Beşiktaş devreyi lider bitirdi “Kış Şampiyonu” oldu ya... Başlığa bakınca, tekmeye kafa sokan futbolcularından girip, yıldız falan demeden aksayan adamı kulübeye çeken teknik direktöründen çıkarak güzellemeler yapacağım sanmayın sakın.
Elbette sahada cesaret şart fark yaratmak için... Lakin, bir de “kurumsal cesaret” var.
Bizim bildiğimiz bir kulübün kurumsal cesareti, federasyona / rakiplerine / hakemlere / medyaya efelenmesi, zehir zemberek beyanatlarla “büyüklüğü” oranında endişe yaratmasıyla doğru orantılı; değil mi?
Evet... Bu da cesaret ama kategorisi “lümpen ile mafyoz” arası!
Asıl cesaret nedir biliyor musunuz?..
Hiçbir şeyi örtmeye çalışmadan ucu kendisine de dokunsa her olayın üstüne hak / hukuk / adalet kavramlarıyla gitmek.
Şeffaflık yani.
Her şeyden önce alkışlar ve tebrikler Beşiktaş’a... İlk yarıyı lider kapatarak adına şampiyonluk denilen büyük mühendislikte kaba inşaatı tamamladı, geriye “ince” işler kaldı!
Yanlış anlaşılmasın; o ince işler, formu sezon sonuna kadar sürdürmek, gaza/dolduruşa gelmemek, tahriklere aldırmamak, içerde hır çıkarmamak falan...
Yani Beşiktaş’a en uygun olan.
Açık konuşalım; bu ülkenin taraftarı olmayanlar tarafından da izlenen ve takdir gören belki de tek takımı olması boşuna değil Beşiktaş’ın...
Eskiden duruşu, yönetimi ve taraftarı ile sınırlıydı bu sempati... Artık yanına futbolu da eklendi.
Formula 1 yarışında televizyon karşısına “kaza olsa da seyretsek” diye kurulanların futbol versiyonlarını geçin... Beşiktaşlı olmayanların çoğunluğu, bireysel becerileri çarkın dişlileri kusursuzluğunda ve tüm çarkı döndürmeye adayan takım ruhunu başka yerde bulamadığından bakıyor Beşiktaş’a.
Futbol imalatında şu anda en iyi marka olduğu için tercih ediyorlar.
Dünya futbolunda Blatter ve Platini defterini kapatan FIFA soruşturmasını kim başlattı?
Amerika Birleşik Devletleri...
Ne Blatter, Platini ne FIFA üyeleri gıllıgışlı işleri orada yapmış, ne bir ABD’linin canı yanmış, ne de Amerika futbolun merkezi.
Kel alaka yani.
Ama “özgürlük ve demokrasi” bayraktarı ya ABD... Adalet Bakanı talimat verdi FBI işe girişti... İsviçre’de baskın ve bugünlere gelindi.
Yakındır; FIFA ve UEFA’yı da Afganistan, Irak gibi özgürleştirecekler şimdi!
Peki... Futbolun baronlarını yok eden FIFA etik kurulu kararının hemen arifesinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ne dedi?
Sisli, buz gibi hava... Başkent yorulmuş. Akşam olmuş. Ve Fenerbahçe seyircisi tribün kontenjanını sonuna kadar doldurmuş.
Bu duruş, Fenerbahçe’nin “muhteşem futbolundan” kaynaklanmıyor elbette.
Muhteşem futbol bir yana, eksiklerini bile o kadar yavaş düzeltebiliyor ki Fenerbahçe, arada çok büyük sevgi olmasa insanı bezdirir valla.
Ama, Fenerbahçe taraftarı güzellikleri öven eksikleri görmezden gelen müşfik ebeveyn gibi seviyor, övüyor, itiliyor şampiyon olsun diye.
Takım elinden geldiğince yanıt vermesin de ne yapsın?
İlginçtir; maç başlamadan okunan İstiklal Marşı’nda sahadaki en geniş koronun forması, hakemlerinki!.. Fenerbahçe’de dört, Gençlerbiriliği’nde sadece iki TC vatandaşı var sahada.
