Telefondaki ses “Abi bak birini veriyorum” dediğinde acayip oluyorum. Daha sesi duymadan kırk tahmin yürütüyorum ama nafile. Bugüne kadar tutturabildiğim olmadı.
İşte geçen hafta, böyle bir telefonla uzun bir süre sonra eski günleri yâd etme fırsatı buldum Hüseyin Usta’yla.
Öğleden sonra Bornova Forum girişi, Tatmahal’deki restoranında ziyaret ettim ustayı. Her zamanki enerjisi ve güler yüzüyle karşıladı bizi. Biraz sitem etti, “Yahu bi açtığımızda geldin bi daha görünmedin” diye.
Daha masaya oturur oturmaz eskilere gittik. 1985 yılında ilk işe başladığı Hisarönü Balık Pişiricisi günlerine döndük. Elbette kendisinin efsane yaptığı dil şişten, dülger şişten konuştuk. Biraz hüzünle birlikte çokça da güldük, eskileri andık.
“Yahu muhabbete daldık ne yapalım, ne istersin?” diye girdi söze usta... Tam da o anda telefonu çaldı. Telefondaki dostum Mehmet Güven, ‘@gurmecanlar’ Hüseyin Usta’yla birlikte olduğumu duyunca hemen bi mönü çıkarıverdi.
‘O yapınca doyulmuyor’
Konuşma bitince baktık olmayacak, usta kolumdan tuttuğu gibi mutfağına götürdü beni. Paldır küldür daldık mutfağa. İlk gözüme çarpan, şen şakrak güler yüzlü bir hanım dolma yapıyor. Daha kolay gelsin diyemeden ‘hoş geldiniz’
Valla, o zamanlar Şemikler’de bi kömürcünün yanında mıydı, kömürcüyle aynı yerde miydi, bilemeyeceğim. İşte o bilemeyeceğim zamanlardan beri giderim Baki Usta’ya...
Şimdiki dükkanına, o kömürcünün oradan taşındı usta. E tabii biz de taşındık kendisiyle.
Malum felsefemiz bu! Lezzet nereye, biz oraya.
Benim kokoreç yemeye gittiğim zamanlarda oğlu Volkan ile sıkça balık muhabbetimiz olurdu.
O da “Abi, geçen gün şöyle balık tuttuk Yeni Foça’da, böyle balık tuttuk Sazlı Koy’da...” diye anlattıkça ne yalan diim, kokoreçten çok balık muhabbetine gider oldum bi ara.
Ha unutmadan bi de Baki Usta’nın kış aylarında arada sırada sadece çevre esnafa kısmet olan çorbasını acaba bi gün denk getirip içer miyim diye gidiyordum.
Bi ara öyle sık gider olduk ki, neredeyse çalıştığımız yerden servis kaldırsak olur gibiydi. Ta o zamanlardan biliniyordu ustanın lezzeti.
Çook uzun zaman önceydi.
İzmir’de zamanın sanatçılarının en popüler mekanlarından Topçu’nun civarında bi köfteci vardı. Namı diğer Kalearkası’nda.
Piyaz, cacık, pilav ve şahane İnegöl köftesi yapardı. Kiminleydi hatırlayamıyorum o günleri yad ederken muhabbet “Hadi köfte yiyelim”e geliverdi bi gün.
Epey önce Çiğli’de bi köfteci duymuştum. Bornova’dan atladık arabaya ver elini Çiğli...
Kemal Amca ile tanışmamız o zamanlardan. Vallahi yalan yok, dükkândan içeri girer girmez sevdim mekânı.
Ta o eski zamanlara götürdü beni. Beyaz önlüklü usta ve garsonlar, şatafattan uzak masalar, mis gibi köfte kokusu, tabiri caizse beni benden aldı.
O gün bu gün ille giderim Kemal Usta’ya.
Önceki gün yine eski bir arkadaşımla yağmur çamur demedik gittik. Aynı düzen, aynı koku karşıladı bizi.
Güzel İzmir’in her yerini severim. Severim sevmesine de, Kemeraltı denince galiba biraz taraflıyım. Yıllardır gezip dolaşmaktan bıkmadım. Her gidişimde sanki yeni bir sokak keşfeder gibiyim.
Havra Sokağı mesela. 50 yaşına geldim gitmekten bıkmadım.
Geçen hafta bi arkadaşımla öğleden önce buluşup bir iki alışveriş için gittik. Havra’dan kuyumculara oradan da Mantocular Sokağı’nda alışverişimizi bitirdik. Fakat bu kısa mesafeyi kat etmemiz 3 saatimizi aldı. Eee haliyle acıktık tabii…
Ne yapsak, ne yesek diye mırıldanırken, arkadaşım “yahu lezzetin ortasına geldik haberimiz yok” dedi.
