Enerji dünya için büyük önem taşıyor ve insanlar enerji paylaşımının yarattığı sorunlarla uğraşıyor. Bilim insanları alternatif enerji kaynakları üretebilmek için çalışıyor. Ekonomistler ekonomik dengelerin oluşumunda en önemli payı enerjiye veriyor. Devletler enerji kaynaklarına sahip olabilmek için savaşıyor. Tüm hesaplar enerji kaynaklarına ulaşmak ve sahip olmak üzerine kuruluyor. Enerji kaynakları için en iğrenç entrikalar dönüyor. İnsanlar birbirine düşüyor; terör, şiddet, iç savaş, kavga insanı insandan, kardeşi kardeşten uzaklaştırıyor.
Oysaki insanlar birbirlerine yakın yaşamak için yaratılmışlardır. Bu yakınlığı sağlamak için her insanın kalbine sınırsız sevgi verilmiş, fiziksel yapısı sevgi enerjisini yaşatmak üzere kurulmuştur.
Birbirimize yakın olmak için her yetenek özümüzde bulunmasına karşın, bizler insanları değil, dünyayı tercih ederiz. Dünya mallarıyla özdeşleşir, insanlardan uzaklaşırız. Tüketim arzusu, sahip olma ve biriktirme duygusu insanı kendi özünden koparmakta, diğer insanlara karşı yabancılaştırmaktadır. Kendi çıkarına odaklanan insanlar, çıkar çekişmesi içinde hoşgörüsüz, kavgacı, mücadeleci, güvensiz, birbirinden kopuk bir yaşam sürdürüyor ve
Belli bir eğitim görmüş Türk insanından epeyi bir bölümü Muhammed İkbal (1876-1938) adını duymuştur. Yine bunlardan bir bölümü Muhammed İkbal’i Pakistan’ın Mehmet Akif’i olarak bilir. İkbal de Akif gibi Pakistan’ın milli şairidir. Akif gibi inançlı, bilinçli, aydın bir Müslüman’dır. İkisi de aynı yıllarda yaşamıştır. Bu yazının konusu onun Marx’ın ünlü kitabı Kapital için söylediği, “Cebrailsiz kutsal kitap” sözüdür. Bu sözün, benim gibi başka birçok kimse için de sürpriz, vurucu, çarpıcı bir kavramsallaştırma olduğunda tereddüt yoktur. Ama İkbal bu sözü söylemiş ve savunmuş. Nedenini, niçinini elimizden geldiği kadar açıklamaya çalışalım.
Batı’nın bilim ve felsefe tarihinin en çok bilinen, tanınan eserlerinden biri Kapital’dir. Karl Marx’ın baş eseri olan Kapital, kendisiyle özdeşleşmiştir. Marx dendiğinde Kapital, Kapital dendiğinde de Marx akla gelir. Bir tespit de şudur: Bilim ve felsefe tarihinde üzerinde Kapital kadar tartışma, yorum ve analiz yapılan bir başka eser yoktur. Aynı şekilde fikir ve felsefe tarihinde Karl Marx kadar tartışılan; sevenleri tarafından göklere çıkarılan, karşıtları tarafından yerin dibine batırılan bir düşünce adamı da yoktur.
İster sevilsin, ister
Prof. Dr. Cengiz KUDAY
1942’de doğan Cengiz Kuday 1967’de İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesinden mezun oldu. 1972’de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Ana Bilim Dalı’nda Uzmanlık eğitimini tamamladı. İÜ Tıp Fakültesi Cerrahpaşa Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda 1978 yılında Doçent, 1987 yılında Profesör unvanını aldı. 1982 ve 2006 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı. 1992 ve 2006 arasında İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevini yaptı. 1994 ve 2006 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Senatosu Üyeliğinde yer aldı.
