Yakın bir arkadaşımla Konak civarında bir iş için randevulaştık. Toplantı biraz uzun sürdü.
Çıkışta, “Eee hadi ofise yürüyelim” dedik. Tam Hisarönü’ne geldik ki, benim mide zil çalmaya başladı.
Ne yesek, öğlende oldu, “Bizim Lokanta” yakın, oraya mı uğrasak derken arkadaşım, “Kardeşim bak doktor önümüze çıktı” dedi.
Başımı kaldırdım önümdeki tabelada, “Ülver Teyze” yazıyor.
“Abi, öğlen oldu neredeyse acaba başka bişi mi yesek” diyemeden, kendimi dükkanda buldum.
Kapı ağzında bi masaya iliştik.
Bu şirin dükkan, yani Ülver Teyze bir Boşnak börekçisi. Balkan börekleri yapıyor. Uzmanlığı börek yani.
Ben klasikçiyim.
Evet, iddalı laf.
Ama ben sözümün arkasındayım. Yerim arkadaş. Yeterki hakkıyla sofraya gelsin.
Alsancak’ta bi kafade oturmuş iki üç arkadaş laflıyoruz, denizden açıldı konu.
Döndü dolaştı, deniz balığı, çiftlik balığı konusuna takıldı kaldı. Tam muhabbet koptu kopacak derken, işi balık olan arkadaşım, “Fedo, haftaya ayarla kendini balık tadıcaz, denizmi, çiftlik balığımı olayını çüzücez kardeşim” dedi.
“Yahu, benim böyle bi derdim yok” desemde, azıcıkta işime geldi galiba, “Olur çözelim” dedim.
Haftasonu Ildır’da bir sahil restoranında buluştuk.
Balıktan önce derin derin deniz kokusunu içimize çektik.
1993 yılı başlarıydı yanılmıyorsam, Kadir Usta’nın köftesiyle tanışmam.
O zamanlar çalıştığım gazetenin ulaştırmasından bir ağabeyimle Bornova’ya düştü yolumuz.
Öğlen iş bitimi Kaymakamlığın civarıda dolanırken şoför abim “Fedo, hiç geldin mi buraya?” demesiyle daldık içeri ve doyurduk karnımızı.
Yıllar sonra Bornova aşığı bir dotum tekrar Kadir Usta’dan bahsedince “Kebap 74, di mi abi...” deyiverdim.
“Evet” cevabıyla öğle yemeği mekânımı belli oldu.
Arabamızı park yerine bırakıp soluğu Kebap 74’te aldık. Karışık bi köfte söyledik, olmazsa olmaz bi de piyaz ekledik yanına.
Piyazla birlikte kızarmış ekmekte geldi masaya. Bi ara Bornova sevdalısı dostuma “Abi, dur piyaza daldık, köfteyi kaçırmayalım” deyiverdim.
Dedim demesine de tekmil piyazın yarısını götürdük tabii bu arada.
Lezzet yemekte midir yoksa yapanda mıdır bilinmez. Kimi el melekesi der, kimi kullanılan malzemeyi över. Bana göre hepsi.
Ancaaak güler yüz, tatlı dil olmazsa yemeğin lezzeti asla olmaz.
Timur’u Kemeraltı’nda bir otoparkta tanıdım. Kemeraltı’na gide gele dost olduk.
Asıl mesleğinin söğüşçülük olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım. “İşlerimiz çok iyiydi ortağımla, krize yenik düştük” dediğinde çok üzülmüştüm. Çünkü istekle özlemle anlattığı işini yapamıyordu.
Geçen yıl yine otoparka gittiğimde heyecanla “Bornova yeni adliye yakınlarında dükkan tuttum abi” diye geldi yanıma. Gözleri parlıyordu.
Bir ay kadar sonra da “Açtık, bekliyoruz” diye aradı beni. Kısmet olmamıştı gitmek. Geçtiğimiz günlerde gittim.
Dükkânın adı ‘Söğüşçü Ruhi’...
Fısıltı gazetesinin üzerine bir mecra olduğunu sanmıyorum.
Köfteci Tamer’i ilk defa fısıltı gazetesinden duydum. Ha bugün, ha yarın gidip bir iki lokma bişi yiyelim derken, eski müdürüm Gülseren Hanım’ın (Gülümser Bubik), “Hadi len Fedo değişiklik olur” demesiyle, bi öğlen kaçamak yaptık. Kaçamak diyorum, çünkü müdür iki lafın belini kıracaksa, accık kafa bişilere takıksa, Borsa’daki “Bizim İnegöl” köftecisinden başka yere gitmez. Neyse bindik arabamıza kağıtta köfte için Köfteci Tamer’i bulduk.
