İncecik bir çizgi... Bir yanı aydınlık, diğer yanı zifir. Bir yanı sabır, diğer yanı tahammül. Bir yanı erdem, diğer yanı kendine ihanet... İşte biz bu ince çizginin bir o yanındayız, bir bu yanında.
Sabır ve tahammül... Biri aydınlığa, bir diğeri karanlığa giden iki kapı…
Aralarında bu denli büyük farklar olmasına rağmen sabır ve tahammül sanki çok benzer kavramlarmış gibi yorumlanıyor. Oysa ki tahammül, sabretmekten çok farklı bir durum.
Tahammül; taa çocuklukta başlayan, içinde çoğunlukla hır, gür ve kavga barındıran sürecin şahitliğinin bir neticesi; istemeden öğrenilmiş bir çaresizlik. Sabır ise, büyümenin, öğrenmenin, gelişmenin, başarmanın yolu.
Tahammül; mecburi bir kabulleniş; çaresizce bir boyun eğiş; yaşam konforunu kanatan baltalı bir ilah; sürekli batan bir diken; omuzlara yerleşen ağır bir yük; insanın başını zonklatan karanlık bir migren ağrısı.
Sabır ise, hedef yolunda insanın karşısına çıkan irili-ufaklı taşlara, anlamlı-anlamsız sıkıntılara, gerekli-gereksiz moral bozukluklarına karşın gösterdiği tatlı bir çaba; zor koşullar altında cesaret ve metanetini yitirmeme duygusu; çabaya olan inancı besleyen bir aydınlık.
Yaşadığınız, eğer tutsak olduğunuz tahammül değil de, tutsak ettiğiniz sabır ise şikâyet etmezsiniz, ne mutsuzluk hissedersiniz ve ne de hissettirirsiniz; ne üzülürsünüz ve ne de üzersiniz; ne kırılırsınız ve ne de kırarsınız. Belki ara sıra söylenir bulursunuz kendinizi. O kadar da oluversin artık. Canım İnsanlık hali, söylenmeden de olmuyor elbet. Sabır taşı bile çatlamış, biz mi çatlamayacağız.
Sabredelim ama bu sabır bir tükenmişlik psikolojisinin eseri olmasın. Sabredelim ama sabretmek zorunda olduğumuz şey enerji kaynaklarımızı tüketmesin. Sabredelim ama akıntıya kürek çeken olmayalım. Sabredelim ama olmayacak duaya amin demeyelim.
Sabredelim ama bizi aydınlığa taşıyacak hedefler için sabredelim. Sabredelim ama başarıya ulaşmak için sabredelim. Sabredelim ama sevdiklerimize kavuşmak için sabredelim. Sabredelim ama gönül kırmamak için sabredelim.
Sabredelim ama şu sıkıntılı günlerin kolayca geçivermesine bir vesile olduğunu bilerek sabredelim. Böyle sabredelim ki, sabrımız da bir işe yarasın…
Sabır taşı çatladı
Selçuklu zamanında bir tekke, talebe kabul edeceği zaman bir şart koşarmış. Talebeye bir taş verir, her gün o taşı oymasını ve eğitim sonuna kadar o taştan bir halka çıkarmasını istermiş. Böylece hem talebelerin ilim öğrenme konusunda istekleri ve samimiyetleri ölçülür hem de sabır nedir sorusuna cevap bulmaları beklenirmiş.
Taşı oymak o zamanın aletleri ile o kadar zormuş ki günlerce uğraşan talebe artık sabrının sonuna gelir, balyoz ile taşı tek seferde parçalarmış. “Sabır taşı çatladı” sözü buradan çıkmış.
İyi bayramlar demek isterdim...
Tüm insanların sevgi, saygı, hoşgörü ve barışın bilincine vardığı gün olacaktır gerçek bayram. Küçücük bir çocuğa uzatılan silahın gölgesinde bayramınız kutlu olsun diyemiyorum. Sağlıkla kalın.