George Lucas’ın 1977’de başlattığı ‘Star Wars’ macerası, dokuzuncu filmle son buldu. Yapımcı Disney Stüdyosu, gelecek filmlerin artık üçleme olarak değil, tek maceralarla devam edeceğini belirtti. George Lucas’ın yaratıcı fikirleriyle gelişen, sırtını biraz mitoloji, doğu mistizmi, demokrasi slogancılığı ve Western estetiğine dayayan Star Wars Saga’sının sona ermesi gerekiyordu.
Disney yapım haklarını almasından sonra Star Wars evrensel değişimler yaşadı. Lucas’ın yarattığı iskelet üzerinde yeni karakterlerle ilerlemeye çalıştı. Yenilikçi dokunuşlar, serinin tutkunlarının sert tepkileriyle karşılandı. Onlar, nostaljinin değişmesine sıcak bakmadılar.
Disney’den ilk ‘Güç Uyanıyor’ geldi. Nostaljik bağlarına sıkı tutunan bu bölümde, Harrison Ford ve Carrie Fisher yanında genç jenerasyon, Ren, Poe, Rose, Finn ile Kylo Ren yeni kötülük sembolü olarak ilk girişini yaptı. Arkasından gelen ‘Son Jedi’, Luke Skywalker’ın inziva adasındaki mevcudiyeti dışında yeni bir şeyler sunmaya çalıştı. Bu değişim rüzgârı,
1. PARAZİT
Cannes’da Altın Palmiye kazanan ilk Güney Kore filmi olurken dikkatleri üzerine çeken Parazit, ülkedeki sosyoekonomik sınıf farkını, usta yönetmen Bong Joon-ho’nun mükemmel kurgulanmış bir sinema diliyle anlatmasıyla, bu önemli festivalde ödül getirmişti. Filmin en etkileyici yönü, sosyal bir problem üzerinden farklı türleri çarpıştırmasında yatıyor. İtalyan Yeni Gerçekçiliği veya Fransız Yeni Dalga sinemasının kodlarını, Hollywoodvari şiddet ve gerilim öğeleriyle buluşturuyor.
2. ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ
‘Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi’ son yılların en güzel aşk filmlerinden. 1770’lerde, iki kadın arasında yaşanmış bir aşkı, olağanüstü duyarlılıkta anlatıyor. Fransız kadın yönetmen ve senarist Céline Sciamma ve yine kadın görüntü yönetmeni Claire Mathon, duyguyu seyircinin kalbine aktaran sahneler sunuyor. Her film karesi, dönemin tablo renklerini yansıtan sanatsal bir çalışma gibi.
Netflix, uzun süredir beklettiği ‘The Irishman’ filmini gösterime soktu. Martin Scorsese’in yönettiği Robert De Niro, Joe Pesci, Al Pacino, Harvey Keitel gibi efsane oyuncuları bir araya getiren, 209 dakikalık bir dönem filmi. Scorsese, başyapıtları ‘Sıkı Dostlar’, ‘Casino’ zamanlarına geri dönüş yapmış. Ellili yılların başlarından başlayarak doksanlı yılların sonuna uzanan zaman diliminde, mafya tetikçisi Frank Sheeran’ın (Robert De Niro) anılarını anlatıyor. Charles Brandt’ın ‘Evleri Boyadığını Duydum’ adlı romanından, otobiyografik bir uyarlama. Olaylar ve karakterler gerçek hayattan.
Sokak arası işlerden, dönemin güçlü sendikacısı Jimmy Hoffa’nın (Al Pacino) önce yakın korumalığına, ardından danışmanına dönüşen Sheeran, dönemin birçok politik olayının yakınında yer alıyor. Arka planda, Domuzlar Körfezi Hareketi, Kennedy Suikasti, Nixon dönemi, Watergate, Bosna Savaşı gibi önemli olaylar akıyor. Öykü enerjisinin önemli bölümünü, Hoffa’nın yaptığı işlere, onun
‘Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi’ son yıllarda izlediğim en güzel aşk filmlerinden. 1770’lerde, iki kadın arasında yaşanmış bir aşkı, olağanüstü duyarlılıkta anlatıyor. Fransız yönetmen ve senarist Céline Sciamma ve görüntü yönetmeni Claire Mathon, duyguyu seyircinin kalbine aktaran sekanslar sunuyor. Her film karesi, dönemin tablo renklerinde sanatsal bir çalışma. Öykünün sanatla da yakın ilişkisi var. Marianne (Néomie Merlant) adlı portre ressamı, Fransa’da Bretogne açıklarında bir adada yaşayan Eloise (Adéle Haenel) adlı bir genç kızın portresini yapmak üzere teklif alır. Teklifi yapan kızın annesi, dul kontes Valeria Golino, tablonun kıza evlilik için talip Milanolu bir soyluya gönderileceğini söyler. Kız daha önce tablosunu yapmak isteyen ressama poz vermeyi ret ettiği için tablo bitirilememiş. Kontes Marienne’dan ona doğa yürüyüşlerinde eşlik etmesini ve ressam olduğunu söylemesini ister. Marianne, tabloyu yaptığı gözlemlerle kafasından çizecektir. Her gün ada
Disney rekabetinin yaklaşmasıyla Netflix gaza bastı. ‘The King’ son günlerin dikkat çeken yapımı. Shakespeare’in 1599’da yazdığı V. Henry sahne oyunundan esintiler taşıyan bir dönem filmi. 15. yüzyılın başlarında İngiltere tahtına çıkan V. Henry’nin erken dönem yaşamını anlatıyor. Babası IV. Henry’nin savaş yanlısı kararlarından ve egosantrik kişiliğinden nefret eden prens Hal (Timothée Chalamet) başına buyruk, hedonist bir yaşam içindedir. Kraliyet geleneklerine aykırı bu serseri yaşamı içinde en büyük dostu, büyük savaşlar yaşamış şövalye Falstaff’dır (Joel Edgarton). Hasta yatağında ölümün yaklaştığını hisseden baba Henry, tahta küçük oğlu Thomas’ı layık görür. Thomas’ın Galler’le yapılan bir savaşta yaşamını kaybetmesi sonrası Hal mecburen kral yapılır. Babasının başlattığı Fransa Savaşı, krallığının ilk sınavı olarak kapıda durmaktadır.
