Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Prof. Dr. Cengiz KUDAY
1942’de doğan Cengiz Kuday 1967’de İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesinden mezun oldu. 1972’de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Ana Bilim Dalı’nda Uzmanlık eğitimini tamamladı. İÜ Tıp Fakültesi Cerrahpaşa Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda 1978 yılında Doçent, 1987 yılında Profesör unvanını aldı. 1982 ve 2006 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı. 1992 ve 2006 arasında İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevini yaptı. 1994 ve 2006 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Senatosu Üyeliğinde yer aldı.

Haberin Devamı

Geçtiğimiz günlerde bir meslektaşımız aynı üniversiteden mezun olmuş bir kardeşimiz Nobel Kimya ödülünü kazandı. Bu bize ve ülkemiz öğretim müesselerine gurur verdi. Sn. Prof. Aziz Sancar’ın mütevazi kişiliğinin dışında bize en kıvanç verici söylevi Türkiye Eğitim kurumları hakkında söylediği o güzel sözlerdi. Kendisini müteşekkiriz Türkiye’de tevhidi tedrisat öğretim eşitliği birliği ile Sevgili Atatürk’ün bize açtığı yolla bizlere tanıdığı fırsat eşitliği ile o devrin öğrencileri bizlerin pek çoğu sayısız başarılara ulaştılar. Bizlere bu yolda yol açan rehberlik eden bütün öğretmenlerimize minnet borçluyuz. Kendim bu konuda şanslı bir kişiyim. Bu devrin öğretmenleri ile yetiştim. Hepsine sonsuz saygım, sevgim, minnet borçluyum.
1949 Yılında Kütüya Gazi İlkokulu’nda öğenim hayatıma başladım. Öğetmenimizi beyaz saçlı, dudaklarının üstünde beyaz küçük bir bıyığı olan, yelekli takım elbise ve yeleğinde köstekli saati olan, bize sevgi ve gülümseme ile bakan biri olarak hatırlıyorum. O zaman kalemtıraş olmadığı için kalemimiz kırıldığı veya kısaldığı zaman önünde Sıraya girerek ona çakısı ile her birimizin kalemlerimizi sabırla ve hiç şikayet göstermeden açtığını hatırlıyorum.
İlkokulun daha 1. Sınıfında bize Türkçemizi öğretmeye çalışırken fiil - zarf, zarf tamlaması tarif ettiğini hatırlıyorum. Henüz 2” Sınıfta iken Kütüya’mızın tarihini gezdirerek gösterdi. Bu surlar Romalılardan, Şu kale Selçuklulardan, şu cami Osmanlılardan; şehir dışındaki mahallelerde gezilerek gösteren, buraların Frigyalılardan kaldığını anlatıp, gösterdiğini hatırlıyorum. şehrin köklü ailelerin evine bizleri göstererek örneğin bu aile Germiyanoğullarından geliyor, daha evvel şehrimizin sahibi Germiyanoğulları idi diye anlattığını hatırlıyorum. Daha 2. İlkokul sınıfında tarihi bize tanıştırmış olduğunu şimdi idrak ediyorum.
Ortaokulumu hatırlıyorum. Gazi Mustafa Kemal, İzmir’e geldiğinde orada kaldığı söylenen, girişinde kocaman bir havuzun ortasında yükselen mermerden Afrodit heykelini, arka bahçedeki mitolojik kahramanların bronzdan bire bir heykellerini, her ders için farklı dershanelerin olduğu sedef kakmalı şöminelerin süslediği sınıflarımızı hatırlıyorum. Bize yaparak, deneyerek öğreten öğretmenlerimizi hatırlıyorum. Her sene bütün mevsim boyunca sorumluluğuna verilen çiçek ve sebze tarhlarımız ve bizlere buraları nasıl geliştireceğimizi durmadan, yorulmadan uğraşan öğretmenimizi; ilk cerrahi deneyimim olan bir kurbağanın iç organlarını görmek için bizlere yaptırılan disseksiyon dersini hatırlıyorum. El işi atölyemizde bize tahta oymayı, kağıt hamurundan heykel yapmayı, ipliklerden hamak, kilim yapmayı öğretmeye uğraşan öğretmenlerimizi hatırlıyorum.
Her birimizin önünde açılıp kapanan notalarımızı koyduğumuz tek kişilik masalarımız olduğu; içinde kuyruklu bir piyanonun eskiden kalma bir orgun, onlarca sayıda taş plağın, ve eski bir gramofonun olduğu müzik odamızı hatırlıyorum. Müzik hocamızın bize piyanosu ile ilk klasik piyono dinletisi tecrübemi (Manuel-de falia ateş danısnı çalmasının biraz da zorla çift sesli korolarda bizlere şarkı söyleten hocamızı hatırlıyorum. örnek cennet bir okul ve öğretmenlerimi hatırlıyorum. Çok güzel şirin bir sanat eseri olan, yüzyılın başında yapılmış, Türkiye’nin ilk demiryollarından biri olan istasyonumuzdan(maalesef şimdi bu hat kapatıldı, tasarruf gerekçesiyle) kalkan; yazın her iki tarafı açık-kapalı olan vagonlarında bordo kadife renkli ponponlu Perdeleri olan frenimizde her sabah Alsancak istasyonu yolu ile gittiğim saray yavrusu muhteşem lisemi, İzmir Atatürk Lisesi’ni hatırlıyorum. 1 yıl boyunca İzmir’in nasıl işgal edildiğini, yaşadıklarını, o zamanki çocuk gözüyle gördüklerini anlatan bizler bir televizyon dizisi gibi merakla sonu nasıl olacak diye koşarak, zevkle dinlediğimiz Tarih Hocamızın lakabı ‘Şeker Hocamız’ı hatırlıyorum.
Edgar Allen Poe’nun Anabelli şiirini defalarca söylediğimizi; her defasında sanki ilk defa söylüyormuş gibi duygusal, titrek, güzel aksanlı, ‘Sevgili Canbaba’ lakaplı, geçenlerde ileri yaşlarda kaybettiğimi edebiyat hocamızı hatırlıyorum. Beden eğitimi dersinin sıradan bir ders olamadığını, insanı terbiye eden, disiplin şuurunu aşılayan bir ders olduğunu bize öğreten hocalarımızı hatırlıyorum.
Ben öğretmenlerimizi illa başlarda Muallim Bey, Muallime Hanım diye hitap ettiğimiz, sonradan öğretmenimi hocam dediğimizi ve her birine şükran duyduğum mümtaz kişileri hatırlıyorum. Atatürk’ün, cumhuriyetimizin öğretmenlerini hatırlıyorum.
Vasat öğretmen: Anlatır
İyi öğretmen: Açıklar
Usta Öğretmen: Gösterir
Büyük öğretmen: İlham verir.
Benim öğretmenlerim hep ilham verdi. Onların şahsında bütün öğretmenlerimi selamlıyor ve önlerinde saygı ile eğiliyorum.