Bir ülkenin adalet düzeninin simgesi, 16 yaşında Diyarbakır’da Mahsum’u vuran, delilleri değiştirenlerin dosyası. Bir yanda durup bekliyor o düzenin temsilcilerinin en yakın dostu: zaman aşımı. Böyle vuruluyor sokaklarda uçurtmalar
Diyarbakır’da bir rafta, bir memleketin kurduğu adalet düzeninin simgesi öyle duruyor tozlu.
Gülüşü karanlıkta kaybolmuş bir çocuğun ailesinin son umudu.
Ve açıkça belli ki kim vurduysa Mahsum’u, Berkin’i de o vurdu.
Bazı çocuklar büyük heyecanları erken tanır, bazıları büyük hüzünleri, bazıları kocaman gülüşleri.
Ve bazı çocuklar erken öğrenir zulümleri.
24 Mart 2006 sabahı, Diyarbakır, hiç olmadığı kadar uzaktı.
Haber bültenlerinde, “öldürülen PKK’lıların cenazelerinin Malatya’da Adli Tıp’a getirildiği ve yakınlarının bekleyişinin sürdüğü” cümlesi okunurken öyle rutin, bütün bir kent bir öfke tuzağındaydı.
Cenazeler 4 gün sonra kente getirilebildi. Kimine göre gaz, kimine göre taş atıldığında başlayan olaylar bitmek bilmedi. Bilindik çatışmalardan değildi.
Malatya’ya cenazeler için gidip de Diyarbakır’a dönen iki kişi can verirken, ilk gün sonunda, Diyarbakır, daha güneş batarken hazırlanmıştı daha büyük ve daha öfkeli çatışmaya.
Kimsenin durmaya niyeti yoktu, daha çok gaz, daha çok su, daha çok kan.
O gün, 28 kişi vuruldu ateşli silahlarla.
Ve tanklar meydana çıktı Diyarbakır’da.
Her gün yeni cenazeler kaldırılırken bir yandan, diğer yandan kan akıyordu durmadan.
Günler süren olaylar bittiğinde, 10 cenaze kalktı meydandan.
Biri 18’indeydi daha, diğeri 9 yaşındaydı evinin balkonunda vurulduğunda, biri teyzesinin kapısına ulaşamamıştı daha 8 yaşında.
Ve Mahsum Mızrak henüz 16’sında.
Konulamayan isim
Korkmaz ailesinin dördüncü çocuğuydu Mahsum.
“Newroz” koymak istediler ismini de nüfus müdürlüğünde boyunları büküldüğünden belki, memur Mahsum diye yazıverdi.
Doğduğu mahalleye su, şebekeden gelmezdi.
2 yaşındaydı elini su tankerinin kayışına kaptırıverdi.
O elindeki yara, 2006’da, babasının kalbine işleyecekti.
Kimin yüzü asık olsa, kocaman gülümseyen yüzüyle yanındaydı, ailenin neşesiydi.
En küçüğüydü evin, en nazlısı, en güzeli.
Kendisine göre koca adamdı da hep bebek gibi davranıldı evde o yüzden belki.
Diyarbakır sokaklarında tanklar dolaşıp, herkesin suspus olduğu o gün, Mahsum da okuldan yeni gelmişti.
İnternet kafeye gideceğini söyledi. Annesi, babadan, “Sakın bugün çıkartma dışarıya” diye tembihli.
Annesi, “gidemezsin” diye söyleniyordu ki öyle şefkatli, Mahsum, öpüp yanağından kapıdan fırlayıverdi.
30 Mart’tı günlerden, Diyarbakır’ın en bahar zamanları.
Delirtmeyen, kemik ısıtan güneşin altında, baharı bahar yapan çiçekler bile yaralı.
Eve dönmedi Mahsum. Karakola koştular önce, oradan hastaneye. Oradan savcılığa, yeniden karakola, yeniden hastaneye.
