Muhteşem stadın tribünleri ıssız kalsa da tabiat ananın teni yeşilin elli tonu üzerinde, ırkla/dinle değil futbola eklediği katma değerle saygı duyulan yerli yabancı ama mutlaka acılı genç adamlar var... Spora ve topluma saygıyı kravat yapıp şah damarına dolamış pırıl pırıl hocalar, mağrur bir hüzünle yan yanalar... Ve sadece bir düdük iki kartla adalet dağıtan hakemler kedere mimiksiz ortak olurken çakı gibi...
Bu manzara, adına terörist denilen insan kasaplarından ne kadar farklı boyuttaysa, en acılı zamanlarımızda işte o kadar ağır bir yanıttır ölüm simsarlarına.
Kayıplarımıza ağlarız ama rutini yaparız, çünkü biz kabile değil acıyla yaratılmış büyük bir halkız.
Maça gelince... Fenerbahçe kendi sahasında oynar gibi maça hakim, Bursaspor sanki deplasman takımıydı doksan dakika boyunca.
Oyuna ortak olmayı bırakın, şampiyonluk yaşamış Bursaspor’un tek planı kontrataktı ama bunu becerecek kadar bile rakip sahada top tutamıyordu.
Aslında bunu sağlayan da Fenerbahçe idi... Belki de ilk kez bir deplasmanda hem topa daha çok sahip oldu, hem ilerde baskı yaptı, hem yakaladığı toplarla oyunu ileri taşıdı, hem çok sayıda pozisyona girdi Fenerbahçe...
Lokomotiv Moskova maçının devamını
Mustafa Denizli, “Galatasaray’a geldiğim için pişman olmamak mümkün mü” dediği andan itibaren usta hoca ile sarı-kırmızılı kulübün yollarının fiilen ayrıldığını yazmıştım geçen hafta... Olay kafada bitmişti, sözleşmenin tarafları için “karizmayı çizdirmeyecek” teknik detaylara kalmıştı iş!..
Nitekim, hem sahadaki skandal Galatasaray bağlamında, hem de yeni hoca arayışına giren bazı yönetim kurulu üyelerinin şahsında, vedalaşma sürecinin başladığı apaçık ortadaydı.
Bir tek Galatasaray Başkanı Dursun Özbek çabalıyordu zamanı geri sarmak için... “Ne?.. Mustafa Denizli Galatasaray’da mı?” günlerine dönebilmek için.
Sebebi, Denizli’nin gidişi her şeyden önce kişisel hezimeti olacaktı sayın Özbek’in... Başkanlığı tartışılacak, belki bitecek ama en azından “başarısız” olarak geçecekti sarı kırmızı tarihe... Bunca yıllık kulüpçü olarak, krizin ağırlığını tarttığında, zamana oynayıp “koşulların ve takımın düzelme ihtimali doğar mı” diye ümit duyması imkansızdı.
Mustafa Denizli ise tuhaf bir şekilde bir hoca için “son söz” anlamındaki “pişmanlığını” deklare etmesi ardından, gerekeni yapmamaktaydı.
Neden?..
Biraz Polyanna’cılık oynadım kendi kendime... Teknik direktör Denizli, müthiş
Kediyi bile köşeye sıkıştırırsan tırmalar... Nerede kaldı onurlu, gururlu ormanlar kralı!..
Hele yaralıysa, çaresizse, açsa “aslan kral”, karşısında kim varsa çil yavrusu gibi dağıtır, saldırır parçalar değil mi?
O zaman, aslanı rencide etmesinler, itibarıyla oynamasınlar!.. En azından bu sezonluk Galatasaray’ın sembolünü değiştirsinler.
“Koala” olsun mesela...
Sevimli, tırsık, tembel Avustralya canlısı. Hem o da Galatasaray gibi zehir yer, fiyakayı bozmamak için sağa sola gülümser. Papürüslerin tepesinde saklanacak yer arar.
Mersin sahasında iki takım futbol oynuyorlar, ikisinin de son sezonundan dörder arabesk hit çıkar.
Ama birisi geçen sezonun şampiyonu Galatasaray...
"Kurtar bizi baba” nidalarıyla yüzyılın transferi gibi Galatasaray’ın başına geçeceksin... “Kariyerim burada başladı, burada bitsin isterim” diyecek, kendini bağlayacaksın, Galatasaray’ı hiçbir kulübü sahiplenmediğin kadar sahipleneceksin... Transfer yapmak yerine “selefini” kovmayı etik açıdan dert edinmeyenlerin ekonomik durumunu anlayışla karşılayıp sadece bir-iki transfer isteyeceksin -ki, senden tek beklenti “şampiyonluk kovalamak” işlevini yerine getiresin!
Olmayacak... Para yok diye geri çevrileceksin.
Gol adamın Burak hakkında transfer dedikoduları ayyuka çıkınca “kimse ayrılamaz, müsaade etmem” tavrıyla kırmızı çizgini çekeceksin; iki hafta sonra adamı Çin’de görecek, tek santrforla baş başa kalacaksın ki, onu da taraftar baskısıyla psikolojik olarak kaybetmişsin.
