Başlığa bakınca, kurt hoca ile sezonu rakiplere dar etmeye niyetlenen Galatasaray’ın “kurt kapanında canıyla uğraştığı” anlamı çıkabilir... Daha amiyane versiyonları da olabilir tabi “Mustafa Denizli bir işe yaramadı” falan gibi!
Hepsi doğrudur!
Zirvenin üç puan ardında diye yol verilen Hamzaoğlu yerine tepeden-daha doğrusu stüdyodan- inen Hoca ile zirvenin on üç puan gerisinde şu an Galatasaray.
Ve zerre kadar umut yok şampiyonluk için.
Lise’de homurtular var. Tribünler bir kere bile bağrına basmamış Denizli’yi. Yönetim topun ağzında gibi.
Aynı durumda Hamzaoğlu olsaydı, evden çıkıp antrenmana bile gidemezdi protestodan.
Büyük hocadır... İlklerin adamıdır... Roman gibi kariyeri vardır ama tutmadı maya!
Naklen yayın ihalesi dört yüz milyon doları aştığı gün, “sonun başlangıcı” diye yazmıştım!..
“O güne kadar yirmi-otuz milyon borçlanan kulüpler, borçları ikiye-üçe katlayacaklar”... Yanılmışım!
On katına çıkardılar...
Süper Lig’deki kulüplerin toplam borcu 4,2 milyar.
Geçen sene yapılan et ithalatından da çok, Avrupa Birliği’nin Suriyeli 2,5 milyon sığınmacı için bize verdiği katkıdan da fazla.
ÇAĞ ATLAMAK MI?
Nasıl bu hale geldi futbol?
Çünkü kulüpleri yönetenlerin sorumluluğu yok. Borç kulübe yazılıyor, şan şöhret onlara.
Galatasaray’ın hali, ulusal sınırları da aşmış bir futbol felaketi herkesin bildiği gibi; uzun uzun anlatmaya gerek yok. Asıl önemlisi bundan sonrası... Sorunların bitmeyip artacağı süreç. Artçıların yıkıp geçeceği yakın gelecek... Mesele maddi ama manevi boyutları da kaçınılmaz.
Günden güne hocayı, takımı, futbolcuları, malzemeciyi bile bezdirecek.
Burak’la başladı Muslera, Sneijder sıraya girecektir batan gemiyi terk etmek için. Mustafa Denizli ne kadar dayanır orası meçhul.
Hatta Başkan Özbek...
Başkan nereye kadar katlanır böylesi ilaçsız/çözümsüz sıkıntıya. İnsanlar futbola kasvet aradıklarından girmez. Hele mutluluktan başka çıkarı yoksa... Böyle bir Galatasaray’ı sırtlamak için ya deli ya da deli gibi Galatasaraylı olmak gerek.
Durumun vahametini ortaya koyduktan sonra asıl bölüme geçelim:
Çözüm ne peki?
Rizespor karşılaşması Pereira’nın dediği gibi “şampiyonluk maçı” ise vay Fenerbahçe’nin haline...
Skora bakan aldanır. Hepsi penaltı tabelanın. Yani 0-0’ın üzerine üç tane yazı tura... Kazanan Fenerbahçe!
Fenerbahçe açısından sadece üç puanla hatırlanıp gerisinin unutulması gereken bir maç özetle.
Kadıköy’deki müsabakadan tek anı kalır geriye; futbol jargonumuza katkıları!..
“Gol pozisyonu” yoktu maçta “penaltı pozisyonu” vardı. Gol yoktu penaltı vardı. “Gollü maç” değil “penaltılı maç” mesela...
Radyoyu dinlemedim ama anlatan “Markoviç ortadan driplingle penaltıya gidiyor sayın dinleyiciler” demiş olabilir.
F.Bahçe öyle ya da böyle şampiyonluk yolunda ilerliyor ama bu gidişle Pereira’nın sağlığı tehlikede görünüyor!.. Malum, Portekizli hoca “bir penaltı çalınsa pasta yaptıracağım” demişti; şeker komasına girebilir. Hele F.Bahçe’nin ilk penaltısına yedi katlı düğün pastası yaptırması gerekir.
