Midyedeki olası virüs ve bakteriden kaynaklanabilecek hastalıklarda ağır metal birikimi ve toksin kaynaklı zehirlenmeler başı çekiyor. Peki, ne yapabiliriz?
Marmara Denizi’ndeki müsilaj her ne kadar görünmez hale geldiyse de endişeler sürüyor. Özellikle deniz ürünü tüketenler, kirliliğin balık, midye, karides gibi deniz canlılarına sirayet edip etmediği hususunda kaygılı. Tabii midyede kaygı çok daha fazla. Denizi süzüp filtreleyerek beslendiği için birçok kişi midye yemekten imtina ediyor.
Diğer taraftan müsilaja çözüm de yine midyeyle aranıyor. Geçtiğimiz günlerde, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın denizi temizleyebilmek için Marmara Denizi’ndeki midye çiftliklerinin sayısını artıracağını öğrendik. Hatta bunun için proje çalışmalarına da başlanmış. Tabii o çiftliklerden çıkacak midyelerin, gıda olarak tüketilip tüketilemeyeceği önemli bir kriter. Zira son dönemde hem su bilimleri uzmanları hem de sağlıkçılar, midye tüketiminin önemli riskler taşıdığına dair net
Büyük bir potansiyel var bu topraklarda. Yeter ki yerelin gücü ve dinamizmini destekleyecek bir politika ortaya konulsun. Nasıl üretildiği belli olmayan gıdalar yerine; üreticisini tanıdığımız, kullandığı tohum ve gübreyi bildiğimiz, zehirler konusunda hassas çiftçilerden alışveriş edebiliriz
Yediği nar nedeniyle bir çocuğun ölmesi, tarım zehirlerinin yol açtığı tehlikelerin boyutunu ortaya koydu. Son birkaç haftadır biz de bu köşede, o zehirlere ilişkin tespit ve araştırmalara yer veriyoruz. Haliyle yazıları okuyup endişelenen birçok okur, çözümü soruyor. Elbette kesin çözüm, analiz ve denetim. Ancak bu noktada ciddi eksiğimiz olduğu açık. Bu nedenle sağlıklı ve güvenilir gıdaya erişmek için en akılcı alternatif yerelleşmek. Yani yerelden beslenip yerel üreticiyi desteklemek.
Nerede, kimin, nasıl ürettiği belli olmayan gıdalar yerine; üreticisini tanıdığımız, kullandığı tohum ve gübreyi bildiğimiz, zehirler konusunda hassas çiftçilerden alışveriş edebiliriz. Böylelikle hem o üreticiyi desteklemiş
Başta çölyak olmak üzere bazı bağırsak hastalıklarının buğdaydaki glüten proteininden ziyade, tahıl üretiminde bolca kullanılan glifosattan kaynaklanabileceğine dair görüşler var
Sofralarımıza kadar ulaşan tarım zehirleriyle ilgili yazdığım yazılara sizlerden çok sayıda katkı ve yorum geldi. Bazı okurlar, pestisit maruziyetinin kansere neden olduğunu hatırlatıyor ve bunların yasaklanması gerektiğini belirtiyor. Elbette kanserojen etkileri, kesinleşen kimyasallar zaman içinde yasaklanıyor. Bugüne kadar 188 tarım zehrinin kullanımı, insan ve çevre sağlığına yönelik zararları kesinleştiği için hem Avrupa’da hem de ülkemizde sonlandırıldı. Ancak kısıtlama ve yasağa karşı, bazılarının tarlalarda hâlâ kullanıldığını da görüyoruz.
Tabii diğer yandan, o yasak kararları gelene kadar, zehirlenenler için iş işten geçmiş oluyor. Ayrıca çevreye saçılan o kimyasalların on yıllarca parçalanmadan suda ve toprakta kalabildiği de unutulmamalı! Zaten yer altı ve yer üstü sularımız bu nedenle yasaklı zehirlerle dolu. Maalesef pestisitler
Türkiye, meyve-sebzedeki zehir kalıntısında maalesef dünya lideri! Tarım ilacı denilen zehir toprağa, suya, arıya, kuşa, ineğe; her organizmaya sirayet ediyor. Üstelik sera üretiminde pestisit kullanımı 3’e katlanıyor
4 yaşındaki bir çocuğu öldüren pestisitlerin bizi nasıl zehirlediğini anlatmaya devam edelim. Bir çocuk yediği nardaki tarım zehrinden öldü. Ve ölümün nardaki tarım zehirlerinden kaynaklandığı rapora yazıldı. Çalışmalar 64 çeşit tarım zehrinin (pestisit) yediğimiz sebze ve meyvelerle vücudumuza sirayet ettiğini gösteriyor.