Sneijder’in, Podolski’n yeni Çin Yılı’nı kutlama mesajlarıyla cilve yapacaklar Uzak Doğu’daki üç katı paraya... Yönetim avuçlarını okşayacak, sen tırnaklarını kemireceksin.
Sebebini soramayacaksın bile... Çünkü yanıtı bileceksin:
“Para yok”!
Senden başka her yetkili/sorumlunun tek derdi para/kredi/UEFA olacak, hedefler bir bir kaybedildiğinde herkes dönüp sana bakacak. Belli ki, muhtemel UEFA
“Şşşşş!.. Sakın ha... Bundan sonra “şefaat, şefkat hatta şekerpare” bile yasak... Hele “şirret, şiddet, şimendifer” gibi “ş”den sonra “i” gelen kelimeler asla!
Mesela Çağla “Şikel” soy ismindeki ilk dört harf yüzünden sakıncalı piyadedir artık. Fenerbahçe külliyesinden içeri adım atamaz.
Kısaca; kullanmayacaksınız “ş” harfini!..
Padişahımız efendimiz Aziz Yıldırım Han celalleniyor... Bre gafil Dursun Özbek... Gördünüz ekrana çıkıp “şike”yi cümle içinde kullanınca başına neler geldi.
O ki, Galatasaray başkanı.
Malum kelimeyi kullanırsa, sıradan bir insanın başına gelebilecekleri varın siz tahmin edin.
Şaka bir yana, son kavgada Galatasaray Başkanı Dursun Özbek bir “vesiledir” Nazım Hikmet’in Peyami Safa’ya yazdığı “Bir Provokatör Üstünde Hiciv Denemeleri” şiirindeki gibi.
Aslında böyle hezimetler bazen ilaç gibi gelir Fenerbahçe gibi büyük hesapları olan takımlara...
Taraftarı “Bir gol olsun bizim olsun kanaatkarlığından, takımı “aman gol yemeyelim de” korkaklığından, Hoca’yı “ne güzel gidiyor işte” kolaycılığından kurtarıp “nerede nasıl yanlış yapıyoruz” diye düşünme şansı yaratır belki.
Medya “kazanan takım eleştirilmez” kaypaklığından kurtulur bakarsınız. “Madem ki kazanıyor Pererira çok iyi hocadır” düz mantığı sorgulanabilir bir ihtimal.
Çünkü böyle giderse Fenerbahçe ancak “meteoroloji kupasını” kaldırır... O da kar devam ederse!
Sezonun kalan kısmı geçenden iyice azaldı ama Fenerbahçe bir türlü “tam” olamadı “bilindiği” ve “bilmezden gelindiği” gibi... Hep yarım porsiyon!
Sorarsanız, savunması iyi... Peki, futbolun “yarısı” değil mi bu? Nerede gerisi? Yarım porsiyon futbolla şampiyonluk yarışını nasıl götürebilirsin ki?
Antalya’daki gibi savunman netameli hale gelmiş, rakibin fena halde motive olunca, yetmiyor işte... Hazin durumlar yaşıyorsun.
Işıklar içinde uyusun, rahmetli Çetin Altan’ın “Türk’ün Türk’e propagandası” diye özetlediği “çağın gerçeklerinden kahramanlık edebiyatıyla yırtma” geleneksel sanatımıza, yeni bir alt başlık ekledi Galatasaray Başkanı sayın Dursun Özbek:
“Galatasaray’ın Galatasaraylıya propagandası”!..
Başkan’a bakarsanız, yakasına yapışan UEFA’ya Danıştay’da dava açsa kazanır Galatasaray!
***
Meğer UEFA Finansal Fair Play’i futbola kara para girmesin, şike yapılmasın, istenmeyen yönetim şekilleri olmasın diye icat etmiş... Bu ruha aykırı hiçbir tasarrufu olmamış Galatasaray’ın... Borcu bile yokmuş kadim kulübün.
Gideri gelirini kat kat aşmışsa Finansal Fair Play’e neymiş!..
Belki ucundan azıcık değmiş ama o suçun kapsama alanına girmezmiş!
Olsa olsa ufak bir para cezası hak edilmiş... O kadar.
Diyarbakır’ın güzide temsilcisi Amed Sportif bir maç seyircisiz oynama cezası aldı, o da Fenerbahçe ile sahasında oynayacağı kupa mücadelesine denk geldi ya... Asbaşkan Nurullah Edemen restini çekmiş, “ceza kalkmazsa maça çıkmayız” demiş!
Tabi biraz “sportif sos” da eklemiş:
“Eğer kupada Fenerbahçe ile eşleşmeseydik bu ceza verilmezdi”!
Ne Fenerbahçesi ya... Cezanın gerekçesi “siyasi slogan atan tribünler”... İltimas geçmişler!
Sloganlar siyasi falan değil; resmen teröre destek:
“Barikat burada dimdik ayakta”.
“Her yer sur her yer direniş”.
“Her yer Cizre her yer direniş”.