Hep bir endişe, hep bir korku ve tabii biraz da kurgu. Her an kötü bir şeyler oluverecek ve sevdiklerimin başına bir şey gelecek hissine tutsak olmuş gibiyim. Telefon bile çalsa irkiliyorum. İçimde, nedenini anlayamadığım bir huzursuzluk var. Tüylerim hep diken diken, gerginlik ise diz boyu. Kendimi kasmaktan, omzum, boynum, sırtım kazık gibi oldu. Tonlarca yük taşımışım, üstüne dayak yemişim gibi ağrıyor vücudum. Bunlar yetmezmiş gibi, çenem ve dişlerim de acayip sızlıyor. Farkında olmadan dişlerimi sıkmaya başladım. Uyku düzenim de sapıttı zaten. Zar zor dalabildiğim uykumdan, zırt pırt uyanır oldum. Şöyle deliksiz bir uykuya hasret kaldım. Beynimi boşa alıp saatlerce uyumak istiyorum. Kafam allak bullak. Beynimin içinde yüksek devirli bir mikser, mola dahi vermeden çalışıp ortalığı köpürtüyor adeta. Son zamanlarda yaptığım işe dikkatimi de veremez oldum. Sık sık, saçma sapan hatalar yapıyorum. İçim hep sıkkın, hep ürkek!
Bu paragrafta okuduklarınız tanıdık geliyor ve hatta sizi anlatıyorsa vay halinize! Anksiyete bozukluğu. yani ‘kuruntu
Baş ne yaptığından emin olarak durmalı bedende. Aşağı bakmamalı! Öne eğilmemeli, hep dik olmalı. Hep dik durmalı insan. Ama ne aşırı kibirle kaf dağında olmalı ne de aşırı mütevazı olup vasattan nasihat dinler hale gelmeli. Haddini bilmeli, haddini bildiği kadar had bildirmeyi de bilmelidir insan.
Kendisine dürüstlüğün gözüyle bakma cesareti gösterebilmelidir. Yanlışlarla, yaralarla,
zorluklarla, hayal kırıklıklarıyla, özlemlerle, sevinçlerle dik durabilmelidir insan.
Rüzgârın yönüne doğru dönmemeli; eğilip bükülmemeli, onca fırtınaya rağmen dimdik ayakta kalmayı başaran, duruşuna sahip çıkan, köklerine güvenen bir çınarı örnek almalıdır kendine insan. Onun bunun oyuncağı olmamalı, el âlemle oyuncakla oynar gibi oynamamalıdır. Onu gerçekte dik tutan, şahsiyetli ve onurlu yapan şeyin kemiklerden oluşan omurga değil, ilkeler olduğunu unutmamalıdır. Onurlu olmalı, onurlu yaşamalıdır. Başını yastığa koyduğunda bulutlar kadar hafif hissetmelidir kendini.
Geçmişe takılmadan, anın değerini ve kıymetini bilerek yaşamalıdır insan. Özgürce
Uzun tartışmalar neticesinde baba sonunda aşı olmaya ikna oldu. 182’yi aradık. Allah’tan işimiz rast gitti ve ilgili şahısa hemen ulaştık. Zira telefon başında uzun dakikalar bekleyen ve hatta yaşanan yoğunluk sebebiyle numarayı düşüremeyen bir sürü tanıdık var. Vatandaşlık numaranı veriyorsun süreç sorunsuz olarak tıkır tıkır işliyor. Ama hani 85 yaş üzeri ve sokağa çıkma engeli bulunanlara evde hizmet veriliyor diye anons edilmişti ya biz de “Evde mi hizmet almak istersiniz, yoksa bir sağlık kuruluşunda mı?” sorusuna “Evde isteriz” yanıtını verdik.
“Şu an için uygunluk gözükmüyor, lütfen daha sonra tekrar arayın” dedi görevli arkadaş. Nasıl yani? En riskli grup dediğiniz/dediğimiz yaş grubunda olan babam için nasıl uygunluk olmaz? Ben de kısa devre patlaması, sinir atakları ve yoğun bir şaşkınlık devreye girdi hemen. “Yaa bu ne saçmalık! Ayol adam 95 yaşında! Elinizde aşı mı yok?”
Telefonun öbür ucundaki görevli arkadaş ısrarla ve sürekli aynı cümleyi tekrarlıyor “Uygunluk yok”. Çaresizce
Malumunuz, Bodrum’un yıllardır başını ağrıtan yapısal problemleri var. İlçenin bu derece büyüyeceği, boş bulunan irili ufaklı her toprak parçasına ev kondurulacağı, azmakların üzerinden yol geçeceği ve hatta daha fazla inşaat yapmak için dere yollarının yönünün dahi değiştirilebileceği öngörülemediği için, altyapı planlaması, suyu, elektriği, yolu, o günün şartlarına hizmet edebilecek kapasiteye göre yapılmış doğal olarak. Maksimum 8 kişi alabilecek asansöre 20 kişi, bırakın 20’yi, 10 kişi dahi binse asansör düşer. Hadi diyelim ki, şansınız yaver gitti ve düşmedi, ama mutlak bir sakatlık kaçınılmaz. Bodrum’un bugün başına gelen şey, işte bu örnekten pek de farklı değil. Son yıllarda hatırı sayılır oranda göç aldı Bodrum. Bu yıl da koronavirüs vakalarında yaşanan artış nedeniyle yazlıkçılar evlerine dönmeyi erteleyince, kışın 170 bin olan ilçe nüfusu 600 bine yaklaştı ve Bodrum bu artışla 45 ilin nüfusunu da geride bıraktı. Ve uzun zamandır mustarip olduğu baş ağrısı, sahneyi migrene
Okul nasıl gidiyor? Büyüyünce ne olacaksın? En sevdiğin ders hangisi? Buyurun bakalım, küçükken bana sorulmasına en gıcık olduğum sorulardan bir demet... O yaşlarda ıkına sıkıla cevaplar vermeye çalışırken, şöyle rahatça bir “Sana ne!” çıkamıyor insanın ağzından. İşin tuhaf tarafı, “Sana ne!” lafını hayatı boyunca da gönül rahatlığıyla kullanamıyor insan. Hani makbul insan sana ne demez ya, hani ayıp ya!