Karşı karşıya kaldığımız en önemli soru, hangi gıdada ne oranda tarım zehri kalıntısının bulunduğu! Maalesef bu sorunun kesin bir yanıtı yok. Çünkü ilgili bakanlık kalıntı analizlerine dair sonuçları paylaşmıyor. O yüzden, akademik çalışmaların yanı sıra “AB gıda alarm sistemi”nde yer alan Türkiye verilerini inceleyerek, tarladaki duruma dair bilgi edinebiliyoruz. Mesela yakın zamanda Environmental Science and Pollution Research’te yayınlanan bir araştırmaya baktığımızda, Ege
Zehir kokteyli gibi sebze ve meyveler hâlâ soframıza gelebiliyor. En akılcı ve kesin çözüm, tarladan sofraya etkin denetim. Üretici, denetlenip cezalandırılacağını bilirse kimyasalları kullanamaz ve biz de güvenle sebze meyve yiyebiliriz
Normalde yer yerinden oynamalıydı. Günlerce tarım zehirlerini konuşmalıydık. Öyle ya, bir çocuk yediği nardaki tarım zehrinden öldü. Ama bu bile soframızdaki zehirleri yeterince tartışılır kılmadı maalesef. Oysa o zehir hepimize ulaşıyor. Bunu bu köşede defalarca yazdım. Daha 6 ay önce 64 çeşit tarım zehrinin (pestisit) yediğimiz sebze ve meyvelerle vücudumuza sirayet ettiğini gösteren çalışmaya dikkat çekmiştim. O yazıda, narda da 11 çeşit pestisit saptandığı vardı. İşte belki de o zehirlerden biriydi 4 yaşındaki Saliha’yı öldüren.
Belki gözünüzden kaçmıştır. Ailesinin tek çocuğuydu Saliha. Tüp bebek tedavisiyle yıllar sonra dünyaya geldiği için Kayseri Yeşilhisar ilçesinde yaşayan ailesi üzerine titriyordu. 30 Ekim 2019 günü yatmadan önce tüm
Karavanla Türkiye’yi gönüllerince gezen Özgür ve Zeynep Karaman çifti, şimdi yaşamlarını tekneye taşıyarak, yelkenlerini özgürlük rüzgârıyla doldurmaya hazırlanıyor
"Başka bir hayat mümkün!” Ne kadar umut dolu ne kadar baştan çıkarıcı bir söz öyle değil mi? Hele ki yarın İstanbul trafiğiyle boğuşacaksanız, masanız ve aklınız yapılacak işler listesiyle doluysa ve şehrin temposundan hiçbir şeye yetişemiyorsanız. Kaçıp kurtulmak istemez mi insan yeni bir hayata yelken açarak. Elbette ister. Ama nasıl? Belki Özgür ve Zeynep Karaman çiftinin öyküsü ilham olur.
Onları az çok tanıyorsunuz aslında. Daha önce bu köşede hikâyelerine yer vermiştik. 2 yaşındaki kızları Nil’le şehir hayatını bırakıp karavanda yaşamaya başlamış, gönülleri nereyi isterse direksiyonu oraya kırarak tüm Türkiye’yi dolaşmışlardı. Tabii Özgür’ün yazılımcı olması ve sabit bir ofise ihtiyaç duymadan çalışabilmesi bunu mümkün kılmıştı. 3 yıl boyunca 8 metrekarelik karavanda az
Yeni bir dünya kuruluyor. Ve bu dünyada her şey daha “yeşil” olacak. Yiyip içtiklerimizden giydiklerimize, arabamızdan evimize; her şeyin karbon ayak izini hesaba katarak yaşamaya başlayacağız. Çünkü karbona da vergi geliyor
Avrupa Birliği’nin ilan ettiği Yeşil Mutabakat (Green Deal) uyarınca 2023 yılında Avrupa’ya ihraç edilecek çimento, demir-çelik gibi kimi ürünlerden karbon vergisi alınmaya başlanacak. Yani, iklim değişikliğini tetikleyen bir üretim yapıyorsanız bunun bedelini ürünü satarken ödemek zorunda kalacaksınız. Bacadan çıkan kirli gazların, fosil yakıtla yapılan üretimin, plastik ambalaj kullanmanın, suyu aşırı tüketmenin, doğaya zarar veren zehirli kimyasallarla ürün yetiştirmenin bir karşılığı olacak. Muhtemelen her 1 ton karbon salımının bedeli 50 euro olacak.
Sistem de şöyle işleyecek: Diyelim ki çimento ürettiniz. Bunu 27 AB ülkesinden birine satarsanız, çimentonun sebep olduğu karbon emisyonunu belgelemeniz istenecek. Sadece kendi fabrikanızın bacasından çıkan değil, üretim sırasında
Kızılçamların alevlerden korudukları genetik miras, yüzyıllardır olduğu gibi yine bölgeyi bal ormanlarına dönüştürecek. Tabii insan eliyle bu döngü kırılmazsa!
Geçen hafta sonu Marmaris’teydim. Yanan ormanları gezdim. Maalesef tablo çok vahim! Ormana adımınızı attığınızda adeta sönmüş bir mangalın içinde yürüyor gibi hissediyorsunuz. Ayağınızın altında birkaç santimlik kül örtüsü, gözünüzün aldığı her yer kara isle kaplanmış kızılçam gövdeleri… Ağaçların kimi tamamen yanmış, devrilecekleri günü bekliyor. Kimi ise şaşırtıcı bir şekilde alevlerden korunmuş. Hâlâ yeşil dallarıyla karanlığın içinde ışık saçıyorlar. Herkesin umudu da onlarda. Üst bölgelerinde sakladıkları tohumlar (kozalak) sayesinde ormanı yeniden yeşertecekler. Alevlerden korudukları genetik miras, yüzyıllardır olduğu gibi yine bölgeyi bal ormanlarına dönüştürecek. Tabii insan eliyle bu döngü kırılmazsa!
Önemli uyarılar
Ormanda yanan bölgeleri birlikte gezdiğimiz yangın