Biz değişik bir milletiz gerçekten. Batı müziğini severiz, bir diskoya gitsek en modern dansları yaparız ama sonunu ille bi kasap havasına bağlarız. Çok da iyi yapıyoruz bence.
Sadece müzikte mi böyleyiz peki? Hayır! Yemekte de böyleyiz. Her türlü restorana gideriz, acayip lüks ortamlara girer çıkarız da geceyi ille bi kokoreççide, söğüşçüde, çorbacıda sonlandırırız. Sakın bunlara karşı olduğum falan sanılmasın. Aksine bizi biz yapan şeylerden vazgeçmemeyi savunan bi aklım var benim.
Dedim ya en güzel restoranda yemek yerken bile, o sanayideki, sokak arasındaki Ali Ustaları, Mustafa Amcaları özleriz. İşte size bugün söz edeceğim yer hep özlediğimiz, bize geçmişi anımsatan, girdiğinizde size hürmet edilen, mahallenin dükkanı, hemen hemen her damağa hitap eden lezzetleri içinde barındıran bir dükkan. Emektar Kebap.
İzmir Bornova 4. Sanayi içinde Emektar Kebap. Aslında sanayide bir işyeri burası. Bünyesinde bilindik birçok markayı barındıran Osmanlı Gıda’nın yarattığı, geçmişle bugünü
Maviden kızıla dönen gökyüzünün verdiği huzuru, yanı başımızda dalgaların ezgisini dinlerken, iyot kokulu havayı derin derin çekiyoruz içimize: Badembükü’nde, Balıkçı Hüseyin’in kulübesinin yanındayız.
Şanssızlıklar peşimizi bırakmadı bu ara. Ama olsun her şeye rağmen hayat güzel. Karavan da öyle! Karaburun’dayız bu hafta. Yol bizi nereye götürürse diye çıktık yine yola. Aslında Çeşme’ye gitmeyi istiyorduk fakat biliyorsunuz Çeşme’de kamp, karavan yasak! Neden yasak diye sorduğunuzda, cevap net: Yasak! Konuya dair bir düzenleme yok, çözüm yok ama yasak!
Neyse İzmir-Karaburun arası kısa bir mesafe. Beş yıl öncesine kadar İzmirlilerin bile çok gitmediği bir yerdi burası. Yolu çok dar olduğundan tercih edilmezdi. Ama şimdi sorun kalmadı. 1 saatlik şahane bir yolculuktan sonra vardık şehir merkezine. Şansımıza rüzgârlı hava. Aslında, Karaburun’un bizce en güzel koyu olan Dolungaz’da kalmayı düşündük ama karavanla inemedik. O koy, bu koy derken kendimizi Yeni Liman
Hafta bizim için keyifsiz geçse de planımıza uyuyor ve Karacasöğüt’e gidiyoruz. Burası inanılmaz bir yer. Ormanın denizle birleştiği yetmezmiş gibi koyun hemen sağ tarafında, kısa ama keyifli bir yürüyüşle ulaşabileceğiniz bir sığla ağacı ormanı var
Bu hafta pek öyle keyifli geçmedi bizde. Babamın aşı sonrası yaşadığı rahatsızlıkla uğraşırken birden ben arıza yaptım. İki-üç yıl önce de yaşadığım bir böbrek sancısı feleğimi şaşırttı. Hâlbuki bir hafta öncesinde, daha önce de gelip müthiş zaman geçirdiğimiz Marmaris Karacasöğüt yolculuğu planlamıştık. Oğlum Efe, “Ekmek işleri, çöp işleri benden sorulur” diye on gündür bugünü bekliyordu. Ama hayat bu! Nerede, ne göstereceği belli olmuyor. Çok şiddetli sancılarla gece saat 10.00’a kadar acil servisteydik. Ve şimdi Karacasöğüt için hazırlıkları tamam olan karavanımızda alıyoruz soluğu. Hayatın ne getireceği belli değil belki, ama bizim ona nasıl karşılık verdiğimiz de önemli. Gece saat 11.00, aracımızın tüm kontrollerini tamamlıyoruz.
Yıllardır yazıyorum, her ortamda dillendiriyorum. İzmir’in, İzmirlinin daha fazla tanınmaya, kendini daha fazla tanıtmaya ihtiyacı var diye. Uluslararası İzmir Fuarı’nın dışında özellikle gastronomisini anlatması gerektiğini anlatıyorum. Güzel İzmir’in sadece Kordon, sadece deniz, sadece tatil anlamına gelmediğini, bambaşka kıymetlerinin olduğunu ama bunun usulünce, insanlara dokunarak anlatılması gerektiğini haykırıyorum. Ve bu konularda elimden geldiğince bir şeyler yapma gayretim de var. Peki tek tek kişilerin isteği, gayreti yeterli mi? Kesinlikle hayır!
Daha önceki yazılarımda da dediğim gibi, İzmir’in bu konuda bir babalığa ihtiyacı var. Yani şunu diyorum, belediye başkanı, vali gibi etkin bir makamın insanları bir masanın etrafında toplaması gerekir. Onlara önderlik etmesi, desteklemesi gerekir.
