Fenerbahçe’ye “portakal reçeli” kadar lezzetli geliyor olmalı Feyenoord!.. İlk maçta üç puanı cebine koyduğu yetmezmiş gibi berbat sezon başlangıcını sonlandırmış, Hoca’dan Başkan’a kadar protestoları bitirmiş, Lens’in kıymetini anlamış, takım olmanın hazzını yaşamıştı Feyenoord karşısında... Bu sefer de Avrupa Ligi A Grubu’nu lider olarak aşıp muhtemelen Lige başka bir hevesle girişecektir yine...
Kaptanı zaten Fenerbahçeli Kuyt... Feyenoord’u “kardeş takım” mı ilan etseler, her sezon öncesi özel maç ayarlayıp uğurunu mu sürdürseler; bilemem... Ama bu sezon Fenerbahçesinde Feyenoord’un ciddi katkıları var.
Düdük çalınca Fenerbahçe kendini geri vitese takmakla kalmadı, uzanıp Feyenoord’un el frenine de asıldı... Erken bir gol tehlikesini yaşamak, telaşlanmak istemedi deplasmanda. Önde basmadı, Feyenoord’u geride karşıladı. Tabi rakip kaledeki fırsatları göz ardı etmeden. İşte 11. dakikada Lens’in Feyenoord defansının ayağından adeta cımbızla aldığı topla ceza sahasına girip düşürülmesi bunlardan ilkiydi. “Aynı yere iki kere yıldırım düşmez” derler ama Beşiktaş’ı yakan İskoç hakemden sonra İspanyol hakem de bu penaltıyı görmezden geldi.
Üç dakika sonra Volkan’ın şahane kurtarışı
Kulüp başkanlarından amigo yamaklarına, spor yorumcularından sokaktaki kaşkollu/formalı adama kadar önümüzde iki seçenek var futbolun ne olup ne olmadığına karar vermek için...
Birincisi, amatör maçın hakeminden UEFA başkanına futbolu yöneten tüm bireyler ile o bireylerden oluşan mekanizma “satılmış”, “taraflı” ve “tezgahçıdır” önyargısına sıkı sıkı sarılmak!..
Ki, pompalanan imaj budur ve pompalayanlar canlı birer paradokstur!
Gönüllü olarak dev bir dolandırıcılık örgütüne üye olmaktan, yardım ve yataklık yapmaya kadar pek çok berbat işin içinde olduğunu mu itiraf ediyor bu iddia sahipleri, yoksa herkesin üç kağıtçı olduğu alemin Donkişot’u rolünü mü biçiyorlar kendilerine?
Nereden baksan acıklı!
İkincisi, “futbolu yöneten tüm mekanizma insanlardan oluşmaktadır ve hatalar insanlara mahsustur” gerçeğini içine sindirip “etrafımız düşmanla sarılı”, “tufaya mı geliyoruz” duygularından arınmak...
Bu da tercih edilendir.
Mağlubiyet korkusu, puan endişesi, zirveden uzaklaşma kabusu ve güçler dengesi ligin en iyi futbol oynayan iki büyük takımının derbisini pozisyonsuz bir maç haline getirdi.
Dağ fare doğurdu derler ya... Bu dağ kısırdı.
Hem de liderin puan kaybettiği hafta.
Fenerbahçe ve Beşiktaş el ele Başakşehir’i şampiyon yapmak için sözleşti mi yoksa!
Fenerbahçe sanki kazanmak için başladı maça, Beşiktaş kesinkes beraberliğe razı...
Aslında Beşiktaş’ı beraberliğe razı oynatan Fenerbahçe’nin baskısı, sertliği ve ikili mücadelelerde başarılı olmasıydı.
Takımın boyunu kısa tutan, her bölgede baskı yapan Fenerbahçe, Alper Atiba’nın bağlantılarını kestiği için orta saha üstünlüğünü de ele geçirdi maç başladıktan onbeş dakika sonra.
Yaşasın!.. Şenol Güneş fikstürden şikayet etti, Advocaat “şikayetin anlamı yok” dedi ve kucağımıza bırakılan nur topu gibi polemiğin çevresinde herkes safını belirledi!..
Derbiden önce “başpehlivanların” peşrevi sanki!
Bir tarafta “Hedef Avrupa ise onlar gibi üç gün arayla maçın altından kalkmamız gerekir” diyenler - ki, Federasyon’un ta sezon başlarken açıkladığı maç takvimine zamanında ses çıkarmayanların şimdi niye mızmızlandığı sorusuyla destekliyorlar tezlerini...
Diğer tarafta milliyetçi damarımızdan girerek “Sonuçta Fenerbahçe, Beşiktaş ve Osmanlıspor ülke futbolunu yücelten bir mücadele yapıyorlar; kazandıkları hepimize... Pozitif ayrımcılık hakları” tezini ileri sürenler...
