Samimiyiz, şeffafız, gönüllüyüz, girişimciyiz!
Önce Saba bir hayal kurdu, sonra Zeynep bu hayale ortak oldu ve sonra Senem de gelince bu hayallerini gerçekleştirmek için çalışmaya başladılar. Üstelik tamamen gönüllülük esasıyla... Kurdukları hayale giderken attıkları her adımda, onları bir basamak yukarı çıkaran hayal ortakları buldular.
Profesyonel hayatlarını, kariyerlerini geride bırakıp Bodrum’a yerleşen üç iş kadını.
Saba 5 yıl, Zeynep 2 yıl ve Senem 3 yıl önce Bodrumlu olmuşlar. Önce aynı okula giden çocukları arkadaş olmuş, sonra anneler. Bir müddet sonra bu üç annenin yolları ‘sanat sevgisi’ bulvarında kesişmiş. Yaşadıkları yere katkı sağlamak için birlikte ortak hayaller kurmuşlar. İşte bu sebepten kendilerine ‘hayal ortakları’ diyorlar.
Gözümüzü, kalbimizi açınca kültür sanat adına; toprağımızda köklenmiş, kök salmaya yüz tutmuş ve yeni açmış nice sanatçılarımız var.
Dedik ki; sanatçılar nasıl üretir, nasıl yaşar, ürettikleri
Sağlıklı yaşamak, güne zinde başlamak ve zaman zaman stres atıp terapi amaçlı yapılan yürüyüşler bünyeye her gün farklı darbeler vuruyor. İşte bu darbelerin bir yenisinden söz etmek istiyorum. Bodrum Belediyesi, kentin merkezinde çeşitli yerlere hem görselliği şenlendirmek ve hem de sanata ve sanatçıya destek amaçlı heykeller koyuyor.
Mesela; Kumbahçe tarafına yürüdüğünüzde, bir bankın üzerinde oturan Halikarnas Balıkçısı, veya çarşı tarafındaki hali içler acısı olan, yıkık dökük Aya Nikola Kilisesi’nin önündeki banka oturmuş Sadun Boro heykellerini ya da Denizciler kahvesinin bulunduğu küçük meydanda denizcilerin ve süngercilerin anısına dikilen Sünger Heykeli’ni görebilirsiniz.
Bunların hepsi geçtiğimiz 3-5 ay içerisinde konuldu. Hepsinin temsil ettiği şey özünde aynı; “saygı!” Bodrum’a, denize, çevreye hizmet vermiş isimlere “saygı.”
Çöp! Etrafa yayılan çöplerin yanı sıra ‘çöp beyinler’ en büyük tehlike. Ne yapar ne eder bir yol bulur yerlere atılan çöpleri toplar, etrafı bir nebze yola sokarsınız. Gerçi eski haline dönmesi an meselesidir...
Ya peki çöp beyinler? Bu sorunun köküne indiğinizde bunun bir bilgi ve davranış problemi olduğunu görürsünüz. İnsan davranışlarının nedenleri oldukça karmaşık. Çevreyi temiz tutma, doğaya saygılı olma, çevreyi umursamama ya da umursama mevzu kişi bazında bakıldığında çözümlenebilirmiş gibi duruyor olsa da aynı davranış bozukluğu milyonlarca insanda görüldüğünde bunu açıklamak, anlamak çok daha karmaşık bir hal alıyor.
Farkındalık yoksunluğu en kuvvetli nedenlerden biri. Öyle ki ta çocukluktan beri çöplerin umarsızca yerlere atıldığını görerek büyüyen bireyler, bu hareketin nedenini sorgulamak gibi bir arayışa girmiyor. Tıpkı ona örnek olan rol modellerinin sorgulamadığı gibi. “Transteorik Model” adı verilen yaklaşım buna
İnsan, evinin barkının bulunduğu yerde turist olmak ister mi? Bal gibi de istermiş meğer. Hafta sonu kısıtlamaları başladığından beri turist olasım var. Hiçbir şeyden etkilenmeksizin ellerini kollarını sallaya sallaya geziyorlar. İnanın bana, maske bile takmıyorlar. Havalar kötüyken bu his çok kuvvetli değildi, ama ne zaman ki havalar ısındı ve masmavi denizin albenisi ‘hadi gel, ben hazırım’ diye avaz avaz bağırmaya başladı, işte o zamandan beri keşke ben de turist olsam deyip duruyorum. Biraz sinir ve biraz da kıskançlığın pençesine düştüm. Haksız da değilim. Elin oğlu bizi memleketine sokmazken, 15 gün otel karantinasını mecbur kılarken, bizim memlekete olan uçak seferlerini iptal ederken, kendileri bizim memlekette, bizim denizimizin sefasını sürüyor. Turistlere yönelik nasıl bir önlem alınmış olursa olsun, söz konusu olan virütik bir salgın hastalıksa ve bu sebepten hayatımızın tam ortasına düşen anlamlı-anlamsız uygulamalar kısıtlamalar ve hatta yasaklar varsa, bunlar memleket sınırları içinde bulunan her birey için geçerli olmalıdır. Plajlara
Türkiye genelinde, özellikle sadece yaz sezonunda iş yapma şansı olan esnaf, pandeminin faturasını en ağır şekilde ödeyen gruplar arasında. Örneğin Bodrum, hepi topu 3-4 ay hararetli bir tempo yaşar. Esnaf, 3-4 ay çalışıp kazanır ve bu kazandığıyla da koca kışı geçirmeye çalışır. Yıllardır var olan kurgu böyleydi. (Sezon daha da uzasın diye çalışmalar yapılıyor, fikirler havalarda uçuşuyor, ama henüz ayakları yere basmadı.) Pandemi öncesi de 2-3 sene sıkıntılı bir süreç yaşandı. Bodrumlu esnaf, dört gözle beklediği yaz sezonundan umduğunu bulamadı. Biraz da esnafın hatalı tutumu ve turist kalitesindeki bariz düşüş, Bodrum’un canını bayağı acıttı. Lüks otel, lüks restoranlar bu acıyı pek hissetmedi. İstanbullu Bodrum’a geldi, İstanbullu mekânlarda yedi içti, eğlendi ve gitti. Hizmet ve ürün kalitesinden ödün vermeyen yerli işletmeler de sezonu kazasız belasız atlatmışlardı.