Gün döndü, gece oldu. Mahsum bulunamayalı artık 4 gün olmuştu.
Ve Diyarbakır’da 4 gün kaybolup da geri dönen kimse pek yoktu.
Hastaneye gitti yeniden babası, 25-30 yaşlarında kimliği olmayan bir teröristin yattığını söylediler bu kez morgda ve babaya sordular.
“Sıkıntı var mıydı parmaklarında?”
Kafatasındaki delil
Otopsi yapıldı, 16 yaşını yeni dolduran Mahsum’un kafasından gaz fişeği çıktı, öyle bütün, üzerinde seri numaralarıyla.
Akrepler eşliğinde kılındı namazı, Mahsum toprağa gece 2’de yatırıldı.
Tanıklar nasıl vurulduğunu ayrıntılarıyla anlattı. 3 polisin tüfekleriyle o yöne ateş ettikleri ortaya çıktı.
Valilik izin vermedi yargılanmalarına, idare mahkemesi kararıyla dava açıldı.
İlk duruşmada yoktu 3 polis, arkadaşları izleyici sıralarındayken açıkladı mahkeme:
“Dava sürüyor, gelirler, tutuksuz yargılanmalarına...”
Yazılar yazıldı, kimin ateş ettiği için polislerin kullandığı silahlar istendi ki, emniyetten o yazı geldi:
“Kafatasından çıkan fişekteki numaralardan, bulunamaz hangi silahın ateşlendiği.”
Avukatlar ısrar etti, mahkeme ikna oldu jandarmadan da sormaya. Jandarma yanıt gönderdi; “Gönderirseniz, buluruz hangi silahın hedef aldığını Mahsum’a.”
Ve mahkeme, gönderdi tüfeklerle, adli emanetteki fişeği Van Jandarma’ya.
Av tüfeğinin fişeği
Polisler rahattı.
Valilik rahattı.
Davada karşı tarafta kim varsa rahattı.
Jandarma gelen dosyaları açtığında şaşırdı.
Kafasından gaz tüfeğinin fişeği yazıyordu otopsi raporunda ama av tüfeğinin fişeği gönderilmişti Van’a.
Bir memleketin en kutsal gizliliği olması gereken adli emanetten çalınmıştı gaz fişeği ve yerine av tüfeği fişeği bırakılmıştı alay eder gibi.
Kanlı uçurtma
Mahkeme, failin bulunacağı aşamada delilin değiştirildiğini tutanak altına alarak suç duyurusunda bulundu. Delili değiştirenler hakkında soruşturma açılmasını istedi. Yaşananlara rağmen, sanık polislerin delil karartılması ihtimaline karşı tutuklanması talebini ise yine reddetti. O ülkede yüzlerce kişi delil karartma ihtimali nedeniyle tutukluyken, delillerin değiştirildiği bir davada tutuklama mahkemeye göre gereksizdi.
Savcılık suç duyurusu üzerine yeni bir soruşturma başlattı.
Belki ilk kez, bütün bunları yapanlar açığa çıkartılabilecekti ki dosyanın üzerine, “gizlidir” damgası vuruluverdi.
O gün bugündür kanıyor bir uçurtma raflarda.
Dosyaların arasındaki bir uçurtmadan kan damlıyor gri koridorlara.
Neredeyse 2 yıldır, kapağı açılmadan, içinde ne olduğu bilinmeden duruyor öyle kendi yalnızlığında.
Bir ülkenin adalet düzeninin simgesi Mahsum’u vuran, delilleri değiştirenlerin dosyası.
Bir yanda durup bekliyor o düzenin temsilcilerinin en yakın dostu; zaman aşımı.
Bahar geliyor Diyarbakır’a yine.
Oynuyor sokaklarda delice neşeli ama adaleti tanımadan Mahsum’un arkadaşları.
Ne kadar aksini dilersen dile, o dosyalar açılmadıkça, vuruyorlar sokaklarda uçurtmaları.