Gerekirse üç takımın lig karşılaşmalarına “erteleme” getirilmesini bile istiyorlar “korumacılar”.
Tartışmayı lezzetli kılan, her birinin mantıklı cevabı olması yanı sıra tartışanlara sorumluluk yüklememesi ve işin dönüp dolaşıp Güneş ile Advocaat’ı “tokuşturmaya” varması.
“Ön derbi” yani.
“Oyun sürerken kural değişmez”cilere Avrupa’da kazanılan puanlardan her takımın yararlanacağı, Türk Futbolundaki değer artışının sokaktaki adama moral, futbola kaynak, futbolun içindeki itirazcılara bile kazanç o
Ligde son beş maç, iki de Avrupa’da; toplam yedi... Rakiplerin ismini değiştir, gerisi slogan gibi Fenerbahçe maçlarındaki skor tabelalarının!
“Hayati bir galibiyet daha aldı”!..
Rize’de de aynı.
Oysa Rizespor ile (bugünkü Fenerbahçe) teraziye konunca Fenerbahçe’nin kazanması işten bile değildi.
Asıl sorulması gereken, neden “Fenerbahçe’nin tüm maçları hayati”?
Çünkü her değerlendirme 12 haftadan bugüne, Fenerbahçe özelinde ise 13. haftaya kadar yapılıyor futbol aleminde.
Yani Beşiktaş maçına kadar... Rota o gün çizilecek çünkü.
Lige puanları saçıp savurarak, sahaya futbol adına bir varlık koymayarak başlayan “zirveye mahkum” denilen takımın küllerinden doğma hikayesi bir bakıma bu.
“Fenerbahçe’yi ligdeki serisi mi Avrupa’da başarılı kılıyor, yoksa Avrupa’daki başarı mı lige lokomotif oluyor” sorusu, tıpkı “yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan” gibi bir bilmece...
Kesin olarak bilinen şu ki, birbirlerini besliyor ikisi de.
Ve sofra; Şükrü Saracoğlu Stadı!.. Gelen cumburlop mideye.
Keşke bütün bilmeceler bu kadar keyifli olsa.
Asıl soru, Fenerbahçe ligde ve Avrupa’da dört nala giderken niye takip edenler azalıyor?
Çok enteresan, Galatasaray maçında ful çeken takıma Avrupa maçında ki, şu anda ligdekinden daha iddialı- çeyrek porsiyon tribün!
Hafta arası, mesai saati falan bir yere kadar... Fenerbahçe seyircisi derbiye Galatasaray’ı seyretmeye mi gelmişti, yoksa Fenerbahçe’yi değil rekabetin kendisini mi seviyorlardı?
Derbiden üç puan almak, lig yarışına makul uzaklığı korumak, ezeli rakibe 20. yüzyıldan beri yapılan baskıyı sürdürmekle kalmayıp arttırmak, elbette Fenerbahçe’nin kazanç hanesindeki büyük başlıklar...
Lakin daha ötesi var...
Elle tutulamayan, ölçüp biçilemeyen fakat somut olanların toplamından daha kıymetli belki!
Fenerbahçe ile Fenerbahçeli arasındaki bağın çatlaklarını kırığa dönmeden bandajladı bu derbi.
Nasıl mı?
Advocaat’ı Fenerbahçe tarihindeki “saygı duyulan teknik direktörler” kategorisine çıkarttı ki, tribün/takım sinerjisinin olmazsa olmazıdır bu; biir...
Hücumda ve savunmada kilit adamlar olmadan kazanıldığı için taraftarın tek tek futbolculardan duyduğu gururu “takımın tümüne” genleştirdi ki, taraftarın sahadakilerle özdeşleşmesinin ilk kuralıdır bu; iki.
Elbette “Ayıyı vurmadan postu alamazsın” ama acemi avcıysan canavarın inine tersten girip postu deldirmek de var sonunda!.
Butiğe dalıp kürk manto almıyorsun... Her şeyin riski var, Kadıköy’ünki risk ötesi ve “gelenek” haline gelmiş.
Birileri anlatsın Galatasaray’a; Özgüven, motivasyon hatta ajitasyon “gelenekselleşmiş” kötü kaderden kurtulmak için faydalı olabilir, lakin altı boş, üstü kofsa kandırılan yapanın ta kendisidir.
Öyle bir mağlubiyet aldı ki Galatasaray, zaten inişteki grafiğini durdurmak için çok büyük geri dönüşlere ihtiyacı var.
Buna Sneijder’i manevi olarak yitirmeyi de katın.
Gerisi Riekerink ile Galatasaray arasında yaşanacaktır emin olun.
Fenerbahçe’ye gelince... Taraftarı ile bütünleştiği müddetçe her türlü zorluğun üstesinden geleceğini defalardır kanıtlayan bu takım, kötü başladığı ligi iyi bitirebilmek için gereken tüm enerjiyi dün gece elde etti. Bunlara kazanılan Van Persie’yi de ekleyin.