Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

* (Şiir: Şemsi Belli)

Saatlerce uğraşıp, karı delip mezarı açabilirlerdi ama Muharrem için bir küçük kefen bile yoktu Çeli’de. Annesi haykırdı, “Doğru düzgün defnedeceğim” oğlumu diye. Bir çuval bulundu taşınması için, tam Muharrem’e göre... Yola koyuldular, yürüdüler 16 kilometre..

‘Ankara’da anayasso’*

3 yaşında yazılıyor da 2 bile değildi Muharrem, mezradaki yalnız evde öldüğünde. Sonradan değiştireceği dilini yeni öğrenecekti daha.
Daha ne kadar olmuştu ki başlayalı adım atmaya.
***
Elektrik varsa mezrada, kalabalık bir bulvardan seslenen muhabirin, kente yoğun kar yağışı beklendiğine ilişkin haberi izlerlerdi anlamsızca. Denk gelirlerse, uzak bir dağ köyünde mahsur kalmış gençlerin korku dolu öyküsünün anlatıldığı filmleri.
Sabah kolay çıkabilmek için, kapının önüne yığılan karı temizlerlerdi bazen geceleri.
Uzun bir yalnızlık ve sessizlikti gece. Her kış böyle geçerdi, yolları açılamayan ve haber değeri olmayan Çeli’de.
Van Gürpınar Yalınca köyüne bağlı Çeli mezrasına silah seslerinin ulaşmadığı yıllarda doğdu 7 erkek 3 kız. Taş ailesi kentten ve oralara ilişkin tartışmalardan uzak mutluydu. Otlaklarında çalışıyor, hayvanlarını besliyor, kente gidip ya hayvan ya saman satıyor ve zenginlik içerisinde yaşıyorlardı.