Bol yabancı transfer eden, bu maçta dokuzunu sahaya süren Gençlerbirliği ne mi yaptı?
Kemale ermiş olgun bir Galatasaraylının üç hafta önceki zehir zemberek mesajını saklamıştım... Köpüren, terbiyesini bozan, kahve jargonuna çalanlardan değildi. Nispeten nazikti. “Bir daha Galatasaray’a ilişkin yazı yazmamamı” rica ediyordu!
Neden?..
Tespit ve öngörülerimi beğenmiyor, hatta kasıtlı buluyordu.
Hamzaoğlu-Denizli değişikliğini içime sindirememiştim.
Hoca değişikliğinin yetmeyeceğini, sıranın yönetime geleceğini söylemiştim.
Çünkü, Galatasaray’daki sorunların Mustafa Denizli’yi aştığını iddia etmiştim... Üç hafta sonraki durum yani.
Hani aile içinde tartışma yaşanırsa kulaklarını tıkayıp bağıran ve algılarını durdurmaya çalışan çocuklar olurlar ya... Aynen öyle; duymak bile istemiyordu kadim Galatasaraylı.
Pereira benim hasmım, düşmanım, rakibim değil!.. Yolda omuz da atmadı, arkamdan laf da etmedi. O giderse yerine geçecek teknik direktör akrabam falan yok.
Neden yazdım bunları?
Çünkü öyle denk geliyor ki, sürekli eleştirmek durumunda kalıyorum Hoca’yı.
Bıktım... İstemiyorum... Ama mecbur kalıyorum.
Pereira mecbur bırakıyor.
Hani, tarihin en iyi Fenerbahçe kadrolarından birini mundar etmekle kalsa, baskı vaat edip savunma oynatsa... Sonra savunmayı en iyi futbol olarak dayatsa... En sonunda takım oyunu ileri taşımaya çalışınca “olduk işte” deyip hangi söylediğinin doğru olduğu anlaşılamasa... İyi!
Sahada kalır hiç olmazsa eleştiri.
Pereira, “sezon başı söz verdiğimiz takım olduk” dese de zamanında herkesi “pozisyonsuz Fenerbahçe’ye” razı etme çabası hafızalarda tazeydi ve şüphe etmek en doğal hakkımızdı...
Fenerbahçe’nin “nasıl ve nerede” olduğu ancak denk bir rakiple, adil terazide anlaşılabilirdi.
Medipol Başakşehir bunun için biçilmiş kaftandı.
Çünkü ikizi gibiydi Fenerbahçe’nin.
Kalesinde en az şut gören takım istatistiğinden tutun, sağlam defans, topla iyi oyun, hızlı çıkış, katkılı kanat bekleri, hemen her kategoride Fenerbahçe birinciyse, Başakşehir ikinciydi.
Evet... İlk yarıda Fenerbahçe baskılı oynuyor, biraz daha üstün görünüyordu ama maçın çoğu orta alanda oynanıyor, Başakşehir ceza alanına yaklaşan Fenerbahçe sıkışıp kalıyordu.
Nani ve Ozan’ın kaçırdığı gol fırsatları çok zor yaratılmış pozisyonlardı. Çünkü Fenerbahçe orta sahası üretken değildi. Servis yapamıyordu. Adeta “Diego” diye bağırıyordu. Ceza sahasına bile doğru dürüst giremiyordu ev sahibi.
Tolga aldı götürdü Avrupa’yı!.. Bire iki verdi... Maçı paketledi, süsledi, Sporting Lizbon’a yılbaşı sepeti gibi hediye etti.
Beşiktaş beş atsa, altı yerdi yani...
Üstelik ilk sabıkası da değil.
Peki cezası!
Şöyle bir göz atın sayfalara, ekranlara; bir Allah’ın kulu var mı “Tolga Zengin Beşiktaş elensin talimatı almış” diyen?
Bir tane “psikopatı oynayan” yorumcu, stüdyonun ışıklarını karartıp gerilim müziği eşliğinde genizden “kaç para aldın Tolga” diye soruyor mu?
Yönetici çıkıp morarmış suratıyla “emek hırsızı” falan diyor mu?