İstanbul ve Bursa sanayi odalarının rakamları Türk şirketlerinin yüksek borçlarla iş yaptığını gösteriyor.
Son günlerde neyi tartışıyoruz?
- Faiz yüksek.
- Faiz yüksek olduğu için özel sektör kredi kullanamıyor. Borçlanamıyor.
- Faiz ucuz olsa özel sektör daha fazla kredi kullanır. Daha fazla yatırım yapar. Daha fazla üretim yapar.
Faiz yüksek mi, değil mi? Özel sektör faiz yüksek olduğu için mi kredi kullanamıyor? Özel sektör ucuz kredi kullansa daha fazla yatırım ve üretim yapar mı? Bütün bunları tartışmayı unutalım da, özel sektörün durumuna bakalım.
Bu kadar da olur mu? Demek ki oluyormuş! Görmeden inanılamaz. Paris’te Louis Vuitton‘un yeni müzesine gidelim denildiğinde, “Çanta, ayakkabı sergilenen müzede ne işim var?” diyecek oldum. “O müze sanat müzesi, daha da önemlisi binasını Frank Gehry yaptı. Herkes akın akın müzeyi görmeye gidiyor. Gidenlerin çoğu sergilenen sanat eserlerinden çok binayı görmeye, gezmeye gidiyor” dediler.
Gittik ki, yağmur altında insanlar bilet kuyruğunda. Kuyruk 200-300 metre. Biz önceden alınmış, rezervasyonlu bilet ile müzeye girebildik. Binanın mimarı Frank Gehry (1929 Toronto), Guggenheim Müzesi binası ile Bilboa’yı ünlendiren, turist akımını sağlayan mimar. Şimdi de insanlar Paris’teki bina için Paris’in batısında Boulogne ormanlarındaki Jardin d’Acclimatation’a akın ediyorlar.
Yelkenli bir bina...
Böyle bir bina olabilir mi? Dışarıdan bakıldığında, denizde seyreden bir yelkenli. Rüzgârdan şişmiş 12 ayrı yelken. Cam yelkenlerin yüzölçümü 13.500 m2 (13.5 Dönüm). Yelkenlerin altında 11 sanat galerisi ve bir etkinlik salonu var. Her bir galeri 11 buz küpü görünümünde tasarlanmış. Yelkenlerin altında üst üste yığılmış buz küpleri. Galeri alanları 11 bin m2 (11 Dönüm). Etkinlik
TCMB Başkanı Başçı’nın enflasyonu başka, Ayşe Hanım Teyzem’inki başka. Başçı, enflasyonu Tüketici Fiyatları Endeksi’ndeki genel değişimden izliyor. Ocak ayında fiyatlar yüzde 1.10 arttı, yıllık artış yüzde 7.24 diyor.
Ayşe Hanım Teyzem ise ocak ayında gıda ve alkolsüz içecek fiyatları yüzde 3.52 arttı, mutfakta yıllık ortalama fiyat artışı (en az) yüzde 12.61 oldu diyor.
Ayşe Hanım Teyzem gibiler enflasyonu, tencere kaynatmak için ceplerinden çıkan paraya bakarak değerlendiriyorlar.
Türkiye’de en alt gelir grubundan en üst gelir grubuna, tüketim için yapılan her 100 TL harcamanın 24.25 TL’si gıda harcamasına gidiyor. Dikkat buyurunuz, bu ülke ortalamasıdır. Ayşe Hanım Teyzem gibi alt gelir gruplarında 100 TL’lik tüketim harcamasında gıda ve alkolsüz içecek harcamalarının payı 50 TL veya daha da fazla oluyor.
Enflasyon göstergesi olan Tüketici Fiyatları Endeksi, 426 farklı mal ve hizmetin aylık fiyat değişimi izlenerek belirleniyor.
Ayşe Hanım Teyzem gibi orta ve alt gelir grubundakilerin ilgilendikleri gıda ve alkolsüz içeceklerdeki fiyat değişimi ise 127 maddeden izleniyor.
Bu 127 maddenin her birinin, toplam fiyat artışını etkileme gücü farklı. Örneğin domates
Hükümet faizin inmesini istiyor. Merkez Bankası direniyor.
Hükümetin faizin inmesini isterken beklentisi farklı. Merkez Bankası’nın faizi indirmekten çekinmesinin nedeni farklı.
Hükümet faizin indirilmesiyle girişimcilerin ucuz ucuz borçlanarak daha çok yatırım ve üretim yapmalarını bekliyor.
Merkez Bankası faizin indirilmesi durumunda (1) Girişimcilerden çok, tüketicinin borçlanmasında, talebin patlamasından korkuyor. (2) Ucuz faizin döviz girişlerini yavaşlatmasından, içeride döviz talebini artırmasından, sonuçta döviz fiyatının tırmanışa geçmesinden korkuyor.
Bütün bu tartışmalarda faizin iç tasarruflar üzerindeki etkisi gözden kaçıyor. Türkiye’de iç tasarruflar ağırlıklı olarak bireysel tasarruflar. Kurumsal tasarrufların ağırlığı az. Halbuki, faizi sıfıra kadar çekebilen ülkelerde kurumsal tasarrufların toplam tasarruflarda payı yüksek.
Bireysel tasarruflar ise faize karşı hassas. Enflasyonun altındaki reel getiriler tasarrufların banka sistemi dışına kaçmasına, dövize, altına, gayrimenkule yönelmesine yol açıyor. Bu durumda kredi müesseseleri ucuz faizle kredi verecek kaynak bulamıyor. Bu durumda ucuz faizli kredi için Merkez Bankası’nın bankalara kaynak
Petrol türevlerinden üretilen plastik torbalar doğaya (denizlere, göllere, ormanlara, çevreye) atıldığında yıllar boyu özelliğini koruyor. Bozulmuyor.