Van’a göç ettiler
Mezra şartlarında varlıklı bir baba, cefakar bir anne.
Nasıl da şenlikler olurdu Çeli’de yaz gelince.
15’e yakın evin nüfusuna, Gürpınar’ın bir bölümü eklenirdi neredeyse. Ne hayvanlar, ne otlaklar, ne insanlar kaldı şenlik bittiğinde.
O yıl, bütün bir doğuyu sarsan çatışmaların etkisi kendisini gösterdi Gürpınar ve civar köylerinde. Devlet, bütün gücüyle yerleşti ilçeye. Riskli köyler, daha riskli mezralar boşaltıldı.
Büyük ve önemli planlamalardan sonra emir gönderildi Yalınca köyüne:
“Mezrayı boşaltın.”
Hayvanlar satıldı tez elden, otlakları kimse alamazdı artık ve evleri. Dokunulmaz mal varlıkları vardı artık OHAL Bölgesi’nde. Van’a göçtü 12 kişilik aile. Daha büyük şehirlere gitmekten ürktü.
Büyüyen oğullar ve kızlar dağıldı ayrı yönlere.
Yapabildikleri her işi yaptılar. Dükkânlara girdiler, temizlik yaptılar, hayvan pazarında çalıştılar. Taş ailesini böyle ayakta tuttular. Varlığını yitirmiş aile, iyice yıkıldı 1995’te.
Mezradan geldiğinden beri hiçbir iş yapamayan babalarının kalbi dayanamamıştı artık bu ağır göçe. 10 çocuktan çoğu yuva kurmuştu.
Ve o zaman yeni evlenmişti daha Abdurrahman, daha yeni çocukluktan çıkmış Halise’yle.
Köylere gidip, başkalarının hayvanlarına bakıp bakmaya çalışıyordu evine. Kışları köylerde kalması da yetmiyordu artık ailesine. Yaşama tutunmaya çalışan Taş ailesine, iyi haber geldi 2000’lerde.
Artık evlerine dönebilirlerdi, geçmiş sayılırdı devlete göre artık tehlike.
Dönüp baktılar mezraya.
İçine girilebilecek sadece iki ev bulabildiler Çeli’de.
“Dayanacak gücümüz kalmadı, burada yaşayacağız” dedi Abdurrahman ve Halise.
Ve döndüler geriye. Biri erkek, ikisi kız üç çocukları oldu.
Evin neşesiydi
Kendi hayvanları yoktu ama otlaklarında başkalarının da olsa yine hayvanlar otluyordu.
Elektrik haftalarca gelmezdi kış gelince.
Kimseler gelmezdi, kardan göz gözü görmezdi ama pişirdikleri ekmeği yiyebiliyorlardı işte. Büyüdükçe çocukları, Van’a okula gönderiyorlardı çocuklarını, karı koca dayanmaya razıydı, çocukları istedikleri gibi okusunlar diye.
Kayıp neşeleri ise geri geldi Muharrem geldiğinde.
Önceki yıl muharrem ayında doğdu Abdurrahman ve Halise Taş’ın çocukları.
Mezrada doğum yapılamazdı. Van’da beklediler gelmesini.
“O ayda doğdu, mübarektir” diye adını da Muharrem koydu annesi.
Soğuk gecelerde koynuna aldı, uzun gecelerde yıldızları anlattı. Sessiz gecelerde sesiyle ısındı, karanlık gecelerde yüzüyle aydınlandı.
Sürekli gülen bir bebekti, “Niye ağlamıyor hiç?” diye şaşkın bakıyordu bazen babası.
Ayaklandığında peşleri sıra koşturuyor, okumaya Van’a giden kardeşlerinin ardından 3 dakika sürüyordu tasası.
Artık belki eski neşe yoktu Çeli’de ama şenlik yeniden başlamıştı Muharrem’le.
Öksürükle başladı
O sabah kahvaltı yaparken yerinde durmadı Muharrem.
Kalkıp yürüyor, elindekileri atıp gülüyor, söyleyemediği 3 kelimeyle sohbet ediyordu annesiyle.
Bir iki öksürük enerjisini bitirmişti öğlen geldiğinde.
Akşamüstü sesi kesilmişti, annesinin koluna atıverdi kendini öyle ateşli.
Baba, hemen aradı Yalınca köyündeki korucuyu.
Korucu hemen haber verdi karakoldaki askerlere.
Askerler de hemen aradı 112’yi. Ama bir türlü yanıt gelmiyordu Çeli’ye.
Babası, yeniden aradı, karakol tekrar sordu.
Saatler geçiyor, gelen giden olmuyordu. Kollarında ateşini düşürmeye çalışıyordu anne ve babası, Muharrem’in.
Sular yetişmiyor, kar düşürmüyordu ateşi.
Kollarında, yavaşlayan nefesi sessizce kesile kesile kaybettiler küçük Muharrem’i.
Elektriksiz mezrada, karanlıkta biraz beklediler öylece.
Annesi, derinden ve yeniden içine sokmak ister gibi sarıldı bebeğine gecenin ikisinde.
Abdurrahman Taş, gerek kalmadı diye haber gönderip köye, telefon açtı kardeşlerine.
Van’dan yola çıktı kardeşleri. Önce Gürpınar’a, sonra Yalınca’ya geldiler.
Gelirken de cenazenin alınması için devlete yeniden haber gönderdiler.
Yalınca’da araçlarını bırakıp mezraya daha yakın Sıcaksu köyüne ulahâlâ giden gelen yoktu.
Çeli’ye yürüyerek, kendi imkanlarıyla geldiklerinde artık saat öğlen 12 olmuştu.
Abdurrahman ve Halise Taş’ı bebeklerine sarılır buldular öylece.
Küçük Muharrem, gece 2’den beri duruyordu kollarında öyle nefessizce.
Nereye defnedelim diye düşündüklerinde, önce 3 metrelik karı fark ettiler.
Saatlerce uğraşıp, karı delip mezarı açabilirlerdi ama Muharrem için bir küçük kefen bile yoktu Çeli’de.
Annesi haykırdı, “Doğru düzgün defnedeceğim” oğlumu diye.
Bir çuval bulundu
Bir çuval bulundu taşınması için, tam Muharrem’e göre.
Yola koyuldular, yürüdüler 16 kilometre.
Sırayla taşıdılar Muharrem’i sırtlarında, bir adım gerilerinde hep o feryatlar içinde anne.
Yalınca’ya geldiklerinde battaniyeye sardılar Muharrem’i.
Van’a gittiklerinde, camiye emanet ettiler bedenini.
Ancak dirisine ve ölüsüne yetişemeyen devlet “olmaz” dedi. Camiden alındı Muharrem, cenaze aracıyla götürüldü morga. Savcı emriyle otopsisi yapıldı ve yaşarken götürülse merakla inceleyeceği hastaneye bırakıldı. “112 geri aradı, ulaşamadı” söylentileri devam ederken hastaneden alındı Muharrem.
Sabahın 9’uydu, emanet edildi toprağa.
Babasının omuzlarına tırmanmamıştı daha.
Daha fakirliği, yoksunluğu, yalnızlığı çekecekti ciğerlerine.
“Açılamayan köy yollarından” daha uzun bir cümle oldu haber bültenlerine.