Kolumdan tuttuğu gibi doğru Mirkelam Han’ın içindeki “Bizim Mutfak Lokanta”ya götürdü beni.
Vallahi iyi de etti. Uzun zamandır gelmiyordum.
Ben Bulgaristan göçmeniyim...
Her ne kadar 8 yaşında göç etseniz de anavatanınıza, çocukluğunuz geldiğiniz yerde kalıyor.
O, hiç gelmiyor sizinle. Öylece, doğduğunuz, büyüdüğünüz yerlerde gezinip duruyor. Siz yokken o, köyünüzü, kasabanızı, okulunuzu gezmeye, sevdiğiniz şeyleri yemeye, çiçekleri, ağaçları koklamaya devam ediyor. Bunu nereden mi biliyorum?
Biliyorum!
Çünkü, çocukluğunuz bazen gezdiği yerlerden mesaj yolluyor size. Hani bir koku duyarsınız da bazen, o an kokunun olduğu yere gidersiniz ya... Hah işte öyle mesaj geliyor bana da...
12 saatlik yolculuk
Epeydir memleket işi köfte kokuları geliyordu burnuma... Ne yapsam diye düşünürken öğrendim ki, çocukluk arkadaşım Sunay’ın işi dolayısıyla gitmesi gerekiyormuş. Hemen telefonlaştık ve geçen Cuma günü akşam yola çıktık. 12 saatlik yolculuk sonrası işte memleketteyiz.
Sabahın kör saatinde otelimize yerleşiyoruz ve hemen lezzet turumuza başlıyoruz.
Can bu kardeşim, her şeyi istiyor.
Dün Macaristan’dan geldim. Bugün Adana’ya Lezzet Festivali’ne mi gitsem diye düşünüyorum.
Gurbet ellerde memleket yemeklerini özlemişken, önce Adana, sonra Gaziantep’te lezzetin dibine inerim diyorum.
Kafa bi yerde, kendim bi yerde düşüncelere dalmışken sevgili eşim Ebru’nun “Fedo şu pasaport meseleni halletmen lazım” sözüyle kendime geliyorum. Tam da hayaller Antep gerçekler Mavişehir durumu…
Fakaat yüce Rabbim gene dört ayak üzerine düşürüyor beni.
Buca’da teyzemi ziyarete giderken kendimi “27 Gaziantep Sofrası”nda buluyorum.
Aslında Karşıyaka Atakent’te ilk yerleri aklıma gelse, koşa koşa giderdim ama nasip Buca’daki şubelerineymiş.
Şahane kokuların geldiği mekana giriyorum. Epeyce zaman önce sahibi Metin Tokatlıoğlu ile sohbetimiz olduğundan girer girmez “Metin Bey” diyecek oluyorum, “hoş geldin Fedon” diye sesleniyor arkamdan.
Her şey, Rahim dostumun ‘Zeytinyağlıların Kraliçesi Huriye’den bir kuru köfte (anne köftesi) istemesi, Benan’ın “Hadi be Fedo, şu yiyip içtiğin yerlere bizi de götür” demesiyle başladı.
Rahim’in açlığına tahammül edilmez. Açken içinden kurt adam çıkıyor.
Böyle aç bi günde Huriye’den kuru köfte istedi. Naif kadın Huriye, daha biz dedikodusunu yapamadan kuru köfteleri yaptı.
Ne zamandı bilemedim, Mutfak Girit’te kalabalık bi masada toplandık.
Kuru köfteler ve zeytinyağlıları götürürken elbette muhabbetimiz sonraki yemekti.
Benan, durup dururken “Hadi bi organizasyon yap be Fedo, gezdir bizi” dedi.
“Oluuur” deyiverdim. Kendimce bir rut çizdim hemen o akşam.
Sabah kahvaltısında akşam yemeğini düşünen bi milletin ferdiyim ben Bununla da gurur duyuyorum.
İşte bu özelliğimden dolayı bi arkadaşımla Alsancak’ta iki yumurta iki boyuz yerken öğlen ne yesek yahu diye düşünüyorduk.
Valla “Evrene düşünceni yolla mutlaka geri gelir” tezi gerçek oldu.
Zırrrr telefonum çaldı.
Arayan dostum “Fedo, Alsancakta yeni, konsepti de “sağlıklı yemek” olan bi mekan var. Adı Guna bi dene bence” dedi.
Adam sanki bizim boyozları, yumurtaları görmüş gibi sağlıklı yemek yapan restoran önerdi iyi mi...
Ne yalan söyleyeyim sağlıklı yemek kafamda hep tatsız, tuzsuz, yağsız şeyleri çağrıştırıyor.
E boyozda kesmedi zaten, telefondaki dostuma “peki denerim, öğleden sonra giderim” deyiverdim.