İsmail Özcan: Eğitimci/Yazar
İsmail Özcan, Kastamonu’da doğdu. 1970 yılında İlahiyat fakültesinden mezun oldu ve öğretmen olarak göreve başladı. İstanbul’un resmi ve özel ortaöğretim kurumlarında 41 yıl fiilen öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu. İsmail Özcan’ın din, dil ve edebiyatla ilgili 15’ten fazla yayımlanmış kitabı bulunmaktadır. 1985-2000 yılları arasında 8 yıl Milliyet’e, 5 yıl Posta’ya, 3 yıl da Sabah’a Ramazan yazıları yazdı. 1991’de Milliyet’e 400 sayfalık bir İslam Ansiklopedisi, Sabah ve Günaydın gazetelerine de kitap ilaveleri hazırladı. Şimdilerde çeşitli ulusal gazetelere ara ara yazılar yazmakta ve kitap çalışmalarına devam etmektedir.
Mehmet Şakir ÖRS
Aralık 2009’da, seçkin bir İngiliz politikacı ile birlikte, Suriye Dışileri Bakanı Valid Muallim ile Şam’daki ofisinde bir araya geldim. Bize İsrail ile aşamalar halinde gerçekleşecek barış sürecine dair vizyonunu anlattı. İki ana şartı vardı. İlki, İsrail’in batısındaki Tiberya sularına erişimlerinin garanti edilmesi. İkincisi, barış sürecinin Türkiye tarafından sigortaya alınması. Muallim, Şam yönetiminin çıkarlarını garanti altına alması konusunda sadece bir ülkeye güvendiğini söylemişti.
Şubat 2011’de yayınladığımız Blue Peace (Mavi Barış) raporumuzda, Strategic Foresight Group olarak suyu Ortadoğu’da barış ve kalkınma aracı olarak kullanmak üzere birçok çneride bulunduk. Bunlardan biri Muallim’in çizdiği çerçeveden alınmıştı.
Raporun yayınlanmasından bir ay sonra, Suriye bir içsavaş girdabının içine çekildi. Bunun öncelikli sebebi, devlet ve vatandaşları arasındaki sosyal kontratın erezyona uğramasıydı. Ancak buna katkıda bulunan kilit faktörlerden biri de çiftçileri yoksulluğun içine dürüşen ve gergin kentlere göçe zorlayan kuraklık ve bölgesel su işbirliği arayışındaki başarısızlıktı. Suriye’nin en güvendiği müttefiki düşmanı haline geldi. Bunu izleyen bölgesel savaş
Türkiye terör eylemlerinin arttığı canlı bombaların eylem yaptığı, yüzlerce terör kurbanının olduğu dönemde Suriye’ den iç savaş nedeniyle kaçan milyonlarca göçmenin sorunlarını çözmeye çalışıyor.
Batı’da birkaç devlet belirli sayıda sığınmacı kabul ediyor. Bazı sivil toplum kuruluşları yardım elini uzatıyor. Bazı devletler sınırlarına gelen göçmenlerin ülkeye girmesini önlemek amacıyla duvar örüyor. Tel örgü yerleştiriyor. Terörden kaçanların bir kısmı denizde boğuluyor.
15-16 Kasım 2015 tarihinde Antalya’da toplanan devlet başkanlarının katıldığı ekonomik ağırlıklı G-20 zirvesinde bile göç ve terör sorunu gündemi oluşturmuştur. Fransa’ da, Paris’te terör katliamı göç ve terör sorununu güncelleştirmiştir.
Sözlük anlamda göç, ailenin ev, kent, ülke değiştirmesidir. Ancak zorlamaya neden olan göç, doğal, ekonomik, kültürel, politik nedenlerle insanların, ailelerin, belirli bir toplum kesiminden, bir köyden, kentten, ülkeden başkasına gidip yerleşmesidir. İnsanlık tarihi boyunca, olay yaratan büyük göçler olmuştur. Doğal koşullar nedeniyle Orta Asya’dan Anadolu’ya; ekonomik koşullar nedeniyle Avrupa’dan Amerika’ya; kültürel-siyasal nedenlerle, Rusya’dan Avrupa’ya göçen
Enerji dünya için büyük önem taşıyor ve insanlar enerji paylaşımının yarattığı sorunlarla uğraşıyor. Bilim insanları alternatif enerji kaynakları üretebilmek için çalışıyor. Ekonomistler ekonomik dengelerin oluşumunda en önemli payı enerjiye veriyor. Devletler enerji kaynaklarına sahip olabilmek için savaşıyor. Tüm hesaplar enerji kaynaklarına ulaşmak ve sahip olmak üzerine kuruluyor. Enerji kaynakları için en iğrenç entrikalar dönüyor. İnsanlar birbirine düşüyor; terör, şiddet, iç savaş, kavga insanı insandan, kardeşi kardeşten uzaklaştırıyor.