Bunca lakırdıyı neden ediyor bu adam, diyorsunuz değil mi? Hemen anlatıyorum… Geçen hafta, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2-11 Eylül 2022 günleri arasında yapacağı Terra Madre Anadolu İzmir (İyi, temiz ve adil gıda) organizasyonunun tanıtım davetine katıldım. Bu organizasyon, İzmir
Üç gün boyunca, park alanımıza çok kısa mesafede olan mavi bayraklı plajdan denize girdik; Akyaka evlerini, çarşıyı, dereyi şehrin ruhuna uygun bir şekilde, hiç acele etmeden dolandık.
Planlı bir hayatım olmadı hiç. Küçük küçük hedeflerim oldu hep. Yolda olmayı, yolun götürdüğü yere gitmeyi hep çok sevdim. Bu kafayla ayrıldık Fethiye’den. Keyifli, bol müzikli ve bol manzaralı bir yolun ardından vardık Dalyan’a. Cennet ülkemizin en güzide yerlerinden biri Dalyan. Dünyanın gözbebeği Caretta Caretta’ların yumurtalarını bıraktığı korunaklı yuvalar burada. Dalyan’dan doğruca İztuzu’na doğru yola çıktık. Kısa bir yolculuğun ardından işte İztuzu’ndayız. Alabildiğince uzanan kumsalda kaplumbağa yuvaları işaretlenmiş. Denize girip güneşlenirken yuvalara zarar vermemeye özen göstermelisiniz. Temiz, düzenli bir park alanı mevcut. Aynı zamanda duşlar ve soyunma kabinleri de gayet güzel İztuzu’nda. Eskiden konaklama mümkünmüş karavanla ama şimdi akşam saat 19.00’da plaj
İnsanın genç arkadaşları olması güzel bi şey be!
Arife gününden bir gün önceydi. Genç arkadaşım Kutlu Özemrak aradı, “Abi Sakız’a gidiyorum, bi giriş çıkış yapacağım, hadi sen de gel” dedi. Düşünmeden “Olur” deyiverdim. Sakız’daki acente sahibi dostum Deniz Uyanmaz dostumu aradım hemen biletimi aldım. Sonra birden Euro’nun 17 lira olduğu geldi aklıma, biraz içim burkuldu ama olsun yine de heyecanımı kaybetmedim. Özledim çünkü oradaki dostları, Sakız’ın havasını, sakin sokaklarında gezmeyi.
Sabah saat 9.30’da kalkıyor teknemiz. En az bir saat önce orada olunması gerekiyor normalde ama ben her zamanki gibi geç kaldım. Son dakikada yetiştim tekneye. Sağolsun Kutlu da benim gibi gevşek ruhlu olduğundan çok dert etmeden attık kendimizi tekneye.
Hemen söyleyeyim, bu yıl Yunan Adaları’nda kapı vizesi yok. Duyduğuma göre vize sürelerini de biraz kısa tutuyorlarmış. Gerçi kapı vizesi olsa da bence siz normal vize alın çünkü aynı parayı ödüyorsunuz.
Keyifli ve bol
Fethiye’de zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Yolumuz uzun. Görmeyi istediğimiz çok yer var. Sonraki durağımız Dalyan
“Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın inanın çocuklar...”
Nazım Hikmet’in umut kokan şiirini seslendiriyor Edip Akbayram.
Kaş’tan Fethiye’ye doğru yol alırken. Yoldaşım, hayat arkadaşım Ebru çalıyor şarkıları. İlk 400 km. yolun ardından biraz daha rahatım direksiyonda.
Yolda olmayı sevenler, kafasına göre tatil hayali kuranlar “Karavanda Yaz”da buluşacak. Fedo’nun karavanında size de yer var.
Bugün Türkiye’de 100 binin üzerinde karavan var. Ve bu sayı her gün artıyor. Ben aileye yeni katıldım. Fedai ben, Fedo. Bazen Fedon da oluyorum. Oğlum Efe, eşim Ebru öyle söylüyor. Karavan hep hayalimdi. Mali açıdan hazır olmak gerekiyor bu hayal için. Ancak eğer evliyseniz eşinizin de onay vermesi şart! Hani bir film var ya “Kadın İsterse” diye, hah işte bir de onun “Kadın istemezse” versiyonu var: Demem o ki, karavan, kamp işi gönlünüzden geçiyorsa ucundan kıyısından onu bu işe mutlaka ortak edin. İçinde kamp, karavan geçen her şey olacak burada. Yaşadıklarımı yazacağım. Öyle çok bildiğimden değil tabii! Gittiğim yerleri, nerede ne yenir ne yapılır onları anlatacağım. Karavan komşuluklarını, teknik bazı bilgiyi, kamp alanlarını, yol hallerini aktaracağım. Bazen de karavan sofralarına getireceğiz muhabbetimizi. Karavancıların sıkıntıları da dile gelecek.
Bindik bi alamete...
Kamp hayatına