Sadece plastik torbalar için değil tüm plastik maddeler için “geri dönüşüm” denilen bir süreç var. Atık plastik maddeler akılcı biçimde toplandığında, devamlı olarak yeni bir kullanım amacına dönüştürülebiliyor.
Tüm plastik torba ve eşyanın geri dönüşümü mümkün. Geri dönüşümde tekrar plastik malzeme, tekstil hammaddesi, atık su boruları, marley gibi malzeme üretilebiliyor.
Gelelim “Doğa Dostu” plastik torbalara. Şimdilerde, bazı marketlerde “Doğa Dostu-Doğada Çözünen Plastik Torba” kullanılmaya başlandı.
Değişik yerlerdeki 5 farklı tesisinde plastik esaslı ve de “Doğa Dostu-Doğada Çözünen Plastik Torba” üreten Korozo firmasının tepe yöneticilerinden Semih Şalhon ile konuştum. Semih Şalhon bana “Doğa Dostu” plastik torbaların nasıl yapıldığını anlattı.
2 farklı plastik
Klasik plastik dışında 2 tür plastik var:
Plastik çarşı pazar torbaları sağa sola atılınca, çevre kirliliği hepimizi rahatsız ediyor. Torbalardan sonra en fazla göze batan ve çevreyi kirleten plastik maddeler pet şişeler.
Plastik, petrolden elde edilen bir madde. Plastiğin bir defa üretildi mi, bir daha yok olmama özelliği var. Bu nedenle sonsuz “geri dönüşüm” imkânına sahip.
Plastik torba ve pet şişenin özelliği, insanların her gün tükettikleri ürünlerden olması ve çevrede görünürlüğü. İnsanların her gün tükettikleri başka plastik maddeler de var. Bunlar genelde gıda ambalajında kullanılan plastikler.
Günümüzde plastik torbayı, pet şişeyi, plastik gıda ambalajlarını hayatımızdan tamamen çıkarmak zor görünüyor. Çare, bunların dönüşümünü sağlamak.
Plastiğin en büyük özelliği bir defa üretildiğinde yıllar boyu yok olmaması. Fakat devamlı dönüşüm imkânı var. Açık anlatımıyla, kullanılanı toplayıp tekrar eski haline getirmek mümkün.
Plastikte şampiyonuz!
Plastik sanayicilerinin tepe kuruluşu PAGEV’in verdiği bilgilere göre Türkiye’de yılda 7 milyon ton plastik kullanılıyor. Türkiye Avrupa’da en fazla plastik kullanan 3’üncü ülke.
Davos’taki “zengin ülkeler panayırı” 28 yıldır muntazaman yapılıyor. Davos ile aynı tarihlerde bir araya gelmeye kalkan “fakir ülkeler”in ise soluğu kesildi.
Davos’ta toplanan “Dünya Ekonomik Forumu”na alternatif olarak ilki 2001 Yılında Porto Allegre’de toplanan “Dünya Sosyal Forumu”na ilgi giderek yok oldu.
Halbuki “Davos” altertatifcilerinin sloganı “Başka bir dünya mümkündür” idi. Anlaşıldı ki “Başka bir dünya mümkün değilmiş.”
Nasıl bir başka dünya mümkün olabilsin ki, dünyadaki kişisel servetlerin yarısına, dünya nüfusunun sadece yüzde 1’i sahip.
Bu durumda “fakir ülkelerin fakirlikten kurtulma şansları yok”.
Sosyal Forum çöktü
Her yıl Davos’ta Zengin Ülkeler toplantısı ile ilgili haber, yazılar, değerlemeler sürerken, ben de Fakir Ülkeler toplantılarında olan biteni aktarmaya çalışırdım. Bunu yapma imkânım kalmıyor. Çünkü (1) Dünya Sosyal Forumu toplantıları düzenli olarak yapılamıyor. (2) Toplantılar fikir katılımı olmanın ötesinde karnavala dönüştü. Dünya Sosyal Forumu hareketini başlatan 1998 yılında zengin ülkelerin imzaladıkları “Çok taraflı Yatırım Anlaşması” (MAI - Multilateral Agreement of Investment) oldu.
Emirgan Korusu 452 dönüm. Devlet Baba’nın Toplu Konut’u, Emirgan Korusu’nun bitişiğindeki 158 dönüm yeşil alanı gökdelen rezidans ve AVM yapılsın diye satışa çıkardı.
Kadir Abi (Belediye Başkanımız Sayın Kadir Topbaş) duruma el koymazsa, “gitti gider”!..
Satılacak topraklar devlet malı... Osmanlı’da da “devlet malı” iken, 17. yüzyılda padişah IV. Murat tarafından İranlı Emir Güne Han’a armağan edilmiş “kul malı” olmuştu.
1940’ta dönemin İstanbul Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’ın girişimiyle bu arazi kamulaştırılmış, bir bölümü park olarak düzenlenerek halka açılmıştı.
Şimdilerde Kadir Abi burada her yıl Lale Festivali düzenliyor. Kadir Abi, Lütfi Kırdar’ın yaptığını yapamaz mı? Bal gibi yapar.
Önceki Belediye Başkanı Sayın Erdoğan’a rica etse, Emirgan Parkı’nın bitişiğindeki, parkın yarısı büyüklüğündeki 158 dönüm yeşil alanın betonlaşmasını önler. Şanına şan katar.