Tolga aldı götürdü Avrupa’yı!.. Bire iki verdi... Maçı paketledi, süsledi, Sporting Lizbon’a yılbaşı sepeti gibi hediye etti.
Beşiktaş beş atsa, altı yerdi yani...
Üstelik ilk sabıkası da değil.
Peki cezası!
Şöyle bir göz atın sayfalara, ekranlara; bir Allah’ın kulu var mı “Tolga Zengin Beşiktaş elensin talimatı almış” diyen?
Bir tane “psikopatı oynayan” yorumcu, stüdyonun ışıklarını karartıp gerilim müziği eşliğinde genizden “kaç para aldın Tolga” diye soruyor mu?
Yönetici çıkıp morarmış suratıyla “emek hırsızı” falan diyor mu?
Eski kalecilerden salyalarını silerken “eldivenlerini as” lafları duydunuz mu?
Soruşturmacı gazetecilerimiz(!) Tolga’nın kuzeninin bir Portekizli ile evli olduğu ve Sporting Lizbon’a kuruyemiş sattığı gibi abuk sabukluklar buluyor mu?
Olamaz değil mi?
Tolga’nın yediği goller akla sığmaz, mantığa ters, kalecilere verilen ilk ders uzağında da olsa, komplodan bahsedenin kariyerine öyle bir “salak” damgası vurulur ki, Tolga’nın kariyerine yazılan Lizbon gollerinden bin beter olur reyting hastası boşboğaz.
Peki benzer hataları yapan, maçı bir takımdan alıp öbür takıma veren, kartını, düdüğünü, durduğu yeri ayarlayamayan hakem neden ahlaksız, namussuz, çete üyesi, emir kulu, şapşal, hırsız oluyor?
Çünkü hakemin taraftarı yok.
Takımı yok.
Tamam... Futbolda “takımına göre”, “adamına göre”, “zamanına göre”, “sonucuna göre” türünden pek çok parametre var ama sahadaki adamlardan bazılarınınki “hata” bazılarınınki “ahlaksızlık” oluyorsa, çifte standart ile ikiyüzlülük futbolda mı, bakan gözlerde mi acaba?
Elbette “asmayalım” Tolga’yı.
“Son adam” olmak kolay değil.
Peki sahada “tek adam” olmak?..
Futbolda “adalet”ten başka bir şey talep etmediğini iddia eden yeryüzünün en adaletsiz insanları unutmasın bu maçı.
Gelelim Diego’ya...
Dakika 67... Topun uzağında Johansen’e yanaşıp tekmeyi basıyor Fenerbahçeli futbolcu.
Yedi dakika sonra Celtic’in beraberlik golü geliyor.
Maç bitene kadar ecel terleri döküyor Fenerbahçe.
Hani sinirli desen; öyle biri de değil Diego. Son kırmızı kartını göreli 8 yıl oluyor neredeyse.
Tahrik edildi, çileden çıkarıldı, acemiliğine geldi desen; o da uymaz... Uluslararası arenada feleğin çemberinden geçmiş, kitap yazacak kariyer ve tecrübeye erişmiş.
Hayati bir maçta olmayacak iş yaparak kendini kovdurtmak isteyecek adam olsa, sezon başından beri sistem gereği kulübede oturması gerekirken gayreti ve çabalaması ile kendini takıma adeta zorla monte ettirir mi?
Peki ne oldu da Fenerbahçe’nin tur şansını bombalayacak kamikaze eylemine niyet etti?
Nakit mi?
Transfer sözü mü?
Ailesi mi istemiyor İstanbul’u?
Hadi... Ne duruyorsunuz; bulun bir şeyler yöneticisinden medyacısına değerli komplo kafadarları!
Süper Lig maçında hakem Diego’yu atsa, ne Beşiktaşlılığı kalırdı hakemin, ne Galatasaraylılığı, ne rakip yöneticilerle mesleki bağı... Sarı-kırmızı sünnet şapkalı fotoğraflarını sallarlardı kameraya karşı. Siyah takıma beyaz gömlekten mana çıkarılırdı.
Demek ki, insanların oynayıp insanlar tarafından izlenen futbolda insana ait hatalar, zaaflar, saçmalıklar olabiliyor. Profesyonellik denilen iş disiplini bile engelleyemiyor zaman zaman.
Peki, söz konusu hakem olunca, empati, izan, vicdan gibi insani vasıfların ortadan kalkması da insani bir durum sayılabilir mi?
Elbette hayır...
Biri saliselik, öteki taammüden...
Bir olur, iki olur... Hep aynı şey tekrarlanıyorsa, yorumlayanın, kasıt arayanın, hatayı yapandan daha art niyetli olduğu belli olur.
Diego gibi kariyeri ve sükune ti tescilli bir futbolcunun yaptığı hata ile Fenerbahçe’yi uçurumun kenarına ittiği Celtic maçını da bir kenara yazın ey adalet savaşçıları.
Ve futbolun unsurlarına yapıştırdığınız kirlerle boşalan tribünlere ne kadar büyük katkınız olduğunu unutmayın.