İsmail Özcan: Eğitimci/Yazar
İsmail Özcan, Kastamonu’da doğdu. 1970 yılında İlahiyat fakültesinden mezun oldu ve öğretmen olarak göreve başladı. İstanbul’un resmi ve özel ortaöğretim kurumlarında 41 yıl fiilen öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu. İsmail Özcan’ın din, dil ve edebiyatla ilgili 15’ten fazla yayımlanmış kitabı bulunmaktadır. 1985-2000 yılları arasında 8 yıl Milliyet’e, 5 yıl Posta’ya, 3 yıl da Sabah’a Ramazan yazıları yazdı. 1991’de Milliyet’e 400 sayfalık bir İslam Ansiklopedisi, Sabah ve Günaydın gazetelerine de kitap ilaveleri hazırladı. Şimdilerde çeşitli ulusal gazetelere ara ara yazılar yazmakta ve kitap çalışmalarına devam etmektedir.
17 Aralık 2015, Hazreti Mevlâna’nın bu dünyadan ayrılışının, Mevlevîlerin özgün deyişiyle Hakka yürüyüşünün 742. yılı. Bu yürüyüşe yine Mevlevîlikte Allah’a kavuşma anlamında “vuslat” ya da daha yaygın olarak “Şeb-i Arûs” da deniyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da 17 Aralık’ı içine alan hafta dolayısıyla başta Konya olmak üzere birçok şehir ve mekânda törenler düzenlenecek. Bunların en görkemlisine ise, Mevlâna’nın tüm dünyaya sevgi mesajları saçtığı şehir olan Konya sahne olacak. Her geçen yıl sayısı artan yerli ve yabancı ziyaretçilerin büyük ilgi ve hayranlıkla izlediği bu törenler vesilesiyle Mevlâna’nın insana ve dünyaya ait bitmez tükenmez pozitif düşünceleri ve felsefesi üzerine görüşler sergilenecek.
Yaşadığı yüzyılı ve sonraki yüzyılları Mevlâna kadar derinden etkilemiş, Müslim-gayrimüslim milyonlarca gönüle hükmetmiş, bütün dünyada sevgi ve hayranlı k uyandırmış bir başka maneviyat önderi daha gösterilemez. Bu yüzden Mevlâna sadece Türkiye’nin değil, bütün İslam dünyasının ortak değeri, İslam düşünce semasının evrensel yıldızıdır. Mevlâna, tasavvuf terminolojisinde “insan-ı kâmil” diye ifade edilen olgun, pişkin, mükemmel insanın somut modelidir. Bu modelin ayırt edici özelliği, başta insan bütün yaratıkları kapsayan engin bir sevgi, saygı ve hoşgörüdür. Bütün kusurların kendisinde eridiği sınırsız bir bağışlayıcılıktır.
İnsanın değeri
Biz bu yazıda Mevlâna felsefesinin ruhu olan insan sevgisi ile Batı’nın hümanizm felsefesini karşılaştırmak istiyoruz.
Mevlâna’nın düşünce dünyasının ekseni insan sevgisi ve saygısıdır. Ayrım yapmadan, yani fakirdir zengindir, cahildir âlimdir, köylüdür şehirlidir, hamdır olgundur… demeden bütün insanları salt insan olduğu için sevmek, saymak ve üstün tutmak Mevlâna düşüncesinin ruhudur. İnsana bu yaklaşım, insanı merkeze alan, onu şeyin ölçüsü olarak kabul eden Batı’daki hümanist felsefenin yaklaşımından farklıdır. Hümanizmde insanın değerinin kaynağı yine insandır. İnsanın değerinin kendi dışında bir referansı yoktur. İnsan, düşünce ve eylem alanındaki girişim ve etkinlikleriyle bu değerini yüceltir veya köreltir. Mevlâna’ya göre ise insanın değeri ve yüceliği, Tanrı onu “varlıkların en onurlusu” (eşref-i mahlûkat) olarak yaratmasından kaynaklanır. Bu yüzden hiçbir bilgisi, görgüsü, marifeti, liyakati, statüsü olmayan sıradan bir kimse bile sırf insan olduğu için değerli ve yücedir.
