Bir ülkenin adalet düzeninin simgesi, 16 yaşında Diyarbakır’da Mahsum’u vuran, delilleri değiştirenlerin dosyası. Bir yanda durup bekliyor o düzenin temsilcilerinin en yakın dostu: zaman aşımı. Böyle vuruluyor sokaklarda uçurtmalar
Diyarbakır’da bir rafta, bir memleketin kurduğu adalet düzeninin simgesi öyle duruyor tozlu.
Gülüşü karanlıkta kaybolmuş bir çocuğun ailesinin son umudu.
Ve açıkça belli ki kim vurduysa Mahsum’u, Berkin’i de o vurdu.
Bazı çocuklar büyük heyecanları erken tanır, bazıları büyük hüzünleri, bazıları kocaman gülüşleri.
Ve bazı çocuklar erken öğrenir zulümleri.
* (Şiir: Şemsi Belli)
Saatlerce uğraşıp, karı delip mezarı açabilirlerdi ama Muharrem için bir küçük kefen bile yoktu Çeli’de. Annesi haykırdı, “Doğru düzgün defnedeceğim” oğlumu diye. Bir çuval bulundu taşınması için, tam Muharrem’e göre... Yola koyuldular, yürüdüler 16 kilometre..
3 yaşında yazılıyor da 2 bile değildi Muharrem, mezradaki yalnız evde öldüğünde. Sonradan değiştireceği dilini yeni öğrenecekti daha.
Daha ne kadar olmuştu ki başlayalı adım atmaya.
***
Elektrik varsa mezrada, kalabalık bir bulvardan seslenen muhabirin, kente yoğun kar yağışı beklendiğine ilişkin haberi izlerlerdi anlamsızca. Denk gelirlerse, uzak bir dağ köyünde mahsur kalmış gençlerin korku dolu öyküsünün anlatıldığı filmleri.
Ölüm kötüdür. Cezaevindeyseniz dışarıda, dışarıdaysanız cezaevinde ölüm çok daha kötüdür.
Engin Huylu, kimilerine göre “devleti tam da yıkacakken”, ceza kanununa göre ise 2 yıl yatıp çıkacakken ölüverdi Çankırı Cezaevi’nde bir gece vakti.
Başı ağrımıştı başta sadece oysa, tedavi olabilirdi “düşman” olarak kodlanmasa.
Bir ağrı kesici ile hücreye yollanmasa, kelepçeli bir ring aracıyla Ankara’ya son dakikada taşınmasa, oradan yeniden yollanmasa Çankırı’ya.
Yaşayacaktı.
2000 yılıydı, ölüverdi daha 19 yaşında.
Güler Zere, tam da ölecekken gönderildi doyasıya sarılmak istediği yakınlarının yanına.
Zaten kimselerin görmediği o yerde, kış geldiğinde, insanlar bile görünmez olurdu. Ve 1996 yılının Ocak ayında Güçlükonak’ta yaşam birileri için gerçekten durdu... Eli silahlı, yüzleri görünmez kişiler minibüsü taramaya başladı...
Her ülke yeni yıla yeni umutlarla başlarken, o ülkede bembeyaz bir defter, daha ilk sayfadan kirletilirdi.
1996’da öyle karanlık başladı.
Zaten kimselerin görmediği o yerde, kış geldiğinde, insanlar bile görünmez olurdu.
Haber bültenlerinde bir cümle olarak geçen, ulaşılamayan köyler gibi, Güçlükonak’ta da kış geldiğinde yaşam dururdu.
Ve 1996 yılının Ocak ayında Güçlükonak’ta yaşam birileri için gerçekten durdu.
Siirt’te 12 yaşında evlendirilen, 14 yaşında anne olan küçük Kader Erten’in ölümünden sonra yazılan onlarca haberin arasından bir cümle sızıp geliyor ortaya.
O köyde büyümüş muhtar, şöyle anlatıyor berdeli ve sevgiyi*:
“2 gün konuştular ve birbirlerine gülümsedikleri için evlendiler. Gülümsemeseler vermezlerdi.”
Bir kez güldüğünde Kader, kaderi çizilmişti. Gülümsemese de aynı olurdu ya, peki gerçekten suçlu kimdi?
Meryem’in hayalleri
Meryem, daha 12 yaşındaydı öldüğünde. Neredeyse denk geliyordur Kader’in evlendirildiği tarihe.
Tarih 13 Kasım 2005’ti. Ne zamandır intiharının şeklini hesap ettiği defterdeki gibi astı ipi banyodaki kalorifere. Enver Arpalı, onuru için o gün veda etti herkese. Cezaevinin önü ana baba günüydü kardeşi cenazeyle çıkıp, ‘Ağabeyim bugün tahliye oldu’ diye bağırdığında
Gürültüler, toz, duman arasından iki sütuna sığdırılmış bir haber gözüküyor:
“Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi eski Rektörü Yücel Aşkın beraat etti.”
Van’ın ve ölümün dondurucu soğuğu uçuşuyor gazetelerin üzerinde.
Bir fakir çocukluktan “bir büyük adamlığa” ulaştığı yolun sonunu, Van’da, cezaevinin bir köşesinde, bir banyonun kalorifer borusunda bitirmeye karar veren bir adamın görüntüsü vuruyor bir ülkenin üzerine:
Enver Arpalı.
“Büyük adamlığa” giden yol
Antakya, Ceylan Sokak, 18 Mart 1994. Zaten 1 erkek, 2 kız çocukları olan Korkmaz ailesine yeni bir erkek daha geldi.
Ali ve İsmail dedelerinin isimlerini verdiler ailenin nazlısına.
Ali İsmail Korkmaz.
Ali İsmail, o sokakta, 8 kardeşli annesinin yeğenleri ile 9 kardeşli babasının yeğenleri arasında, halalar, amcalar, teyzeler arasında “ayrı-gayrı” nedir bilmeden büyüdü.
Sokakta düştüğünde kuzeni tuttu elini, karnı acıktığında iki bina yandaki evde yedi salçalı ekmeğini. 2 yaş büyük kuzenlerinin kıyafetlerini giydi, kendi kıyafetlerini 2 yaş küçük kuzenine verdi.
Hasta Fenerbahçeli
Narin Otel, 1992’de içinde vurulmuş sahibinin bedeni yatarken yakıldı. Diyarbakır Savcılığı, 20 yıl sonra zamanaşımına 2 gün kala 2 uzman çavuş hakkında yakalama kararı çıkarttı. 4 asker hakkında 21 yıl sonra ağırlaştırılmış müebbet istemli bir dosya açıldı. İpek böceği kozalarıyla yakılan otelden çıkan 21 yıllık adalet mücadelesi
3 Ekim 1992’de Diyarbakır Kulp’ta yanan Narin Otel’in içerisinde bütün ilçenin tanıdığı bir babanın, bir adamın, bir insanın vurulmuş bedeni vardı.
Narin Otel
Abdulvahit Narin’i bütün Kulp tanırdı. Kulp dediğin yer ne kadar ki?
İlçedeki tek otelin sahibiydi. Ve buralarda kalacak bir yerin sahibi olmak tek başına bir suçlanma nedeniydi.