Vardır sizin semtinizde de bi seyyar satıcı. İlle bi turşucu, dondurmacı, lahmacuncu vardır. Öyle ki, yaşadığı semt başka da olsa oranın insanıdır. Bi gün görmeseniz “Ne oldu acaba, yok bugün?” diye endişelenirsiniz bile. İşte böyle bi adamdan söz edeceğim size. Bozyaka’da Midyeci Bülent.
Sokağa çıkamadığımız günlerdi. Evden paylaşım yaptıkça mesaj atıyordu bana “Abi sizi tezgahıma bekliyorum, midyelerimiz şahane..” diye. Gün yüzü gördüğümüz, koronanın hafiflediği günler geldiğinde oğlum Efe ile çat kapı gittik Bülent’e. Çok şaşırdı. “Gelmez diyordum abi, çok mutlu ettiniz bizi” diye karşıladı, heyecanla sohbet ettik o gün. Sonra daimi müşterisi olduk Bülent’in. Badireli, inişli, çıkışlı bir yaşamı olmuş ama her şeye rağmen tutunmuş hayata...
Evet o da Mardinli, midye midyeciliğe çocukluktan başlayanlardan, ailesi midyeci olanlardan değil ama. Badireli hayatın sonunda çok sevdiği eşi Meltem Hazar ile karar verip başlamışlar midyeciliğe. Yapa
Neredeyse aralıksız her hafta, 14 yıldır Hatay Behçet Uz Parkı’na giderim. Oğlum Efe’ nin özel eğitim kurumu, parka çok yakın. Parkın yanı başında Işıl ile Cihan Abi’nin işlettiği kafede laflarız, oğlan dersten çıkana kadar.
Geçen hafta Cihan Abi aradı, “Fedo, Çarşamba günü seni kafeye bekliyoruz, pizza partimiz var” dedi. Açıkçası, çok ilgimi çekmedi pizza partisi ama Cihan Abi’yi asla kırmam, tamam dedim, gittim.
İyi ki de gitmişim. Pizzaya bakışım değişti desem yeridir. Bi pizza bu kadar abartılır mı, diyorsunuz, di mi? Vallahi abartılır! İşini bu kadar gönülden, keyifle ve titizlikle yapan, kendi kemdini yetiştirmiş biri olursa abartı az bile kalır.
Ahmet Nuri Yıldırım, Devlet Konservatuvarı Keman Yapımı Bölümü mezunu; fişek gibi, genç bi adam. Aslında eşiyle birlijte bir müzik okulu işletiyor. Yemek yapmayı çocukluğundan beri çok ama çok seviyor.
10 yıl önce çocuğunun pizza istemesiyle gönlünü, İtalyan gülü pizzaya kaptırıyor. Başlıyor çalışmaya. Yakaladığı
Hayatımın hiçbir döneminde tarihle, arkeolojiyle bu kadar iç içe olmamıştım.
Geçen hafta Teos Antik Kent kazısındaydım. Ne mutlu bana ki, bu satırları Kekova’dan, Batık şehirden yazıyorum.
Fırsat olursa buraları ayrıca anlatırım. Şimdi Seferihisar Teos’tayız.
Önceki hafta Milliyet Reklam Grubu Başkan Yardımcısı Kaan Koşbay “Abi haftaya İzmir’deyiz, Milliyet Arkeoloji ve İş Sanat ekibiyle Teos Antik Kenti kazı alanını gezeceğiz” dediğinde çok heyecanlandım desem yalan olur. Çünkü bugüne kadar hep heyecansız, ezberlenmiş bilgilerle gezdim tarihi alanları. Ya da bana ezberciler denk geldi. Yine öyle bir etkinlik olacak kafasıyla başladık geziye.
İlk durağımız İş Bankası, İş Sanat tarafından organize edilen ve İzmir’e uyarlanan “İstiklal Sergisi”.
Tek tek sergiyi anlatmayacağım. Zaten böyle bir sergiyi anlatmaya ne benim kelimelerim yeter ne gazetenin sayfaları. Gidin gezin, ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız.
Yazımın başında beklentimi söylemiştim. Ancak daha sergi alanına gelir gelmez kapıda mini bir bandonun bizi
Kimisi için Mamur baba, kimi için Alaçatı, Ilıca. Kimi için, o efsane Çeşme kavunu, kimi içinse Yıldız Burnu’nda denizin içinden çıkan sıcak sudur.
"Buralar var ya, buralar, eskiden..." diye bi cümleye girdiysek eğer, yaş almaya başlamışız demektir. Yok yok hiç oralara girmeyeceğim. Ben gençmişim gibi yazacağım “kanka!” (Nasıl, gençleştirdi beni bu laf?) Amaan yaş dediğin ne ki, Trakyalıyım ben üçe, beşe bakmamak adettendir bizde. Hadi o zaman Çeşme’ye...
İzmir’de herkesin bir “Çeşme”si vardır gönlünde. Kimisi için Mamur baba, kimi için Alaçatı, Ilıca. Kimi için, o efsane Çeşme kavunu, kimi içinse Yıldız Burnu’nda denizin içinden çıkan sıcak sudur. Benim içinse Turban Çeşme Oteli’nde çalışan rahmetli dedem, hafta sonları bizi elimizden tutup Çeşme’ye götüren rahmetli annemdir. Sonra öğlen Dost Pide’dir, sahilde satılan darı, benzin istasyonunun oradaki turşucudur Çeşme. Ha bi de, Çeşme-İzmir
Kampçılık uzun yıllardır ilgilendiğim ve büyük keyif aldığım bir yaşam biçimi. Çok profesyonel olmasa da, uzun yıllar yaptığım, oğlumu da buna alıştırdığım bir aktivite. Son zamanlarda eşim Ebru’yu da dahil ettik bu aktivitemize. Yalnız bunu yaparken bi level yukarı taşıdık kamp işini. Anlayacağınız karavancı olduk!