Arthur Koestler’in “İnsan, bir matematik denkleminde sıfırdan sonsuza kadar bütün değerleri temsil eder” sözü, insana hümanist yaklaşımın bir ifadesidir. Bu, insanın değeri durum ve koşullara göre sıfır ve sonsuz arasında gidip gelebilir demektir ve dolayısıyla izafi (görece)’dir. Mevlâna düşüncesinde insanın değeri mutlak ve objektiftir. Dağ başındaki bir çoban, tarladaki bir ırgat, büyük şehirlerin varoşlarında yaşam savaşı veren bir lümpen bile sırf insan olması, Yaratıcı Kudretin en seçkin en özenli eseri olması dolayısıyla üst düzeyde değerlidir. Bu anlayışta, bir padişahın gururuyla bir çobanın gururu eşittir. İnsanların derilerinin rengi ve toplumsal statüleri farklı farklı da olsa gözyaşlarının rengi hep aynıdır.
Hoşgörülü olmak
Mevlâna, insanlarla ilişkilerinde sözünü ettiğimiz bakış açısı sayesinde ince ayarları bulmuş ender simalardan biridir. Kendisini seven; ama sarhoş olduğu için yanına yaklaşmaya cesaret edemeyen bir adama, “Korkma, sokul bana, her günah içki gibi sarhoşluk verseydi hiç kimseyi ayık göremezdik!” demesi, onda var olan herkesi olduğu gibi kabul edebilme enginliğinin bir sonucudur. İslam’ın “eşref-i mahlûkat” olarak kabul ve ilan ettiği insanı var olan kusur ve meziyetleriyle kucaklayabilme, bağrına basabilme olgunluğu sadece bu büyük insanlara has bir imtiyazdır.
Sıradan insanlar, kendileriyle aynı dini, aynı aidiyeti paylaşan kişilerin eksik ve kusurlarını dahi hoş görememişler, onlarla aralarında duvarlar örmüşlerdir. Mevlâna, “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.” diyerek insanî kusurları, yanlışları hoş görmeyi, affetmeyi bilmeyenlerin kendilerini yalnızlığa mahkûm edeceklerini belirtmiştir. Kendisi ise, hangi din ve inançtan olursa olsun, hangi eksik ve kusurları sinesinde barındırırsa barındırsın herkese kucak açabilmiş; bütün insanlara sevgiyle, bütün inançlara anlayış ve hoşgörüyle yaklaşabilecek açılımları sergileyebilmiştir. Cömert gönlünde herkese yetecek sevgiyi yeşertebilmiştir .
Sevgi zorluğu aşar
Mevlâna, sevginin evrensel mesajlarını terennüm etmiştir. Yöneldiği her istikamette pusulası sevgi olmuştur. O gürül gürül akan bir sevgi çağlayanıdır. Ona göre sevginin, üstesinden gelemeyeceği zorluk yoktur. Sevgi, en dinamik, en diriltici güçtür. “Sevgiden ölüler dirilir; padişahlar kul olur; bakırlar altın kesilir; bulanık, tortulu sular arı duru hâle gelir.” sözleri onun sevginin gücüne olan inancının ifadesidir.
Mevlâna, en büyük ve en meşhur eseri olan “Mesnevî” ile ilim ve edebiyat tarihine silinmez bir damga vurmuştur. Edebiyat profesörü merhum Mehmet Kaplan, Mesnevî’yi Türk edebiyatının dört temel direğinden biri sayıyor. (Diğerleri: Dede Korkut Hikâyeleri, Mevlid ve Safahat). Mesnevî, kapı sını çalan herkese verebilecek bir şeyi olan gerçek bir hazinedir. Yerine göre bir tefsir kitabıdır, yerine göre bir şiir ve hikâye kitabıdır, yerine göre bir nasihat kitabıdır…
Mevlâna’nın cenazesi çok kalabalık olmuş, bütün Konya halkı bu cenazede bir araya gelmişti. Müslümanlarla birlikte gayrimüslim din adamları ve halk da bu kalabalığa dâhildi. Bazı sofu Müslümanlar, “Bu bizim cenazemiz, gayrimüslimlerin bu cenazede ne işi var?” diye hoşnutsuzluk belirtmişti. Bunun üzerine bir papaz ortaya çıktı ve şöyle dedi: “Mevlâna bir güneştir. Güneşe herkesin ihtiyacı vardır. Siz nasıl olur da bizi güneşten mahrum edersiniz?”
Bir haham, “Mevlâna ekmek gibidir. Siz hiç ekmekten kaçan aç gördünüz mü?” dedi. Böylece Mevlâna’nın cenazesi herkesin sahiplendiği, uğurlama yarışına girdiği bir cenaze hâline geldi.
742.’sini kutladığımız “Şeb-i Arûs”, Mevlâna’nın Yüce Dosta yürüyüşünün, uğurlanışının çağdaş şartlarda tekrarlanmasıdır.