Türkiye 1 Kasım seçimlerinde AKP’ye karar verdi ve 317 milletvekili ile önümüzdeki dört yılımızı AKP Hükümeti şekillendirecek. Dört yıllık beklentileri ve önündeki hedefleri iki ana bölümde analiz edebiliriz. İlk olarak ekonomik beklentilerine göz atalım:
1-Artık Türkiye konutla büyümemeli. Konut fazlası ve stoku şu anda 1 milyon 300 bini geçmiş durumda. Buradaki büyüme bugüne kadar gözlerimizi kamaştırdı ama artık Türkiye’nin üretimde büyümesi lazım.
2-Türkiye’nin son iki yıldır düşen ihracatını arttırmak için üretimin yanında yeni oluşumlara da ağırlık vermesi. TAVAK Vakfı’nın tespitine göre 2014 yılında Türkiye dizi ve kültür ürünleri konusunda 4 milyar doların üzerinde bir ihracat yaptı. Bu da tekstildeki 8 milyar dolarlık ihracatın yarısını oluşturdu. Yeni yolların bulunması şart.
3-Afrika ülkeleri 2002 yılından itibaren AKP hükümeti tarafından keşfedilmiş ve 2012’de ihracatımızın yüzde 30’u Afrika ülkelerine gitmişti. Şimdi Afrika ülkelerine yönelik düşen ihracatımızın tekrar arttırılması için atılımlar yapılması lazım.
4-AB ile ilişkilere ciddi bir şekilde yeni hükümetin eğilmesi şart. 2014-2019 yıllarındaki yedi yıllık bütçede Türkiye’nin tam üyeliği için bir meblağ
Günlerdir görsel ve yazılı medyada 1 Kasım seçiminin sonuçları politik, siyasal, ekonomik açıdan tartışılıyor. Ak Parti’nin seçimi kazanmasının, MHP’nin, HDP’nin oy kaybetmesinin CHP’nin çok az oy arttırmasının nedenleri araştırılıyor. 1 Kasım seçimlerine katılan, oy veren seçmeni ruhbilim açısından anlamaya anlatmaya çalıştım. Bilindiği gibi ruhbilim insanın tutumunu, davranışını, eylemini inceleyen bir bilim dalıdır.
Davranış, insanın içten, bedensel, ruhsal durumundan ya da dıştan doğal toplumsal ortamdan gelen iletilere uyaranlara verdiği tepkidir.
Toplumsal ruhbilim, birey toplumsal ortam iletişimini, etkileşimini inceleyen bilim dalıdır. Bu tepkiyi ilgi, sevgi, huzur, mutluluk gibi olumlu ya da kaygı, korku, öfke gibi olumsuz duygular, dikkat, algı, bellek, düşünce gibi bilişsel işlevlerin birleşip bütünleşmesi oluşturur.
İnsanda doğal ve evrensel olarak ölüm, yok olma kaygısı korkusu vardır. Bu duygu gelişim sürecinde biçim ve renk kazanır. Bilişsel işlevlerin etkisi altında yaşama gücüne dönüşür.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Fransız fizyoloji uzmanı Claude Bernard stres kavramanı tanımlamıştır. Stres (strese) sözcüğü Latince (Estricta) fiilinden türetilmiştir. Baskı
Toplumda insanların çok büyük bir bölümü yaşamlarını alma ve sahip olma çabası içinde sürdürüyor. Bu çaba içinde yaşayan insanların yarattığı hırs, hasislik, öfke ve stres ile toplumsal yaşam her gün biraz daha gerginleşiyor. Alma duygusu içinde yaşayan insanlar vermeyi kayıp olarak görürler. Vermekten korkarlar, yalnızca almayı hak gördükleri için alamadıkları zaman kendilerini yenilmiş sayarlar. Yenilgi duygusu ve kayıp korkusu olan insanlar kavga, çekişme ve mücadele içinde yaşar, sürekli birbirlerini suçlarlar, birbirlerini sevmeleri olası değildir. Cömertçe verebilmek, paylaşabilmek için sevmek ve karşılık beklememek gerekir. Sevmek ve vermek bir insanın ulaşabileceği en büyük zenginliktir. Zenginlik içinde sürecek bir hayat, vermenin sevinç ve coşkusunu hissetmekle başlar. Birçok bilge kişi, “Gerçek zengin çok şeyi olan değil, gönül huzuru içinde karşılık beklemeden verebilen, paylaşabilendir” fikrini değişik sözlerle ifade etmişlerdir. Ruhsal erginlik ve olgunluğa ulaşamayan, şefkat, merhamet ve sevgiden uzak yaşayan insanlar vermeyi bilmezler, almaya odaklı yaşarlar. Ruhsal aydınlığa ulaşan insanlar için vermek; kazandıklarının, sahip olduklarının sevincini ve
Üniversitelerin en üst düzeydeki görevi ve sorumluluğu bilgi üretmektir. Üniversiteleri tüm diğer görevlerini ve sorumluluklarını bu temel üzerinde ve etrafında tanımlamak gerekir.
