Maviden kızıla dönen gökyüzünün verdiği huzuru, yanı başımızda dalgaların ezgisini dinlerken, iyot kokulu havayı derin derin çekiyoruz içimize: Badembükü’nde, Balıkçı Hüseyin’in kulübesinin yanındayız.
Şanssızlıklar peşimizi bırakmadı bu ara. Ama olsun her şeye rağmen hayat güzel. Karavan da öyle! Karaburun’dayız bu hafta. Yol bizi nereye götürürse diye çıktık yine yola. Aslında Çeşme’ye gitmeyi istiyorduk fakat biliyorsunuz Çeşme’de kamp, karavan yasak! Neden yasak diye sorduğunuzda, cevap net: Yasak! Konuya dair bir düzenleme yok, çözüm yok ama yasak!
Neyse İzmir-Karaburun arası kısa bir mesafe. Beş yıl öncesine kadar İzmirlilerin bile çok gitmediği bir yerdi burası. Yolu çok dar olduğundan tercih edilmezdi. Ama şimdi sorun kalmadı. 1 saatlik şahane bir yolculuktan sonra vardık şehir merkezine. Şansımıza rüzgârlı hava. Aslında, Karaburun’un bizce en güzel koyu olan Dolungaz’da kalmayı düşündük ama karavanla inemedik. O koy, bu koy derken kendimizi Yeni Liman köyünde bulduk. Aslında burada da kalabilirdik, fakat daha önce buraları gezerken birkaç koy dikkatimizi çekmişti. Sürdük karavanımızı dağlara doğru.
Ildır-Karaburun arasında, Sarpıncık köyü ve fenerini geçince sağa doğru kıvrıla kıvrıla inen asfalt yoldan Badembükü’ne ulaştık. Küçük bir köy burası. Sahilde bir kafesi, bir bakkalı bulunan mütevazı bir yer. Sahile nasıl ineriz diye durduğumuz köy kahvesinde bir arkadaş bilgilendirdi bizi. Eşim Ebru ve oğlum Efe kuru bir dere yatağından indiler sahile. Ben de kahvedeki arkadaşın tarifiyle araç yolundan bulundukları yere doğru sürdüm karavanı. Ama o da ne! Tam sahile inecekken bir genç “geçemezsiniz” dedi. Sözde geçeceğim yol onların arsasıymış, ya onun gösterdiği yerde 300 lira verip aracımı park edebilirmişim ya da geçemezmişim. Bu arada bulunduğumuz yerde hiçbir yasağın olmadığını, yolun devamında belediye hizmetlerinin sürdüğünü, en önemlisi de sahillerin halkın olduğunu hatırlatmak isterim. Hararetli bir tartışmadan sonra karşıya geçtiğimde sahilin en sonunda bir balıkçı kulübesi görüyorum. İnip sesleniyorum içeriye. Denizin sert rüzgârlarını yemiş, biraz yaş almış, sert mizaçlı biri çıkıyor. Durumu anlatıyorum hızlıca. “Siz gelin bakayım buraya, çekin karavanınızı deniz kıyısına, buralar hepimizin, bulduğunuz gibi bırakın yeter” diyor. O dakikadan itibaren keyfimiz yerine geliyor. Balıkçı abimizin adı Hüseyin, yedi göbek Badembükülü. Akşam, soframıza konuk oluyor. Eskiden Badembükü’nün nasıl olduğunu, balık bolluğundan, insanlarının misafirperverliklerinden söz ediyor.
ASLA ATEŞ YAKMAYIN, ENDEMİK BİTKİLERİ KORUYUN
Bu arada birkaç hatırlatmada bulunmak isterim: Kamp, karavan hayatı her zaman dikkat gerektirir. Birincisi bulunduğunuz yeri daima temiz tutun, temizleyin. Asla ateş yakmayın, endemik bitkileri koruyun. Mesela Badembükü’nde kum lalesi var. Aman ha, ne üzerine basın ne de koparın! Son olarak taşlık, suyun olduğu bölgelerde akreplere dikkat edin! Özellikle de gece çok dikkatli olun. Çünkü akrep ışığa gelir.
