Çetin Altan, Türk basınının gerçek bir profesyoneliydi. Yazmaktan başka hiçbir işle meşgul olmamış, bütün hayatını sadece yazarak geçirmiş, geçimini her zaman yazarak sağlamıştır. Altan, düşüncelerine katılmayanların bile saygı duymasını gerektirecek bir yazardı...
Cemil Meriç, Attila İlhan’ın ilk ve en önemli eserlerinden biri olan Hangi Batı için şunları yazmıştı: “Çapkın, çakırkeyif, derbeder bir üslup. Şımarık, serâzâd bir zekâ. Kızdırdığı zaman bile sevimli. Kitabı gülerek kapıyorum, yarı sarhoş, yarı mutlu, yarı doymuş, yarı aç.” (Ümrandan Uygarlığa, s.21).
Burada çizilen üslup tarzının aynıyla 23.10.2015’te, 88 yaşında bu dünyaya veda eden Çetin Altan’ın üslubuna da uygulanabileceğine hiç şüphe yoktur. Çünkü Çetin Altan’ın üslubunda da benzer nitelikler fazlasıyla vardı. Ayrıca iyi bir yazar olmak için gerekli bütün yeteneklere sahipti. Bu alanda doğuştan donanımlıydı. Çok az yazarımız yazılarını onun kadar güçlü metaforlarla bezeyebilmiştir. Yazmanın gurusu denebilecek ayrıcalıklara sahipti. Pervasızdı. Yazılarını, kimi rahatsız eder, kimin yarasını kaşır, kimin zülfü yârine dokunur demeden tam bir özgüvenle yazdı. Okuyucusunun ve toplumun tarihi, dini hassasiyetlerini de çok göz önüne almadı, suya sabuna dokunmaktan çekinmedi. O yüzden birçok kavgalara, husumetlere sebep ve muhatap olmuştur. Yazılarında sık sık ortaya söylenmiş veya belli bir kesimi kasteden argo laflar kullansa bile günümüzde çok rastlandığı gibi şahıslara yönelik küfür ve hakaretlerde bulunmamıştır.
Sadece yazarak
Çetin Altan, Türk basınının ve Türk edebiyatının gerçek bir profesyoneliydi. Yazmaktan başka hiçbir işle meşgul olmamış, bütün hayatını sadece yazarak geçirmiş; geçimini her zaman yazarak sağlamıştır. Bu yolda çileler de çekmiş, mahkemelere düşmüş, hapislere girmiştir. Yazmasının yasaklandığı dönemler olmuştur. Böyle dönemlerde bile geçimini sağlamak için isimsiz ya da müstear adlarla yazılar yazmış ve telif geliri elde etmiştir. Bu şekildeki yazılarından oluşan ‘Nar Çekirdekleri’ adlı hacimli bir kitabı olduğunu bugün belki en yakınındaki insanlar bile zor hatırlarlar.
Çetin Altan, Türk toplumunun eksilerini, yanlışlarını, çağdışı tutum ve davranışlarını çok iyi gözlemiş; bunları çok iyi ifadeye koymuş, bunlarla ilgili bilgece değerlendirmeler yapmış yazarlardan biridir, belki de birincisidir. Cart curt etmelerimizi, boş övüngenliğimizi, her fırsatta hamaset edebiyatı yapmamızı hep eleştirmiştir. Bunların çağımızda hiçbir karşılığının olmadığını, uluslararası gelişmişlik göstergelerinde bizi hiçbir şekilde olmamız gereken yere ulaştırmadığını tekrar tekrar dile getirmiştir. Erkek egemen bir toplum oluşumuzu, kadınların sadece köylerde kasabalarda değil, şehirlerde bile dışlanmasını; kahvehanelerin, kıraathanelerin, birçok meclisin kadınlardan soyutlanmış oluşunu daima işlemiş; çoğu zaman da mizah konusu yapmıştır.
En çok esef ettiği, hayıflandığı eksiklerimizden biri de insanımızın mesleksizliği ve bu konudaki ilgisizliği ve hevessizliğidir. Bir meslek, bir sanat edinip nereye giderse gitsin ekmeğini taştan çıkarma becerisi gösterememesini bu halkın en büyük zaafı olarak görmüştür. Ona göre bir mesleği, bir sanatı olan insan dünyanın her yerinde ekmeğini çıkarabilir, aç kalma riskine maruz kalmaz. Ama devlet kapısında bir iş yapıyor olmanın dünyanın hiçbir yerinde geçerliliği olmadığını çok sık yazmış çizmiştir.
