Elbette “Ayıyı vurmadan postu alamazsın” ama acemi avcıysan canavarın inine tersten girip postu deldirmek de var sonunda!.
Butiğe dalıp kürk manto almıyorsun... Her şeyin riski var, Kadıköy’ünki risk ötesi ve “gelenek” haline gelmiş.
Birileri anlatsın Galatasaray’a; Özgüven, motivasyon hatta ajitasyon “gelenekselleşmiş” kötü kaderden kurtulmak için faydalı olabilir, lakin altı boş, üstü kofsa kandırılan yapanın ta kendisidir.
Öyle bir mağlubiyet aldı ki Galatasaray, zaten inişteki grafiğini durdurmak için çok büyük geri dönüşlere ihtiyacı var.
Buna Sneijder’i manevi olarak yitirmeyi de katın.
Gerisi Riekerink ile Galatasaray arasında yaşanacaktır emin olun.
Fenerbahçe’ye gelince... Taraftarı ile bütünleştiği müddetçe her türlü zorluğun üstesinden geleceğini defalardır kanıtlayan bu takım, kötü başladığı ligi iyi bitirebilmek için gereken tüm enerjiyi dün gece elde etti. Bunlara kazanılan Van Persie’yi de ekleyin.
Artık gerisi taraftarın bileceği iş.
Sarı kartların havada uçuştuğu, zaman zaman tansiyonun yükseldiği “muhteşem” bir ilk yarı oldu maçta!..
Evet, muhteşem... Lakin oynamak, yaratıcı olmak, sonuca gitmek değil rakibi oynatmamak adına.
O kadar şahane “oynatmadı” ki iki takım da ilk yarıda gol dışında gol pozisyonu yoktu.
Koskoca 45 dakikada iki heyecan saniyesi sayılabilir sadece... İlki 7. dakikada Sow’un pasıyla buluşan Volkan’ı daha topa vurmadan Hakan’ın kesmesi... İkincisi da Van Persie’nin golü.
Neden?..
Fenerbahçe yenilmeme geleneğini öylesine önemser olmuş ki, kaybetmemeyi kazanmanın önüne koymuştu besbelli.
Bunda Mehmet Topal ve Lens eksikliği de etkili olmalı. Kolay değil, savunma ile hücumun temel direkleri eksikti Fenerbahçe’de.
Yerlerine oynayan Roman ve Alper onları aratmadı.
Lakin maça başlarken son derece dikkatli, hesaplı ve gergin bir Fenerbahçe vardı sahada. Taktikler Bruma’yı, Sneijder’i durdurmak, Eren’i topsuz bırakmak ve Galatasaray’a henüz orta sahadayken fren yaptırmak adınaydı ev sahibinde. Fenerbahçe’nin artısı, bir plana sahip olması ve mücadele etmesiydi sadece.
Galatasaray daha beter...
Galatasaray’ın “kazanmaya gidiyoruz” söyleminin açık bir kandırmaca olduğu belliydi sahaya bakınca. Hem de Başkan’dan Sneijder’e, Riekerink’ten maça gelenlere kadar.
Kimi kandırmak istemişlerdi? Kendi seyircisini mi, rakibi mi?
Valla Fenerbahçe yemedi!
Adeta rakip kaleye gitmek istemiyordu Galatasaray... Fenerbahçe’yi durdurmak ona yetiyordu.
Ancak Riekerink’in ilk kez yan yana oynattığı stoperleri Hakan ve Serdar’la birlikte çizgi savunması üç defa adam kaçırdı arkasına, üçüncüde Van Persie’nin golü geldi.
Eşitlik bozulup Galatasaray’ın kaybedecek bir şeyi kalmaması, Fenerbahçe’nin az da olsa rahatlaması ile bambaşka bir oyun başladı ikinci yarıda. Her iki takımın da savunmacı compack anlayışları gevşedi, takım boyları uzadı, ataklar sıklaştı.
Riekerink’in hamlesi önce sarı kartlı Sinan yerine Yasin’i almak, sonra da Sneijder’i çıkarıp Podolski’yi sokarak sistemi 4-4-2’ye çevirmek oldu. Bu tandemi bozmasından sonra aldığı ikinci büyük riskti Kadıköy’de. Üç dakika sonra Eren sakatlanıp Cavanda girmek zorunda kalınca yeniden sistemle oynamak zorunda kaldı.
Olmadı, olmadı...
Kadere bakın, maçın son çeyreği geldiğinde Reikerink’in daha maçtan önce girdiği risk elinde patladı ve Serdar Aziz Souza’yı kündeleyip penaltı yarattı. Persie’nin ikinci maçın son golü...
Bir başka açıdan bakarsak, futbolun kuralları işledi ve Advocaat ile Reikerink arasındaki maçı tecrübe kazandı.
Bakalım Galatasaray çabuk toparlanabilecek mi, Fenerbahçe doğru oyununu ve taraftarla barışmasını sürdürebilecek mi?
Bu soruların yanıtı ligin kader anahtarı aynı zamanda.