İlk ses olan ıngaaaa’nın ardından heyecanlı, bol öğretili bir süreç başlıyor. Başlangıçta her şey nispeten kolay. Dünya senin etrafında dönüyor. Herkes el pençe divan... Sen ne istersen o oluyor. Gak deyince su, guk deyince yemek. Bir şeyler ters mi gidiyor? İstediğini yapmıyorlar mı? Patlat bir yaygara, bak nasıl dize geliyorlar.
Yıllar yılları kovalıyor ve sonra bir gün bir bakıyorsun yaygara patlatan taraf el değiştirmiş. “Dersini çalış! Ödevini yap! Geç oldu, hadi yatağa! Dişlerini fırçala! Yemeğini bitir! Üstünü kirletme! Ona dokunma! Bunu yapma! Odanı topla!.. Evren, bu ve buna benzer
Ana haber bültenini izliyordum. Son yıllarda pek sık yaptığım bir şey değil. Abuk sabuk bir sürü tantana... Siniri bozuluyor insanın. ”Evet, şimdiki haberimizin içeriği bir acayip kuş tartışması” diyor Ece Üner ve hoop muhabire bağlanıyoruz. İstanbul Çapa’da bir apartman dairesindeyiz. Muhabirin yaşından bile uzun zamandır evli olduklarını düşündüğüm, sevgi dolu bir karı kocanın evine misafir olduk. Biri 78, diğeri 84 yaşında. Haber bültenine konu olmalarının sebebi ise, tonton amcanın, serçeler, kumrular yesin diye pencerelerinin denizliğine kuş yemi koyması. Kedi, köpek besleyenlere saldıranları, komşularıyla kanlı bıçaklı olanları, hayvanlara zarar verenleri, acımasızca öldürenleri sık sık duyuyoruz maalesef de, böylesini ilk defa duyuyorum. Kuşlara yem veriyor diye, 84 yaşındaki bir amcaya bela okuyan ve hatta tehdit eden şirret mi şirret bir apartman komşusu. Karşı apartmanda oturan şirret teyze, “Çamaşırlarımı pisletiyorlar” diye hem komşularına hem de kuşlara düşman. Aslında ortada çamaşır asabilecek bir alan falan da yok. Maksat,
Sabahları Zeynep’i yakalayınca “Evren, bu ara neler söylüyor?” diye sorar dururum. Bildiğiniz gibi, “Gökbilim bir dildir. Evrenin dili... Ve Zeynep, bu dili iyi bilen, bir astrolog arkadaşım. İki yıldır Bodrum’da yaşıyor. Aslen Ankaralı. 2006 yılında katıldığı koçluk eğitimi sonrasında kafasında sürekli ‘yeni bir hayat’ kurgusu cirit atıyor. “Emret komutanım tarzı hayattan yılmıştım. Kendimi keşfedebileceğim bir yolculuğa çıkmak istiyordum” diye özetliyor bu arzuyu. Ve neticede, 2015 yılında yeni bir serüvene yelken açıyor. İlk liman Alaçatı... Seramiğin ‘sırlı’ dünyasıyla orada tanışıyor . “ Savunma sanayiinde debelenen bir kurumsal iletişimciyken, toprak ile suyun uyumuna, çamurun ateşe kavuşup yanmasına, havayla buluştuğu son noktada ortaya çıkan şahane şeylere tanık olan bir seramikçiye evrildim” diyor Zeynep. Ve sonrasında, insan ile evren arasındaki inanılmaz uyuma merak sarıyor. Evrenin diline, kadim bir ilim olan astrolojiye gönül veriyor.
2021’in ilk günlerinde yine sıkıştırdım Zeynep’i.
B
"Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı” der Fransız gazeteci yazar Alphonse Karr.
Kişilik; tam anlamıyla kim olduğumuzun açıklaması. Nerede ve hangi yüzünü göstermek isterse, yani duruma göre ortaya çıkma yeteneğine sahip ve toplumsal rollere yatkınlık konusunda da oldukça becerikli. Aslında kişilik, hayata bakışımızın, beklentilerimizin,
umutlarımızın, tercihlerimizin, düşünce biçimimizin ve daha bir sürü duygunun vücut bulmuş hali. En kabul görmeyen duygulardan, en yüce duygulara kadar geniş bir yelpazede her özelliği taşıyor. İnsanın hamurunda her şeyin var olduğu itiraz götürmez bir gerçek. Üstelik bu öyle bir hamur ki, genetik miras edasıyla nesilden nesile el değiştirebiliyor. Kişiliğimizi şekillendiren en önemli faktör, hamurun nasıl yoğrulduğu. Doğru ellerde, doğru yollarla ve doğru biçimde yoğrulduysanız, yamru yumru kişiliğe sahip olma riskiniz düşük. İstisnalar kaideyi bozmaz, o ayrı tabi. Mesela; aynı anne baba tarafından ve aynı sistemle yoğrulmuş