Yarım sayfalık yazı
Bu toplumun, okumuş yazmışları da dâhil ana dilinin yazı boyutundan kopuk oluşunu, Türk insanına en zor gelen şeylerden birinin herhangi bir konuda yarım sayfalık bir yazı yazmak olduğunu, bunun bu zamanda utanılacak bir dram teşkil ettiğini vurgulamıştır. Toplumların anadilleriyle ilişkilerinin başka toplumlarda gelişmişlik kriterlerinden biri olarak kabul edildiğini belirtmiştir.
Şu satırlar onun yazdıklarından: “Politikacılarımızın nutuklarında ve demeçlerinde kullandıkları kelime sayısı 200’ü geçmiyor. Fuzulî şiirlerinde 3000 kelime kullanmıştı. Victor Hugo 20 bin, Shakespeare 40 bin. Toplumların gelişmişlik düzeylerini kendi anadillerini kaç kelimeyle konuştuklarını saptayarak değerlendiren ekoller vardır.” (Milliyet, 19.07.2007).
Çetin Altan, Cumhuriyet sonrası Türk sol ve sosyalist düşüncesi denince adı akla ilk gelen insanlardandır. Bu konuda adı onun kadar ünlenmiş, kamuoyuna mal olmuş solcu ve sosyalistlerin sayısı çok azdır. Onun solcu ve sosyalist kimliği bazı dönemlerde yazar kimliğinin bile önüne geçmiştir. İşçi/emekçi kesiminin bir dönem el kitabı olarak işlev görmüş olan ‘Onlar Uyanırken’, 1960’lı, 70’li yılların en çok okunan, en çok tanınan bilinen kitabıdır.
Daima kendine has
1980’lerde, Özal iktidarları döneminde küreselleşmenin kaçınılmaz ve karşı durulmaz bir gidişat olduğu kanaatine varmış ve Özal’ın o gidişata ayak uydurma çabalarına destek vermiştir. Özal o süreçte Türk ekonomisini çağdışı ayak bağlarından kurtarıp ona dünya ekonomisiyle rekabet gücü kazandıracak reformlar yapmıştı. Bu reformlar, yüksek gümrük duvarları arkasında tatlı karlar etmeye alışmış; Attila İlhan’ın ‘serada yetiştirilmiş’ diye nitelediği Türk özel sektörünü epeyi rahatsız etmişti. Çetin Altan o günlerden itibaren kendisine yöneltilen ‘dönek’ suçlamalarına hiç aldırmayarak küreselleşmenin çağdaş devletler için sırt çeviremeyecekleri bir realite olduğunu hep savunmuştur. “Globalizme karşı çıkanlar, yerel çöplükte horoz olma alışkanlığını sürdürmek isteyenlerdir. Halkı hamaset nutuklarıyla hipnotize etmeye çalışanlardır.” (Milliyet, 05.03.2004) gibi düşünceleri bu anlayışın ürünleridir.
Daima kendine has bir hayat felsefesi olmuştur. Ona göre para önemlidir, ama ona sahip olan belli bir eğitimden, görgüden, kültürden yoksunsa paranın tadını çıkaramaz. Bunun için bile bir seviyeye ihtiyaç vardır. Hatta bazen o belli seviye de işe yaramayabilir; daha farklı incelikler gerekir. Şu iki cümle bunun ifadesidir: “Varlıklı olmak’la ‘var olmak’ arasındaki fark, bir piyano satıcısıyla piyanist arasındaki farka benzer. İkisi de piyanonun tadını çıkarır, birisi satarak, diğeri çalarak...” (Milliyet, 04.11.2000).
Çetin Altan, düşüncelerine katılmayanların bile saygı duymasını gerektirecek bir yığın artısı olan bir yazardı.
İSMAİL ÖZCAN
İsmail Özcan, Kastamonu’da doğdu. 1970’te İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu ve öğretmen olarak göreve başladı. İstanbul’un resmi ve özel ortaöğretim kurumlarında 41 yıl fiilen öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu. Özcan’ın din, dil ve edebiyatla ilgili 15’ten fazla yayımlanmış kitabı bulunmaktadır. 1985-2000 yılları arasında 8 yıl Milliyet’e, 5 yıl Posta’ya, 3 yıl da Sabah’a Ramazan yazıları yazdı. 1991’de Milliyet’e 400 sayfalık bir İslam Ansiklopedisi, Sabah ve Günaydın gazetelerine de bir düzine kitap ilaveleri hazırladı.