Badembükü’nde gezilecek pek yer yok ama buraya gelirken Bozköy, Tepeboz, Yeni Liman, Hasseki, Sarpıncık, Sarpıncık Feneri ve terk edilmiş bir Rum köyü olan Sazak’ı gezebilirsiniz. Dilerseniz yoldan hiç sapmadan Ildır, oradan da Çeşme’ye kadar ulaşabilirsiniz. Üç gece kaldık burada ama üç aylık enerji depoladık. Ayrılırken Balıkçı Hüseyin abi uğurladı bizi. Eylülde yine gideceğiz, çünkü yumurtalı kefal sezonu başlayacak. Hüseyin abinin bir dalyanı var. İnşallah onun yakaladığı meşhur Karaburun kefali yiyeceğiz. O kara tavada pişirecek kefali ben de Kakavia (daha çok kefal balığı ile yapılan sulu bir yemek) yapacağım.
Aslında Ildır üzerinden dönüş planlamıştık. Size Ildır’ı, Kadıovacık’ı anlatacaktım ama yol bozukmuş, geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz. Bi dahaki sefere artık. Yol boyunca ufku seyrederek, bir dahaki gezinin neresi olacağını konuşarak tekrar Karaburun’a inerken Ebru “İnsanlar plan yaparmış, kader bir köşeden gülermiş” diyor ve son noktayı koyuyor.
Kalın sağlıcakla…
SARPINCIK FENERİ’Nİ GÖRÜN
Karaburun Yarımadası’nın yalnızlığında, masmavi Ege Denizi’nin fon oluşturduğu manzara içinde, 12 metrelik beyaz kulesi ve bahçe içinde fener evi mevcut. Çevresinde öyle çok ağaç yok. Ancak iyot kokusuna karışan kekik kokuları genzinizi yakıyor. Denizden 97 metre yüksekteki fener, güneş enerjisiyle çalışıyor. Bu eşsiz manzara görülmeye değer.
PLAJLARINA BAYILACAKSINIZ
Karaburun’un plajları çok güzel. Belediyenin işlettiği plajların yanı sıra özel işletmelerin yerleri de var. Genel olarak temiz ve düzenli olduklarını söylemeliyim. Belediyenin işlettiği yerlerde diğerlerine göre yiyecek, içecek daha hesaplı. İşte gönül rahatlığıyla denize girebileceğiniz şahane koylardan bazıları: l Ardıç Kumsal Plajı l Mordoğan Plaj Ardıç l Karaburun İncirli Koy l Kuyucak Plajı (Engelsiz Plaj) l Bodrum Plajı
NEREDE NE YEMELİ:
Kefal yumurtasını tadın:
Mordoğan’da denizi kuşbakışı izleyebileceğiniz ve Mordoğan-Karaburun’un şahane kefalini tadabileceğiniz bi yer. Enginar mezesini mutlaka isteyin; eğer kaldıysa şanslısınız demektir. Favayı tekmil yiyin derim. Amma kefal yumurtasını kesinlikle tadın! Eylül ayı sonuna kadar tazesini, sonra da mumlanmışını isteyebilirsiniz.
Meze diyarı :
Denizin dibinde, dalgaların dinlendiren sesleri, güleç yüzlü insanların hizmet ettiği sonsuz meze diyarı Number One Restaurant. Kopanisti peyniri, 15 çeşit peynirle yoğrulan peynir ezmesi, akordion kalamar ızgara, ahtapot ızgara, deniz fasulyesi, deniz börülcesi, marin deniz ürünleri ve daha sayamadığım mezeler. Ot mevsiminde tabii ki Ege otlarını deneyin.
Kalamarın efendisi:
Altın sarısı rengi, neredeyse ağızda dağılacak yumuşaklıkta hazırladıkları kalamarı nasıl yaptıklarını sorduğumuzda “sadece yerli kalamar kullanıyoruz ve hakkıyla yapıyoruz o kadar” dediler. Bir de Karaburun’a ait kefal yumurtalarını mumlamadan kurutuyorlar. Mutlaka denemenizi tavsiye ederim.
Karides efsanesi:
Köz salata, Girit sıyırma, Peynir tabağı, Ahtapot söğüş. Ara sıcak olarak sotelenmiş kuzu ıspanaklı, cevizli limon sos eşliğinde levrek. Patlıcan yatağında İspanyol usulü Tiger karides! Patlıcan ile karidesin bu kadar yakışacağını düşünemezdim.