Öğretim/Öğrenim üretilen bilginin genç kuşaklara (öğrenciler) aktarılması ve gösterimi (demonstrasyon) sürecidir. Toplumun gelişmesi ve sağlıklı yapılanması için bu sürecin sağlıklı bir şekilde kurulması ve yürütülmesi üniversitelerin temel sorumluluklarından önceliği olan bir konudur.
Eğitim/Hizmet bilginin toplum yararına sunulması ve uygulanmasıdır. Eğitimden yararlanacak kesim, toplumun üst-ast ilişkisinden bağımsız tüm kesimlerini ve bireylerini kapsar. Bu sürecin salt insan öğesini aşarak toplumun tüm kurum ve kuruluşlarını kapsaması bir zorunluluktur. Bu kapsamda özellikle mühendislik fakülteleri için sanayi kuruluşları, sağlık fakülteleri için hastaneler, ve benzeri ilişkilerin kurulması, geliştirilmesi ve sürdürülmesi üniversitelerin toplumsal gelişmede üzerlerine almaları gereken önemli bir görevdir. Özellikle mühendislik fakülteleri ve buna bağlı olarak Fen fakülteleri pozitif bilimlerin uygulama süreci içinde yerli ve evrensel teknoloji üretimi sorumluluğunu yüklenmişlerdir.
Çok kapsamlı süreç
Dü
Çetin Altan, Türk basınının gerçek bir profesyoneliydi. Yazmaktan başka hiçbir işle meşgul olmamış, bütün hayatını sadece yazarak geçirmiş, geçimini her zaman yazarak sağlamıştır. Altan, düşüncelerine katılmayanların bile saygı duymasını gerektirecek bir yazardı...
Cemil Meriç, Attila İlhan’ın ilk ve en önemli eserlerinden biri olan Hangi Batı için şunları yazmıştı: “Çapkın, çakırkeyif, derbeder bir üslup. Şımarık, serâzâd bir zekâ. Kızdırdığı zaman bile sevimli. Kitabı gülerek kapıyorum, yarı sarhoş, yarı mutlu, yarı doymuş, yarı aç.” (Ümrandan Uygarlığa, s.21).
Burada çizilen üslup tarzının aynıyla 23.10.2015’te, 88 yaşında bu dünyaya veda eden Çetin Altan’ın üslubuna da uygulanabileceğine hiç şüphe yoktur. Çünkü Çetin Altan’ın üslubunda da benzer nitelikler fazlasıyla vardı. Ayrıca iyi bir yazar olmak için gerekli bütün yeteneklere sahipti. Bu alanda doğuştan donanımlıydı. Çok az yazarımız yazılarını onun kadar güçlü metaforlarla bezeyebilmiştir. Yazmanın gurusu denebilecek ayrıcalıklara sahipti. Pervasızdı. Yazılarını, kimi rahatsız eder, kimin yarasını kaşır, kimin zülfü yârine dokunur demeden tam bir özgüvenle yazdı. Okuyucusunun ve toplumun tarihi, dini