Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Antakya, Ceylan Sokak, 18 Mart 1994. Zaten 1 erkek, 2 kız çocukları olan Korkmaz ailesine yeni bir erkek daha geldi.
Ali ve İsmail dedelerinin isimlerini verdiler ailenin nazlısına.
Ali İsmail Korkmaz.
Ali İsmail, o sokakta, 8 kardeşli annesinin yeğenleri ile 9 kardeşli babasının yeğenleri arasında, halalar, amcalar, teyzeler arasında “ayrı-gayrı” nedir bilmeden büyüdü.
Sokakta düştüğünde kuzeni tuttu elini, karnı acıktığında iki bina yandaki evde yedi salçalı ekmeğini. 2 yaş büyük kuzenlerinin kıyafetlerini giydi, kendi kıyafetlerini 2 yaş küçük kuzenine verdi.

Hasta Fenerbahçeli
Köy okulunda bitirdi ilkokulu, sonra Antakya’da ortaokul ve lise.
Çocukları esaslıca okusun diye, 30 yıl Suudi Arabistan’da çalışan, 2013’te bir parçası kopan ailesine ancak 2010’da dönebilen babaydı ailenin bütün özlemi.
Bütün kardeşlerde esaslı bir anne terbiyesi. En küçük Ali İsmail’e düşen ise o terbiyelerin en torpillisi.
İlkokuldan itibaren “avukat abisi” Gürkan Korkmaz’ın ne yaptığını izledi Ali İsmail. Dinlediği şarkılara, sevdiği filmlere, beğendiği tişörtlere, fotoğraf makinesine el koydu misal.
Tek farkları vardı.
Ali İsmail Fenerbahçe’ye “ölümüne” gönül vermişti, ağabeyi “fazlaca takmadan” Galatasaray.
Yokuşun başındaki okuluna yürürken, 14 yaşında ilk kez korkuttu ailesini. “Çok yoruluyorum” anne derdi. Hastaneye gittiğinde anlaşıldı kalp problemi. Ankara’da hastane ve ameliyat günleri.
Kalp ameliyatı da durduramadı Ali İsmail’i.
Fotoğraf çekti, şarkı söyledi, başka kentlere, ülkelere gitti, saçını istediği gibi kestirdi, halı sahada her pası kendisine istedi, köpeği “Kuzey’i” ormanda gezdirdi. Lisedeyken sevgilisini soran ağabeyine, öyle kocaman gülümseyerek, “Sen işine bak abi” dedi.
İngilizceye merakı, ağabeyinin yabancı ülkelere merakı ile depreşmişti. Daha ilk senesinde kazandı Eskişehir’de İngilizce Öğretmenliği’ni.
Ders çalışmazdı aslında, sınavda yetecek, dersi geçecek kadar. Pahalı eşyalar almazdı. Alan kuzenlerine söylenirdi, “o tek tişört parasına, ben kendimi ifade edecek 10 tişört alıyorum” diye öyle büyük büyük.
Eskişehir’e, bir sene önce aynı kenti kazanan kuzeni ile yengesinin kardeşinin kaldığı eve o çok sevdiği tişörtleri, tuşları bile içine girmiş telefonu, anne, baba ve kardeşlerinin büyük özlemiyle gitti.
İlk seneden ağabeyine, “Bırakıp yeniden mi hazırlansam” demişti. Belki tercümanlık, belki daha çok gezip dolaşacağı bir başka meslek. “Ama devam et” dedi ağabeyi, “İkinci fakülteye hazırlanırsın bir yandan ve zaman kazanırsın, daha ne kadar da gençsin.”
Harçlığını ağabeyinden istiyordu.
Telefonu gülerek, “Ne kadar istiyorsun?” diye açan ağabeyine, “Olur mu abi, hatırını sormaya aradım” diye söylendikten iki gün sonra, “Abi, param bitti” diye açılan telefon.
“Ayıp olmasın” araması.
Taktiği değişmezdi.
25 Nisan’da vizelerden sonra son kez geldi Antakya’ya, 1 hafta.
Arkadaşlarıyla gezdi, babasının telefonu bozulunca kendi telefonunu verdi, babası, tuşları gözükmeyen telefonu yenisiyle değiştirince, “Ne gerek vardı?” diye söylendi. “Az aradığı” için küsen annesinin yemeklerini yedi.
Eskişehir’e gitti.

Naif bir karakterdi
1 ay sonra “Gezi” geldi.
2 Haziran günü, ağabeyi, internetten görüntülü konuştu Ali İsmail’le.
Hiç çekemediği, hâlâ hesabında kalmış harçlığını yatırdığını söyleyecekti.
Bir de sigara içtiğini öğrendiğini ve çok sinirlendiğini. Ali İsmail, öyle mahcup dinledi.
Akşam, saat 22.00 gibi yine aradı ağabeyini; “Sokaklarda polisler yakalarsa öğrencileri dövüyormuş” dedi.
Ağabeyi, “İnanmayın söylentilere, neden yapsınlar, sakin olun” diye sakinleştirdi.
Ali İsmail hep muhalifti.
Normal sanılanlara, ikiyüzlü ahlaka, reklam panolarına dönüştürülmüş insanlara, doğayı kendisinin sananlara.
Ve hep naifti.
Üzülürdü, kurda, kuşa, kesilmiş ağaçlara.
2 Haziran’ı, 3 Haziran’a bağlayan o gece, annesinden tokat bile yememiş Ali İsmail için bütün yeryüzü şiddetti.
Gece 2 gibi ağabeyini aradı kuzenleri.
Ceylan Sokak’ta büyürken özgürce koşuşturan o çocuğu, Eskişehir Sanayi Sokak’ta defalarca çelmelemişler, defalarca dövmüşler, yetmemiş yerdeyken kafasını tekmelemişlerdi. Polisten o dayağı yedikten sonra gittiği hastanede, korkudan, “düştüm” demişti.

38 günlük derin uyku
Ertesi gün boyunca sürekli aradı ağabeyi, her telefon açtığında uyuyordu.
Nihayet bir telefona çıktığında, karakoldan çağrıldığını söyledi. “Polise, solis, masaya sama” diyordu, dili dönmüyordu.
Korktu ağabeyi.
O halde ifade verdi Ali İsmail, sonra hastaneye gitti. Sonra ameliyat edildi, sonra 38 günlük derin bir uykuya geçti.
Ve sonra heykeli dikildi, serçelere su verdi.
Kabus ve karanlık 90’lı yıllarda kaybedilenlerin kemikleri aranırken bir yanda, diğer yanda dövülerek öldürülenlerin görüntüleri kaybedildi.
Beyaz Toros’un yerini meşe odunu aldı, elektriğin yerini gaz fişekleri.
“Kahramanca” bir çocuğu döverek öldürenlerin isimleri gizlendi.
Zorla ortaya çıkartıldığında, güvenli diye davaları Kayseri’ye nakledildi.
Yarın ise güvenli olmadığı söylenmesine rağmen her nasılsa Eskişehir’de tanıklar dinlenecek. Ali İsmail ise yine serçelere su verecek.
Değişmeyen bir dil, sürekli uyarıyor: “Devlet refleksi, devletler yapar böyle şeyler.”
Devletler yapar böyle şeyler, insanlar ve tarih bazen bir şiirle, bazen bir tezahüratla yargılar.
Ve Ali İsmail’in hiç gidemediği o stattan yükseliyor şarkılar:
“Daha 19 yaşında, düşlerinde özgür dünya... Ali İsmail Korkmaz, Fenerbahçe yıkılmaz.”