‘Parazit’ son yılların en sarsıcı, düşündürücü ve sıra dışı filmlerinden. Daha şimdiden yabancı basında bazı eleştirmenlerce yılın en iyi filmi olarak gösteriliyor. Geçen Mayıs ayında, Cannes’da Altın Palmiye kazanan ilk Güney Kore filmi olurken dikkatleri üzerine çekmişti. Ülkedeki sosyoekonomik sınıf farkını, genç ve usta yönetmenlerden Bong Joon-ho’nun mükemmel kurgulanmış bir sinema diliyle anlatması, en önemli festivalde ödül getirmişti. 62 yıl öncesi açlıkla boğuşan, Güney Kore’nin bugün dünyanın 11. büyük ekonomisi haline dönüşmesinin alt-üst sınıf farkını kapatamadığı gerçeği, genç kuşak Koreli yönetmenleri ilgilendiren bir mevzu. Geçen yıl Lee Chang-dong imzalı ‘Burning’ aynı tema üzerine başarılı bir örnek vermişti. ‘Parazit’ öncesi Joon Ho da ‘Snowpiercer’da buzul çağında durmadan giden bir trenden anlattığı fantastik öyküde, sınıf farkını göstermişti.
Yönetmen ve senaryo: Bong Joon-ho
Oyuncular: Kank-ho Song, Yeo jeong Jo, So-dam Park, Wook-sik Choi
Mükemmel teknisyen!
Önce kenar mahallede bir bodrum katında yaşayan Kim Ki-taek ve ailesiyle tanışıyoruz. Ailenin, kabına sığmayan 20’li yaşlardaki iki çocuğundan, oğul Kim ki-woo ve kız Kim Ki-jung, fakir yaşamdan kısa yoldan kurtulma yolları aramaktadır. Üniversite öğrencisi bir arkadaşının tavsiyesiyle oğul Ki-woo, teknolojik pazarın yeni zenginlerinden Park ailesinin yanında, kızlarına İngilizce öğretmeni olarak iş bulur. Her köşesinden zenginliğin aktığı ev, genç adamın aklını başından alır. Yavaş yavaş, kendi ailesini Park’ların evine, farklı işlerde yerleştirme planları yapmaya başlar.
Sınıf farkının simgesel göstergesini ‘koku’ olarak simgeliyor yönetmen Joon-ho. Park ailesinin yanına farklı kimlikler ve işlerde kapağı atan Kim Ki ailesinin fertlerinin üzerlerine sinmiş rutubetli bodrum kokusu, ortak kimlikleri gibidir. Park ebeveynleri, bu kokunun rahatsız ediciliğinden, aralarındaki sohbetlerde sıklıkla bahseder.
Güney Kore sinemasının alametifarikası; bol kanlı, şiddet sahneleri finale doğru kendini göstermeye başlıyor. Asya Aşırılığı (Asian Extreme) olarak tanımlanan bu şiddet patlamalarını sosyologlar istismar duygusundan çok, post kolonyal dönemin sınıfsal intikamı olarak anlamlandırır. Ezilen sınıfın içinde biriken öfke patlamaları, ani ve aşırı şiddetle ortaya çıkar. Kim ailesi, Batı kültürüne ait her şeye hayranlıkla bakan, konuşma aralarına İngilizce cümleler sıkıştıran Park ailesini bir parazit gibi yavaş yavaş ele geçirir. Alt sınıfın hayattan gelen kurnazlığı, yaşamda tutunma mücadelesi çok güçlüdür. “Hiçbir plan mükemmel değildir, mutlaka bir şeyler ters gider” aforizması bir kez daha kendini gösterir.
Filmin en etkileyici yönü, sosyal bir problem üzerinden farklı türleri çarpıştırmasında yatıyor. İtalyan Yeni Gerçekçiliği veya Fransız Yeni Dalga sinemasının kodlarını, Hollywoodvari şiddet ve gerilim öğeleriyle buluşturuyor. Güney Kore sinemasının bu paraziter yapısı zaman zaman eleştiri konusu olsa da, Joon-ho bu harmanın mükemmel bir teknisyeni olarak takdir görüyor.
Mizahın ortasından ani dönüşlerle gerilimin ortasına yolculuk eden bu müstesna filmi kaçırmayın. “Onlar zengin oldukları için mi iyiler?” sorusuna yanıtı kendi bakış açınızdan verin.
Acı ve Zafer’in anlattığı yönetmen kim?
Pedro Almadovar, son filmi ‘Acı ve Zafer’de yaratıcılık krizi yaşayan Salvador Mallo adlı bir yönetmeni anlatıyor. Sağlık sorunları nedeniyle acılarıyla cebelleşen orta yaştaki Mallo, eski bir filminin sinematek gösterimi nedeniyle, az da olsa heyecanlanır. Filmde istediği gibi oynamadığı için kavgalı olduğu başrol oyuncusuyla tekrar buluşmaya çalışır. Buluşma isteksiz gerçekleşse de, yönetmenin hayatında birtakım değişimlere yol açacaktır.
Bir yönetmen, filminde yönetmen hikâyesi anlatırsa hemen akıllara gelen soru, “Otobiyografik hikâyesi mi?” olur. Almadovar, filmin kendisiyle ilgili bir hikâye olarak etiketlenmesinden hoşnut değil. Kurmaca olduğunun altını ısrarla çiziyor. Mallo’yu oynayan Banderas’ın filmde giydiği kostümler Almadovar’ın gardırobundan. Mekân olarak kullanılan ev, Almadovar’ın Madrid’deki evi. Evin duvarlarını süsleyen tabloların yanında Fellini’nin yönetmen krizini anlatan başyapıtı, ‘8 Ğ’ filminin afişi de var. Mallo’nun yalnızlığı ve acıları Almadovar’ın 80’li yılların başlarında yaşadıklarından farklı değil.
Usta yönetmen, anne sevgisini bir kez daha detaylı işlerken, ergen döneminden, ilk sevgilisinden, sinema tutkusundan da samimi ve inandırıcı sahnelerle bahsediyor. Almadovar, yarattığı görsel yapaylık altında melodramlarını gözyaşına boğmadan anlatmayı tercih eder. Bu kez çok daha duygusal ve samimi. Her yönetmen özyaşam öykülerini filmlerine serpiştirir. Almadovar da anlaşılan bu kez oldukça fazla serpiştirmiş.