Oysaki insanlar birbirlerine yakın yaşamak için yaratılmışlardır. Bu yakınlığı sağlamak için her insanın kalbine sınırsız sevgi verilmiş, fiziksel yapısı sevgi enerjisini yaşatmak üzere kurulmuştur.
Birbirimize yakın olmak için her yetenek özümüzde bulunmasına karşın, bizler insanları değil, dünyayı tercih ederiz. Dünya mallarıyla özdeşleşir, insanlardan uzaklaşırız. Tüketim arzusu, sahip olma ve biriktirme duygusu insanı kendi özünden koparmakta, diğer insanlara karşı yabancılaştırmaktadır. Kendi çıkarına odaklanan insanlar, çıkar çekişmesi içinde hoşgörüsüz, kavgacı, mücadeleci, güvensiz, birbirinden kopuk bir yaşam sürdürüyor ve
Belli bir eğitim görmüş Türk insanından epeyi bir bölümü Muhammed İkbal (1876-1938) adını duymuştur. Yine bunlardan bir bölümü Muhammed İkbal’i Pakistan’ın Mehmet Akif’i olarak bilir. İkbal de Akif gibi Pakistan’ın milli şairidir. Akif gibi inançlı, bilinçli, aydın bir Müslüman’dır. İkisi de aynı yıllarda yaşamıştır. Bu yazının konusu onun Marx’ın ünlü kitabı Kapital için söylediği, “Cebrailsiz kutsal kitap” sözüdür. Bu sözün, benim gibi başka birçok kimse için de sürpriz, vurucu, çarpıcı bir kavramsallaştırma olduğunda tereddüt yoktur. Ama İkbal bu sözü söylemiş ve savunmuş. Nedenini, niçinini elimizden geldiği kadar açıklamaya çalışalım.
Batı’nın bilim ve felsefe tarihinin en çok bilinen, tanınan eserlerinden biri Kapital’dir. Karl Marx’ın baş eseri olan Kapital, kendisiyle özdeşleşmiştir. Marx dendiğinde Kapital, Kapital dendiğinde de Marx akla gelir. Bir tespit de şudur: Bilim ve felsefe tarihinde üzerinde Kapital kadar tartışma, yorum ve analiz yapılan bir başka eser yoktur. Aynı şekilde fikir ve felsefe tarihinde Karl Marx kadar tartışılan; sevenleri tarafından göklere çıkarılan, karşıtları tarafından yerin dibine batırılan bir düşünce adamı da yoktur.
İster sevilsin, ister
Prof. Dr. Cengiz KUDAY
1942’de doğan Cengiz Kuday 1967’de İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesinden mezun oldu. 1972’de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Ana Bilim Dalı’nda Uzmanlık eğitimini tamamladı. İÜ Tıp Fakültesi Cerrahpaşa Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda 1978 yılında Doçent, 1987 yılında Profesör unvanını aldı. 1982 ve 2006 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı. 1992 ve 2006 arasında İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevini yaptı. 1994 ve 2006 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Senatosu Üyeliğinde yer aldı.
Türkiye 1 Kasım seçimlerinde AKP’ye karar verdi ve 317 milletvekili ile önümüzdeki dört yılımızı AKP Hükümeti şekillendirecek. Dört yıllık beklentileri ve önündeki hedefleri iki ana bölümde analiz edebiliriz. İlk olarak ekonomik beklentilerine göz atalım:
1-Artık Türkiye konutla büyümemeli. Konut fazlası ve stoku şu anda 1 milyon 300 bini geçmiş durumda. Buradaki büyüme bugüne kadar gözlerimizi kamaştırdı ama artık Türkiye’nin üretimde büyümesi lazım.
2-Türkiye’nin son iki yıldır düşen ihracatını arttırmak için üretimin yanında yeni oluşumlara da ağırlık vermesi. TAVAK Vakfı’nın tespitine göre 2014 yılında Türkiye dizi ve kültür ürünleri konusunda 4 milyar doların üzerinde bir ihracat yaptı. Bu da tekstildeki 8 milyar dolarlık ihracatın yarısını oluşturdu. Yeni yolların bulunması şart.
3-Afrika ülkeleri 2002 yılından itibaren AKP hükümeti tarafından keşfedilmiş ve 2012’de ihracatımızın yüzde 30’u Afrika ülkelerine gitmişti. Şimdi Afrika ülkelerine yönelik düşen ihracatımızın tekrar arttırılması için atılımlar yapılması lazım.
4-AB ile ilişkilere ciddi bir şekilde yeni hükümetin eğilmesi şart. 2014-2019 yıllarındaki yedi yıllık bütçede Türkiye’nin tam üyeliği için bir meblağ