Ne yalan söyleyeyim gittiğimizde yer bulamayıp dışarıda sıra bekleyince çok şaşırdım. Köftesinden önce garsonların kimseye öncelik vermediğini, gelenlere geliş zamanına göre servis yaptıklarını gördüm. Sıra bize gelip masamıza oturduğumuzda da süzme yoğurttan yaptıkları ayranı ile tanıştım. Hala aynı keyfi alırım ayranlarını içerken.
İlk yeri Çamdibi’nde bir kahvehanenin bahçesiydi. Köfteci arabası bahçenin köşesinde, masalar bahçe içine yayılmış bi mekandı. Hatta biz gitmeye başladığımızda tatlı ihtiyar bi garsonu vardı. “Abi işimiz acele siparişi verelim” derdik. Bize tatlı sert, “Sıranız gelince alırım!” deyip giderdi.
Enteresan! İhtiyara hiç kızdığımızı hatırlamıyorum.
Şimdi o dükkanda
Köfteye karşı hassas olduğum doğrudur. Kişiliği olan bir yemek olduğunu söylerim hep.
Kim yaparsa, köfte onun köftesi olur. İşte Tarihi Göztepe Köftecisi de böyle bir yer.
Konak’tan Göztepe Kulübü’ne doğru giderken solda Güzelyalı Parkı’nın arkasında şirin mi şirin bi dükkan. Tam bir mahalle esnafı.
Mekanın sahibi Gökhan Bey o kadar sakin ve samimi ki, sanki sinirleri alınmış.
Hem tezgahın başında hem de serviste çalışıyor. Burada İzmir’in sıcaklığını hissediyorsunuz.
Park kenarından köfteciye doğru yürürken alışverişlerini yapmış teyzeler, amcalar görebilirsiniz. Esnafla selamlaşa selamlaşa evlerinin yolunu tutmuşlar.
Köfte pişerken Gökhan Bey’le laflıyoruz:
Kokoreçci Osman Usta...
Lezzet Çin’de olsa git, demiş eskiler. Ya da bu sözü ben değiştirdim, işime geldiği gibi galiba. Olsun, benim de zaafım bu!
Birilerinin de bunu yapması lazım dimi ya. Lezzet Denizlide’ymiş ve ben gittim.
Pikajcılığa * başladığım bin dokuzyüzlü yıllarda meslek büyüklerimden, sevgili dayım Halim Işık’tan sıklıkla adını duyduğum gazeteci Eren Güneş ağabeyim ile tanışmak, çıkardığı yerel gazetesini görmek, bu Denizli ziyaretimde kısmet oldu.
Eskileri konuştuk. Acayip dedikodu yaptık.
Her ne kadar büyüklerimin yanında bizim yaşadıklarımızın esamesi okunmasa da, ucundan kıyısından “evet abi ya”, “öyleydi vallahi” kabilinden sohbete dahil oldum. Zaman nasıl geçti bilmiyorum.
Ama Eren abinin son cümlesi hala kulaklarımda. “Hadi bakalım Fedo, Denizli’de hep kebap yiyecek değilsin ya, bugün mönüde kokoreç var.”
Ne yalan söyleyeyim şok oldum.
Çanakkale sıcak, dost canlısı bir şehir. Kordon’da gezinirken bir anda Şakir’in Yeri’nde hiç tanımadığınız insanlarla sohbet ederken bulabilirsiniz kendinizi. Dedim ya, sıcak şehir ama bir o kadar da tatlı galiba. Peynir tatlısı dillere destan biliyorsunuz. Dost sohbetinde öğreniyoruz ki Çanakkale peynir tatlısını en iyi yapan yerlerden biri, Kadir Usta. Çarşı sonunda (Aynalı Çarşı’dan sonra) önce sağa sonrada ilk sokaktan sola dönünce, koca tabelası karşılıyor sizi Kadir Usta’nın. İçerisi tam bir tatlı cenneti. Usta helvanın her çeşidini ve peynir tatlısı yapıyor. 1979 yılından beri tatlıcı. Babası hayvancılık yapıyormuş. Çanakkale’de tatlıcılara süt getirip götürürken öğrenmiş tatlıcılığı. İşin sırrını soruyoruz ustaya. “Koyun sütü, irmik ve şeker” diyor. Koyun sütü olmazsa olmazmış. Sohbet ederken birer parça ikram ediyor. Gerçekten çok güzel bir lezzet. Siparişlerimizi alıp çıkıyoruz dükkandan. Bu arada “aman” diyoruz, “Aman bu sadeliği, mesleği koru Kadir Usta, senden sonrada sürsün gelenek.”
Bir Çanakkale hikayesi Yalova Restoran
Geçen hafta Çanakkale günüydü. Değerli büyüğüm gazeteci Nedim Bubik ve iletişimci dostum Rahim Yurdakul ile düştük yollara. Menemen, Ayvalık,