Türkiye genelinde, özellikle sadece yaz sezonunda iş yapma şansı olan esnaf, pandeminin faturasını en ağır şekilde ödeyen gruplar arasında. Örneğin Bodrum, hepi topu 3-4 ay hararetli bir tempo yaşar. Esnaf, 3-4 ay çalışıp kazanır ve bu kazandığıyla da koca kışı geçirmeye çalışır. Yıllardır var olan kurgu böyleydi. (Sezon daha da uzasın diye çalışmalar yapılıyor, fikirler havalarda uçuşuyor, ama henüz ayakları yere basmadı.) Pandemi öncesi de 2-3 sene sıkıntılı bir süreç yaşandı. Bodrumlu esnaf, dört gözle beklediği yaz sezonundan umduğunu bulamadı. Biraz da esnafın hatalı tutumu ve turist kalitesindeki bariz düşüş, Bodrum’un canını bayağı acıttı. Lüks otel, lüks restoranlar bu acıyı pek hissetmedi. İstanbullu Bodrum’a geldi, İstanbullu mekânlarda yedi içti, eğlendi ve gitti. Hizmet ve ürün kalitesinden ödün vermeyen yerli işletmeler de sezonu kazasız belasız atlatmışlardı.
Sonra birden pandemi kasırgası geldi. Bu öyle bir geliş oldu ki, ne zaman gideceği hâlâ belirsiz.
Pandemi süreci uzadıkça ticari kaygılar, sıkılan dişler, beyhude bekleyiş ve maalesef sonuçsuz çabalar esnafın canını daha fazla yakmaya ve dayanılmaz bir hal almaya başladı. ‘Öğrenilmiş çaresizliğin’ pençesine ha düştü, ha düşecekler.
Dükkân kiraları, personel maaşları, ertelenen ama mutlak ödeme yükümlülüğü olan vergiler, elde avuçta kalmayınca üst üste çekilen banka kredileri... Gelir yok, gider çok!
Orta ve küçük ölçekli çoğu esnaf kepenk indirdi. Restoranlar, kafeler perişan. 17 günlük kapanmanın ardından, nefeslerini tutarak bekledikleri güzel haberler de yine onları teğet geçince, küçülen ciğerleri hepten nefessiz kaldı.
Öte yandan, otel restoranları bu kapanmalardan hiç etkilenmiyor. Acaba bu koronavirüs, otel restoranlarını boykot ederek asla uğramama kararı mı almış ve bunu açık seçik ifade mi etmiş? Yok kardeşim benim otelde işim olmaz, dışarıdaki restoranlarda gezerim mi diyor.
Sakın yanlış anlaşılmasın, niyetim otellerde hizmet veren restoranları provoke etmek falan değil. Sadece paket servisi ve gel al vizesi çıkan bahtsız restoranların günahı nedir diye anlamaya çalışıyorum.
Öğrenilmiş çaresizlik
Öğrenilmiş çaresizlik sendromu, kişinin göstermiş olduğu tepkilerin sonuca ulaşmaması durumunda, sonucu değiştiremeyeceğine karşı oluşan inançla gelen bir ruh hali durumudur. Kişi çok sayıda başarısızlık yaşadıysa; tekrar denese de, nasıl olsa olayların kontrolünün kendisinde olmadığını, başarıya ulaşamayacağını düşünerek adım atmaz.
Başarısızlığı kabulleniş öylesine güçlüdür ki, bazen başarısızlığın önündeki tüm engeller kalksa da kişi başarısız olacağına inandığı için engelin kalkmış olduğunu fark edemez. Araştırmalar sonucunda öğrenilmiş çaresizliğin depresyon ve daha birçok mental sağlık sorunu ile güçlü bir ilişkisi olduğu ortaya konmuş; hayvanlar üzerinde yapılan deneylerle bu bilgi doğrulanmıştır.
Hindistan’da, filler eğitilmek için bebekken kalın bir zincirle kazığa bağlanır ve kaçması engellenir. Bebek fil kaçmayı defalarca dener, fakat kendisinin zinciri koparmaya da, çiviyi sökmeye de gücü yetmez. Yıllar geçer, bebek fil büyür ve hâlâ zincire bağlı şekilde bekler. Artık fil güçlüdür, zinciri koparabilecek ve kazığı sökebilecek gücü vardır, fakat fil kaçmayı denemez bile. Çünkü, özgür olamayacağına inanmaktadır. Artık kırılamayan şey, filin bağlı olduğu zincir değil, filin inancıdır.
GENÇLİĞİN ATATÜRK’E CEVABI
Türk’ün büyük Ata’sına İstiklâl ve Cumhuriyetimizi korumak gerektiği zaman, içinde bulunacağımız durumlar ve şartlar ne olursa olsun, kudret ve cesaretimizi damarlarımızdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyiz.
Türk gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize, namus ve şeref sözü verir, kendimizi büyük Türk ulusuna adarız.