V. Henry olarak tahta çıkan Hal savaş karşıtı, dönemi için hippi sayılacak bir yaşamın içindedir. Savaş karşıtlığını her fırsatta dile
Terminatör: Kara Kader
Yönetmen: Tim Miller
Oyuncular: Linda Hamilton, Nathalia Rayes, Gabriel Luna, Arnold Scwarzenegger, Mackenzie David
Şaka gibi, Terminatör serisi hâlâ devam ediyor. Hem de ABD’de en yüksek hafta sonu hasılatıyla giriş yaparak... 35 yıldır süren dizi, yeni bölümüyle kökenlerine dönüş yapmış. Senarist ve yapımcı olarak James Cameron’un da ekipte olması, serinin ikincisi ‘Judgemant Day’le bir akrabalık bağı ortaya çıkarıyor. En önemlisi, Sarah Connor ve T-8 yani Arnold karşı karşıya geliyor. Terminatör nostaljisinin daha üstü olabilir mi?
Öykünün omurgası, bildik sularda ilerliyor. Gelecekten gönderilen siyah metalden mamul, Terminatör REV-9 (Gabriel Luna), insanlığın gelecekteki kurtarıcısı olacak Dani Ramos’un (Nathalia Reyes) peşine düşüyor. Ramos, Meksiko City’de, otomotiv fabrikasında işçi olarak çalışan, düşük gelirli bir aile kızı. Gelecekte insanlığı kurtaracağından bihaber. Her zaman öykünün gereği olan koruyucular da, haliyle sahne alıyorlar. Koruyucular,
‘Parazit’ son yılların en sarsıcı, düşündürücü ve sıra dışı filmlerinden. Daha şimdiden yabancı basında bazı eleştirmenlerce yılın en iyi filmi olarak gösteriliyor. Geçen Mayıs ayında, Cannes’da Altın Palmiye kazanan ilk Güney Kore filmi olurken dikkatleri üzerine çekmişti. Ülkedeki sosyoekonomik sınıf farkını, genç ve usta yönetmenlerden Bong Joon-ho’nun mükemmel kurgulanmış bir sinema diliyle anlatması, en önemli festivalde ödül getirmişti. 62 yıl öncesi açlıkla boğuşan, Güney Kore’nin bugün dünyanın 11. büyük ekonomisi haline dönüşmesinin alt-üst sınıf farkını kapatamadığı gerçeği, genç kuşak Koreli yönetmenleri ilgilendiren bir mevzu. Geçen yıl Lee Chang-dong imzalı ‘Burning’ aynı tema üzerine başarılı bir örnek vermişti. ‘Parazit’ öncesi Joon Ho da ‘Snowpiercer’da buzul çağında durmadan giden bir trenden anlattığı fantastik öyküde, sınıf farkını göstermişti.
Parazit
Yönetmen ve senaryo: Bong Joon-ho
Cem Yılmaz, 60’ar dakikalık iki filmi bir araya getirdiği ‘Karakomik Filmler’de, hikâye anlatıcılığını ön plana çıkarmak istiyor. ‘İki Arada’ ve ‘Kaçamak’ adlı öyküleri, farklı iki damardan besleniyor. İlkinde ‘Hokkabaz’ türü, kaybeden sınıfından bir karakteri, Ayzek’i odaklıyor öyküsüne. İkincisinde ise komik ve sıkışık durumlara düşürmeyi sevdiği lümpen tipleri ele alıyor. Cem Yılmaz, 60’ar dakikalık iki filmi bir araya getirdiği ‘Karakomik Filmler’de, hikâye anlatıcılığını ön plana çıkarmak istiyor. ‘İki Arada’ ve ‘Kaçamak’ adlı öyküleri, farklı iki damardan besleniyor. İlkinde ‘Hokkabaz’ türü, kaybeden sınıfından bir karakteri, Ayzek’i odaklıyor öyküsüne. İkincisinde ise komik ve sıkışık durumlara düşürmeyi sevdiği lümpen tipleri ele alıyor.
Arabalı vapur seferlerinde çaycı olarak çalışan Ayzek, el değiştiren vapur şirketi nedeniyle işini kaybetmekten korkmaktadır. Diğer taraftan geminin