İsveçli yönetmen Roy Andersson’un sinema dili çok farklıdır. Bir başka yönetmenle mukayese edemeyiz, tam anlamıyla nevi şahsına münhasırdır. Anlatımında anlam bütünlüğünü, kısa skeçler tarzı, teatral bir dille insan hallerini anlattığı sekansları, kafamızda birleştirdiğimizde yakalayabiliriz. Esas şaşırtıcı yönü, emsali olmayan görselliğindedir. Minimal mekân ve çevre tasarımı içinde makyajla beyazlatılmış, Zombileri andıran, hareketleri durağan insanların yaşadığı bir dünyayı anlatır. Beyaz yüzleri evrensel bulduğu ve ona bakan herkesi temsil ettiğini düşündüğü için kullandığını söyler. Beyaz sirk palyaçolarına benzerler. Özgün ironisi içinde insanların iletişimsizliğini, yalnızlığını, inanç kaybını, çaresizliğini, empati ve sevgi yoksunluğunu hınzırca işler. Hayat ve zaman durmuş gibidir, yaşam ile ölüm arasındaki sınır muğlaklaşmıştır, insanlar az konuşurlar, insani soğukluk hissedilir. Mekânlarda duvar renkleri soluktur, mobilyalar minimal ve sıradandır, her yerden monotonluk akar.
Yönetmen: Guy Ritchie
Oyuncular: Hugh Grant, Matthey Mc Conaughey, Charlie Hunnam, Jeremy Strong, Collin Farrell
İngiliz yönetmen Guy Ritchie, iyi bir hikâye anlatıcısıdır. Çıkış filmi ‘Ateşten Kalbe, Akıldan Dumana Lock, Stock and Two Smocking Barrels’ ve sonrasında ‘Kapışma-Snatch’ filmlerinde hızlı kurgulu ve bol karakterli öyküleriyle suç dünyasında şöyle bir dolaşmıştı. Arkasından aynı evreni anlattığı, fakat çok akılda kalmayan ‘Tabanca-Revolver’ ve ‘Rockn Rolla’ geldi. Daha sonra ‘Sherlock Holmes’ ve ‘Aladdin’ gibi yüksek bütçeli filmler dünyasına girdi. Son filmi ‘The Gentlemen’ ile İngiliz suç dünyasına geri dönüyor.
İngiliz suç dünyasına ‘retro’ bir hava vererek anlatmayı seviyor Ritchie. Yeraltı dünyası karakterlerinin kendi aralarındaki tehditkâr konuşmaları bile kibar tonlar içinde. Bir dakika sonra konuşmayı kesip birbirlerini hunharca öldürmeyecekleri garanti değil. İngiliz usulü kara komedinin temel reçeteleri iyi işliyor.
Amerika doğumlu olmasına rağmen, kariyerinin büyük bölümünü Fransa’da geçirmiş, kısa kesilmiş saçlarıyla unutulmaz bir yüzdür aktrist Jean Seberg. Yaşamının 3 yılını, 1969-71 arasını anlatıyor, ‘Seberg’. Jean Paul Belmondo ile oynadığı Fransız Yeni Dalgası’na damga vurmuş, ‘Serseri Aşıklar-Au Bout De Souffle’ filminin (1960) unutulmaz karakteri, Paris’te yaşayan Amerikalı sarışını olarak anımsamak da mümkün. Otto Preminger’le çevirdiği Joan D’Arc (1957) ve ‘Günaydın Hüzün-Bonjour Tristesse’ (1958) filmleri kariyerine sağlam bir başlangıç olmuştu. Joan D’arc çekimleri sırasında gerçekten yanma tehlikesi geçirir ve vücudunda yaşamı boyu izleri kalır.
1969’da Western müzikali ‘İki Kabadayı-Paint Your Wagon’ çekimleri için Amerika’ya gelmesiyle Seberg’in hayatında yeni bir dönemi başlatır. Fransız kocası ve çocuğu Paris’te kalır. İsyankar ruhu, onu o yıllarda zenci hakları için mücadele eden Hakim Jamal (Anthony Mackie)
Herkes aynı soruyu soruyor, “Parazit Oscar alacak film mi?” Oscar ödülünü gözünde çok büyütüp hiçbir filme yakıştıramayan bir kesim var. Ah Amerika! Gözün kör olsun, insanların gözünü boyamakta üstüne yok diyorum. ‘Parazit’ Cannes’da Altın Palmiye Ödülü kazanmasaydı, son derece sessiz sakin bir hayatı olabilirdi. Sinemaya meraklıların keşfedeceği, pırıltılı bir Güney Kore filmi olarak da kalabilirdi. Benim için tüm ödüllerin en keşfedicisi her zaman Cannes sınırları içinde dağıtılıyor.