Ceza sahasına giren Volkan ile Hikmet Karaman’ın kötü tercihi ile sağ bek oynayan Sercan omuz omuza mücadele ediyor, Volkan düşünce Fenerbahçe ilk penaltısını yazıyor.
Deprem olur, Devlet felaketzedelerden alacaklarını dondurur, hatta üzerine para verir; anlarım... Sel, tufan, heyelan esnafı vurmuşsa vergi ertelemesi, faizsiz kredi falan tamam... Çünkü faili “tabiat ana” bu yıkımların.
Yakasına yapışıp yarattığı zarar ziyanı tahsil edemezsin ki.
Ama “yıkımı” yapan belliyse, Devlet’in birinci işi mağdurlara kol kanat germekse, ikinci işi yapanın gırtlağına çökmektir değil mi?
Adam elini kolunu sallayarak ve burnundan kıl aldırmayarak yürüyüp gidecek, yarattığı çöküşü Devlet onarmaya çalışacak... Var mı öyle yağma?
Var... Futbolda.
Girersin seçime... Bol keseden vaatleri sıralayıp seçilirsin. Kulübün bütçesi bir liraysa beş liralık alış veriş edersin. Bir de takımı şampiyon yaparsan tarihe geçersin. Borçlar on yılda bile ödenmeyecek duruma geldiyse eyvallah der gidersin.
Merak etme... Kimse muhasebeden çakmaz... Sadece “Ama bizi şampiyon yapmıştı” derler arkandan.
Cizre, Sur, Nusaybin arka bahçem benim!.. Kızıltepe, Karlıova, Siirt varoşları mahallem... Şırnak’ın Namaz dağlarında donmuşum, Hakkari’nin sümbül dağlarında doymuşum. Hayatımın geçtiği Kadıköy kadar iyi bilirim oraları.
Otuz yıl boyunca kimi zaman endişeli, kime zaman keyifli gittim geldim. Dinledim, yazdım, dostlarım da oldu düşmanlarım da.
Yaşam tehlikesinden, yaşam umudu vefanın en hasına kadar pek çok anı devşirdim oralarda. Severim insanlarını.
Şu anda tek dileğim, aralarına saklanan teröristlerden bir an önce kurtulmaları inanın. En az zararla, en çabuk şekilde.
Yakındır...
Merak etmeyin, her şey yeniden yapılır, huzur yeniden gelir çok kısa sürede. Çünkü o halkın ilk istediği kimlik, ikincisi ekmek ise üçüncü ve olmazsa olmazı huzurdur.
Sonra... Sıra spora gelecektir.
Galatasaray henüz “bitti” demedi!.. Ama “Oh” da diyemedi.
Zaten nasıl diyebilir ki? Daha ligin ikinci yarısında ilkti Sivasspor maçı. “Eyvallah” demek için çılgın veya dargın olmak lazım. Tıpkı tribünler gibi.
Tribünlerde galip durumdayken bile kendi futbolcusunu yuhalayan, takımın moralini bozan, hatta somut olarak gol yemesine neden olan bir seyircisi var Galatasaray’ın.
Umut’u bitirdiler, ikinci yarının menüsü Burak. Yahu adama penaltı attırmamaya çalıştı tribünler. Bu ne tuhaf hayat?
Strateji, para, performans, hepsi bir yana; bu kadar mutsuz durumda olmayı hak ediyor mu acaba sahadaki Galatasaray? Maça gelince... Ligin dibindeki Sivasspor... Ve karşısına büyük endişelerle çıkan bir Galatasaray.
Kolay değil; şampiyonluk yarışındaki iki ezeli rakip de uzak ara.
Takviye mi lazım?..
Türkiye Kupası bizimdir ama “üvey”dir, “kayın”dır, “zarar”lıdır... Çünkü astarı yüzünden pahalıdır... Telefat, tahribat, hüsran ihtimali de cabası.
Adet yerini bulsun diye oynanır.
Olmasa da olur!.. Hatta olmasa daha iyi olur!
Slogan şudur:
Kupa = Angarya!
Bunlar benim tespitim değil; üç büyük formalı yöneticisinden hocasına, futbolcusundan taraftarına, hatta basın mensuplarına kadar pek çok futbol insanından işitmişsinizdir bu sözleri.
Öyle kolay kolay “aynı fikir” etrafında da birleşmezler hani!