibi büyütülüyor olmaları. Tavuk yetiştiriciliğinde olduğu gibi, balık çiftliklerinde de genetiği değiştirilmiş soya ve mısır kullanımının yanı sıra antibiyotik uygulaması da söz konusu. Balıkların beslendiği balık ununun yaklaşık yüzde 70’i bitkisel kökenli. Bu nedenle çiftlik balıkları, deniz ekosisteminden gelen balığa göre çok daha az Omega-3 içeriyor. Ayrıca son yıllarda yemlere tavuk etinin de dâhil edildiği biliniyor. Antibiyotik konusunda ise kalıntı analizlerinin yapıldığını vurgulayalım. Özellikle Avrupa, bizdeki çiftliklerden ciddi oranda çipura-levrek alıyor. İhracata konu olan balıklarda, kimyasal kalıntıya müsaade edilmeyeceği aşikâr. Yalnız, özellikle somon yetiştiriciliğinde kullanılan sentetik renklendirici için bazı endişeler bulunduğunu da söylemek gerek. Bazı uzmanlara göre, bu madde zekâ ve davranış sorunlarına neden olabilir.
Denizlerdeki ağır metal
Madalyonun diğer yüzünde ise aşırı avlanma, çevre kirliliği ve iklim değişikliğinin etkisiyle neredeyse tükenen balık popülasyonu var. Bununla birlikte endüstriyel atıklar nedeniyle kirlenen deniz ve göllerde büyüyen yağlı balık ve kabukluların ciddi oranda cıva, arsenik ve kurşun gibi ağır metalleri barındırdığını göz ardı etmemek gerekiyor. Özellikle büyük balıklar, ağır metal ve dioksinlerin yağda birikmesinden dolayı daha riskli.
Nihayetinde ister kültür ister av ürünü olsun balık; sağlıklı beslenmek için en iyi alternatif. Çünkü balıklar, omega yağ asitlerinin de arasında olduğu 40’ın üzerinde değerli temel besin maddesi sağlıyor. Ancak maalesef Türkiye’deki tüketim çok az. Ortalama bir Avrupalıya göre 4 kat daha az balık yiyoruz. Ucuz ve bereketli hamsimiz de giderse niç’olur halümüz?