Sonra birden pandemi kasırgası geldi. Bu öyle bir geliş oldu ki, ne zaman gideceği hâlâ belirsiz.
Pandemi süreci uzadıkça ticari
İncecik bir çizgi... Bir yanı aydınlık, diğer yanı zifir. Bir yanı sabır, diğer yanı tahammül. Bir yanı erdem, diğer yanı kendine ihanet... İşte biz bu ince çizginin bir o yanındayız, bir bu yanında.
Sabır ve tahammül... Biri aydınlığa, bir diğeri karanlığa giden iki kapı…
Aralarında bu denli büyük farklar olmasına rağmen sabır ve tahammül sanki çok benzer kavramlarmış gibi yorumlanıyor. Oysa ki tahammül, sabretmekten çok farklı bir durum.
Tahammül; taa çocuklukta başlayan, içinde çoğunlukla hır, gür ve kavga barındıran sürecin şahitliğinin bir neticesi; istemeden öğrenilmiş bir çaresizlik. Sabır ise, büyümenin, öğrenmenin, gelişmenin, başarmanın yolu.
Tahammül; mecburi bir kabulleniş; çaresizce bir boyun eğiş; yaşam konforunu kanatan baltalı bir ilah; sürekli batan bir diken; omuzlara yerleşen ağır bir yük; insanın başını zonklatan karanlık bir migren ağrısı.
Sabır ise, hedef yolunda insanın karşısına çıkan irili-ufaklı taşlara, anlamlı-anlamsız sıkıntılara, gerekli-gereksiz moral bozukluklarına karşın gösterdiği tatlı bir
Ortada bir belirsizlik varsa beraberinde mutlaka endişe, telaş ve korku benzeri eşantiyonlar da bundan kendine iş çıkarıyor. Bütün kontrolleri tek elinde bulunduran derebeyi beyin, olur da belirsizliğe korku ile yaklaşırsa (ki genelde böyle oluyor) biz faniler otomatikman, kaynayan panik kazanında haşlanmaya başlıyoruz. Ve biz fanilere herhangi bir konu hakkında ne kadar az bilgi verilirse, kararlarımız da aynı ölçüde yanlış ve hatta mantık dışı olabiliyor. Neden? Çünkü belirsizlik, yanında kurguyu ve kurgulamayı getiriyor. Senaryolar yazılıyor, oyuncular seçiliyor ve kamera... Macera filmi olarak yola çıkmışken birden komediye, komedi ise gerilim filmine dönüşebiliyor. Maalesef ortalıkta ne mantık var ne de istikrar...
***
Oysa, önemli ve gerçek birtakım bilgiler ve hatta sadece ipuçlarını bildiğimiz takdirde bile, derebeyinin mantık dışı eğilimlerine müdahale edip, belirsizliğe mantıklı bir şekilde yaklaşma ve yönetebilme şansımız oldukça yüksek.
Belirsizlik, beyninizin tüm kontrolü limbik sisteme devretmesine neden oluyor. Limbik sistem, beynin
Yer: Kumbahçe sahili. Bodrum Kalesi’ne nazır, enfes bir manzara. Günbatımı sahne almak için yavaş yavaş hazırlanmakta. Denize sıfır konumlandırılmış portatif bir masa. Masanın etrafında dört adet portatif sandalye. Sandalyelere kurulmuş, 45-50 yaşlarında dört bey. Buraya kadar sorun yok, ama bundan sonrası fe-la-ket, re-za-let ve ce-ha-let. Bu dört kendini bilmez bireyden biri, elinde telefon tepesinde dikilip kulağının içine klarnet üfleyen (ki bu günlerde korona üflüyor olma olasılığı oldukça yüksek) sokak çalgıcısıyla aynı kadrajda görüntülü konuşma yapıyor. Bir diğeri, dizinin dibindeki kanuncunun kanununun tellerini parmaklıyor. Üçüncü kişi, çaprazında oturan dördüncü arkadaşla avaz avaz ve tükürük saça saça şarkılar söylüyor. Normal şartlar altında bile hiç sempatik olmayan bu darmadağın görüntü, pandemi günlerinde insanı çileden çıkarmaya yetiyor. Evet hepimiz çok sıkıldık, evet hepimiz zaman zaman tuhaf şeyler yapıyoruz, ama bu kadar