Son yıllarda Oscar ödülü kazanan filmleri hatırlayalım: Moonlight, Üç Bilboard Ebbing Çıkışı Missouri, Yeşil Rehber... Bu yılki Joker adaylığı... Hepsi bir karşı duruşu simgeleyen filmlerdi. Bir haksızlığa, ezilmeye, hukuksuzluğa karşı gelen temaları işlediler. ‘Parazit’ bunu bir adım daha öteye taşıyarak gelir farkının ortaya çıkardığı sınıfsal ayrımcılığın bir isyanını anlattı. Alt sınıfın üst sınıfa karşı olan mücadelesi yanında kendi alt sınıfına karşı
92. Oscar ödülleri, 9 Şubat gecesi Hollywood Dolby Theatre’da, 2020 yılının sahiplerini bulacak. Geçen yıldan sonra, bu yıl da törenin sunucusu yok. Kevin Hart, geçen yıl sunucu olarak seçilmesine karşın homofobik açıklamaları nedeniyle son anda kadro dışı bırakılmıştı. Sunucusuz program, süresinin uzamaması ve akışın hızlı olması nedeniyle beğenilmişti. Bu yıla baktığımızda, en büyük çekişme En İyi Film ve En İyi Yönetmen dallarında yaşanacak. Eylül ayındaki Toronto Festivali’yle başlayan favorilik ataklarında ‘Bir Zamanlar Hollywood’da’ ve ‘The Irishman’ arasına son aylardaki atağıyla ‘1917’ girdi. Ve öne bile geçti... En son Yönetmenler, Yapımcılar Birliği ve Bafta ödüllerini de kucaklayan ‘1917’ büyük favori olarak gidiyor ödül törenine. ‘Bir Zamanlar Hollywood’ta’ ise eleştirmen ödüllerini sildi süpürdü. 3 Şubat gecesi dağıtılan İngiliz Film Akademisi ödülleri olan Bafta sonuçları çok küçük
92. Oscar için adaylar açıklandı. Büyük sürpriz olarak, tarihin en çok hasılat yapan filmi ‘Avengers End Game’in sadece efekt dalında aday gösterilmesi olabilir. Akademi, Scorsese’in “Marvel’in yaptıkları film değil” sözünün arkasında durmuş. Netflix, ‘The Irishman’ ve ‘Marriage Story’ ile toplamda 24’le, en fazla adaylık alan şirket oldu. Önceki yıllarda Netflix, 15 adaylık alıp ‘Roma’ ile 2 Oscar ödülü kazanmıştı.
Yarışmanın çekişmeli olacağı En İyi Film kategorisinde ‘Joker’ 11 dalda, ‘The Irishman’ 10, ‘Bir Zamanlar.. Hollywood’da’ 10, ‘1917’ de yine 10 dalda aday oldu. ‘Parazit’, En İyi Film ve En İyi Yabancı Dilde Film kategorilerinde aday gösterildi. Geçen yıl ‘Roma’ da her iki adaylıktan tek Oscar çıkarmıştı. Oscar tarihinde En İyi Film kategorisinde aday gösterilen yabancı dildeki filmlerden hiçbiri, En İyi Film olarak seçilmedi. Sadece En İyi Yabancı Dilde Film Oscar’ıyla yetindiler. Bu
Judy
Yönetmen: Rupert Gold
Oyuncular: Renée Zellweger, Finn Wittrock, Jessie Buckley
Hollywood, parlak yaşamlar kenti olduğu kadar arkasındaki karanlığın da kentidir. Bu gerçeği, en güzel Hollywood’un kendine baktığı filmler yansıttı. Stüdyo sisteminin kazanç kapısı, yıldızları yaratma ve yok etme süreçleri acımasızlık üzerine kuruludur. Gloria Swanson’ın başrolde oynadığı Billy Wilder imzalı ‘Sunset Boulevard’ (1950) bu konuda rakipsiz bir filmdir. Judy, yine düşmüş bir yıldız yaşamı anlatıyor. Artık stüdyolardan film teklifi alamayan, hayatını şarkıcılık ile sürdürmek zorunda kalan Judy Garland’ın 40’lı yaşlarına tanık oluyoruz.
İlk filmi, 1939’da, 8 yaşında iken Oz Büyücüsü olmuş, Over The Rainbow ile tüm zamanların en çok bilinen şarkılarından birine ses veren Judy’nin erken düşüşü, yaşamındaki dengesizliklerle ortaya çıkmış. Şaşaalı günlerin, parlak bir kariyerin bittiğine tanık oluyoruz. Filme, yanlış evlilikleri ön planda işlemese de, erken yaşta başlayan ilaç bağımlılığıyla inişli
Klasik Watchmen çizgi romanı, gerçek dünya olaylarına kostümlü kahramanlar aracılığıyla metaforik göndermeler yapan, emsalsiz bir eserdir. Alt metin okumaları, 80’lerin sosyopolitik değişimlerini temel alır. Nükleer savaş paranoyası, Amerikan emperyalizmi, Nixon döneminin düzenbazlıkları; yaratıcısı Alan Moore’un kahramanlarının, sistem karşıtlığı ile birleşince muhteşem bir süper kahraman destanı olmuştur. 1985 yılında geçen ‘Watchmen’de, hikâyenin başlangıcı 1940’lara uzanıyordu. Amerikan halkı içerisinde kötülere karşı dövüşen kahramanlar çıkmaya başlamıştı.
Kadının yükselişi...
Farklı güçleri olan insanlar bir araya gelerek ‘Watchmen’i oluşturmuşlardı. Zamanla toplum karşısında imajları olumsuz şekilde etkilenmeye başlayan kahramanlar, 1977 senesinde hükümet tarafından kanun dışı olarak değerlendirilmeye başlanır. Yaşanan olumsuz şeyler, kahramanların emekliliği tercih etmesine neden olur. Öykünün ana karakterlerini mekanizmanın farklı dişlileri olarak düşünebiliriz. Siyasi