Kulüp başkanlarından amigo yamaklarına, spor yorumcularından sokaktaki kaşkollu/formalı adama kadar önümüzde iki seçenek var futbolun ne olup ne olmadığına karar vermek için...
Birincisi, amatör maçın hakeminden UEFA başkanına futbolu yöneten tüm bireyler ile o bireylerden oluşan mekanizma “satılmış”, “taraflı” ve “tezgahçıdır” önyargısına sıkı sıkı sarılmak!..
Ki, pompalanan imaj budur ve pompalayanlar canlı birer paradokstur!
Gönüllü olarak dev bir dolandırıcılık örgütüne üye olmaktan, yardım ve yataklık yapmaya kadar pek çok berbat işin içinde olduğunu mu itiraf ediyor bu iddia sahipleri, yoksa herkesin üç kağıtçı olduğu alemin Donkişot’u rolünü mü biçiyorlar kendilerine?
Nereden baksan acıklı!
İkincisi, “futbolu yöneten tüm mekanizma insanlardan oluşmaktadır ve hatalar insanlara mahsustur” gerçeğini içine sindirip “etrafımız düşmanla sarılı”, “tufaya mı geliyoruz” duygularından arınmak...
Bu da tercih edilendir.
Herkes seçsin birini!..
Birinci tercih ikinciden fazlaysa boşuna uğraşmayalım futbolla.
Ne kimse ekmek parasından kesip maça gitsin, ne de biz “etik/mücadele/başarı” falan diyerek Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya girişelim.
Hataların “hata” olduğunu kabul ediyorsak, itiraf edelim ki, çok zorlu bir yol var önümüzde...
O zaman otomatik olarak art niyet de devreden çıkar ve paranoyak tespitleri bir kenara bırakarak futbolun kendisine ve yarışına odaklanmamız gerekir...
İşte burası kıyametin kopacağı yerdir!
Çünkü nefret ettiğimiz bir zorunluluk kalır geriye:
Otokritik!..
Yani, “biz bu maçı niye kaybettik” sorusu. “Hatalıydık” tespiti... Neyimiz eksikti” sorgulaması. Rakibi tebrik mecburiyeti. Kızgın taraftarın enerjisini başkalarına yönlendirme yoksunluğu.
Artık bizim anladığımız futbolun ne tadı kalır ne tuzu!
Oysa “Hakem suçlu”, “Federasyon taraflı” rahatlığı gibisi var mı?
Hem kolay hem de uyanıkça!
Zekamızdan şüphemiz yok ama zeka değil kurnazlık geçerlidir bizim dünyamızda!
Kurnaz, sigaramatik icat edildiğinde buzdan para ile beleş sigara alıp geride iz bırakmamayı akıl etmiştir, zeki adamlar bilime yönelip sigara alacak para bulamamıştır geçmişimizde.
Şimdi sıra futbol makinasını paslandırmada...
İşte tam bu noktada yazmak boynuma borç olan bir gerçek var...
Futbolun elinden bırakmadığı, rastgele sallayıp suçlu/suçsuz yaraladığı bu “suçlama zinciri” ağır ve kirli değil de sağlam ve zarifse, aynı zamanda futbolu “demokrasiye” de bağlar sıkı sıkı.
Kimse kimseye biat etmez futbolda. Kimse eleştirilmez değildir. Kimsenin ilahlığı kayıtsız şartsız devam etmez. Koskoca camialar dev enerjileriyle tartışır, kızar, sever, yine kızar. Haksızlık görürlerse bağırırlar.
Ki, kaba/saba ama öyle oluyor bazı saçmalıklar dışında.
Futbol konuşuyor, eleştiriyor, sır saklayamıyor ve belki de bu demokratik özelliği ile hoşumuza gidiyor içten içe.
Kırılma noktası burası… Ah şu itirazları hakaret düzeyine taşınmasa.
Çünkü ben eminim ki, “kurdunuz tezgahı işleriniz iyi” diyen Fenerbahçe yöneticisi bile inanmıyor söylediklerine.
Veya inanmaması gerekiyor... Çünkü o sırada “tezgahın” tetikçisi olduğunu iddia ettiği hakemin daha sonra kart görmesi gereken kendi futbolcusunu neden oyundan atmadığını izah edemez maç sonu.
Bir takımın kayırıldığı iddiasıyla yüklendiği federasyonun iktidarında niye o takımın en az şampiyonluk kazanan üç büyüklerden biri olduğuna çözüm getiremez.
“Yahu biraz özen gösterin şu hakemlere” yerine “hakemleri tetikçi olarak kullandığı” için suçladığı insanların önceki koltuğunda oturan biri olarak, aynı yerde kendisi olsa fena halde tezgah mı kuracağını sorarlar sonra.
Eleştirsinler. Eleştiri futbolun dinamiği...
Lakin “hata” düzleminde kalsınlar ki, işe yarasın; işi bitirmesin!
Aksi halde kulüp başkanlarından amigo yamaklarına, spor yorumcularından sokaktaki kaşkollu/formalı adama kadar cümlemizin varlık sebebi ortadan kalkacağı gibi, kimileri kitleleri yönlendirip avantaj kazanmak için kendi taraftarlarını zehirlemekten suçlu durumuna düşerler.
Aktörü oldukları futbolun dev bir dolandırıcılık örgütünden farksızlığını kabul etmek de cabası.
Ben kabul ettiğim gün bu işi bırakırım şahsen.