Henüz uzun denebilecek bir yola çıkmadık ama çıkacağız inşallah.
Salgın hepimizin hayatında azımsanmayacak değişikliklere yol açtı. Bunlardan biri de, ülkemizde son iki yılın yükselen trendi karavancılık oldu. Bence iyi de oldu.
Park alanı
Daha önce binlerle ifade edilen karavan sayısı çoktan onbinlerle anılmaya başlandı.
Bu güzel bişey ama yanında bir sürü de sorunla arttı karavan sayısı.
Ülkemizde yeterli ve doğru karavan kamplarının olmaması, eksikliği büyük problem. Ancak daha da önemlisi şehirlerimizde karavan park alanları yok. Başka illeri bilmiyorum ama İzmir’in bu konudaki sorunu büyük ve günden güne büyümeye de devam ediyor. Geçmişte bir kez daha yazmıştım karavan park sorununu. O zamanki önerim
Geçen hafta sonu Didim’de Vegan festivalindeydim! Şaşırdınız değil mi? Vallahi ben de şaşırdım. Sanıyordum ki, veganlık sadece hayvansal ürünleri yememek. Öğrendim, öyle değilmiş. Hayvan ve hayvansal ürünleri yememenin dışında içinde hayata, doğaya ve insana müthiş bir saygı içeriyormuş. Barselona’dan sonra dünyada böyle bir festival düzenlenen ikinci yer Didim’miş. Size uzun uzun vegan felsefesini anlatacak bilgim yok maalesef. O nedenle ben size festivalden sözedeyim.
Didim Belediyesi salgın döneminde gerçekleştiremediği etkinliğin 4.’sünü bu yıl düzenledi. Göremediğim üç festival nasıldı bilemem. Ama dördüncüsü gerçekten çok eğlenceliydi.
Cuma sabahı İzmir’den Didim’e doğru yola çıkarken beni nelerin beklediğini bilmiyordum. Kaba bir düşünceyle, sıradan, özensiz bir organizasyonla karşılaşmayı beklemediğimi söylesem yalan olur. Bir de, kim gelir arkadaş böyle bir festivale diye de aklımdan geçirmedim değil.
Apollon Tapınağı’na paralel, alabildiğince
Kale Arkası, Borsa, Çankaya, Kordon, Basmane ve elbette Kemeraltı! Güzel İzmir’in eski semtleri buralar. Filinta gibi delikanlıyken gezip tozduğumuz şimdiki tabirle takıldığımız yerler. O zamanlar gece, Cumhuriyet gazetesi teknik serviste çalışıyorum. Askerden yeni gelmişim. Mesaimiz akşam saat sekiz gibi başlıyor ama biz ekip olarak neredeyse her gün öğlen buluşup, yukarıda saydığım yerlerde geziyoruz. Daha doğrusu piyasa yapıyoruz. Haliyle civar esnafını, seyyar satıcısını, gece çalışanını, kağıtçısını, otoparkçısını tanıyoruz. En azından bi “merhaba”mız var.
Şimdi de bu semtlerde, bu mekanlarda olmayı çok seviyorum. Tanıdık bir yüz görmeyi, oturup iki lafın belini kırmak iyi geliyor.
Son yıllarda da en çok sevgili abim, meslektaşım Turgay Kılınç’la buralarda olmak pek keyifli oluyor.
Geçen haftaydı en son Kemeraltı gezmemiz. Yine çok güzeldi. Çok eğlenceliydi. Gerçi Turgay abim zaman zaman huysuzluk ediyor ama olsun varsın, olacak o kadar…
Aklıma gelmişken, yakın dostlar soruyor, “Yahu aynı yerleri gezmek sıkmıyor mu?” diye.
Galiba bu sene yaz gelmeyecek. Ya da biz son yıllarda erken yaza o kadar alıştık ki, mevsimler normal giderken bize her şey tuhaf gelmeye başladı. Bu konuya bilimsel bir açıklama getirmem mümkün değil, ama güzel günleri beklerken biraz yemek muhabbeti yapmama da engel değil.
Bu ara sebze meyve fiyatları el, cep ne varsa yakıyor. Ne yalan söyleyeyim, iki ay önce bir Çeşme seyahatimde gördüğüm, soğuk yemiş bir enginar tarlası bu yıl ucuz enginar yeme hayallerimi suya düşürmüştü. Ama şükür, öyle olmadı. Görünen o ki, İzmir ve çevresinde bu yıl güzel enginar olacak.
Sizlere enginarın faydalarından söz edecek değilim. Zaten biliyorsunuz, enginar bir gençlik iksiri. Çiğ yenir, haşlanmış yenir, ızgarası yenir, konservesi yenir. Limon da yakışır, sirke de, zeytinyağı da... Malum narin bi sebze enginar. Daha soyup ayıkladığınızda kararmaya başlayan, kendini salan bir sebze.
Dediğim gibi, yaz biraz geç geldi belki ama artık önümüz güneşli günler. Biz İzmirliler için Urla, Karaburun, Foça günleri başlar