Netflix, uzun süredir beklettiği ‘The Irishman’ filmini gösterime soktu. Martin Scorsese’in yönettiği Robert De Niro, Joe Pesci, Al Pacino, Harvey Keitel gibi efsane oyuncuları bir araya getiren, 209 dakikalık bir dönem filmi. Scorsese, başyapıtları ‘Sıkı Dostlar’, ‘Casino’ zamanlarına geri dönüş yapmış. Ellili yılların başlarından başlayarak doksanlı yılların sonuna uzanan zaman diliminde, mafya tetikçisi Frank Sheeran’ın (Robert De Niro) anılarını anlatıyor. Charles Brandt’ın ‘Evleri Boyadığını Duydum’ adlı romanından, otobiyografik bir uyarlama. Olaylar ve karakterler gerçek hayattan.
Sokak arası işlerden, dönemin güçlü sendikacısı Jimmy Hoffa’nın (Al Pacino) önce yakın korumalığına, ardından danışmanına dönüşen Sheeran, dönemin birçok politik olayının yakınında yer alıyor. Arka planda, Domuzlar Körfezi Hareketi, Kennedy Suikasti, Nixon dönemi, Watergate, Bosna Savaşı gibi önemli olaylar akıyor. Öykü enerjisinin önemli bölümünü, Hoffa’nın yaptığı işlere, onun yükselişine ve düşüşüne veriyor. Mafya liderlerinin huzursuz yaşamları, acı sonları ise, öykünün omurgası.
Scorsese’nin anlatıcısı ve baş karakteri De Niro olmuş. Sheeran karakterinde son yılların en formda De Niro’sunu izliyoruz. Scorsese ve De Niro bir araya geldiklerinde muhteşem işlere imza atıyorlar. De Niro, Pacino veya Pesci’nin karşılıklı döktürdükleri sahneler tekrar tekrar seyredilecek güzellikte. Bu tür bir filmi özlemişim.
Bu yılın önemli sinema olaylarından ‘The Irishman’. Sinemalarda gösterime girmemesi büyük kayıp. Uzunluğuyla mini dizi tadında olan film, Oscar adaylığı alır mı? Merakla bekliyorum.
Korku oteline dönüş
Overlook Oteli’ne dönmek, insanda nasıl etki yapar sorusunun peşine düşen Stephen King, ‘Shining’in devamı olan (olabilecek) ‘Doktor Uyku’yu kaleme almış. Yaşadıkları otelde gittikçe deliren bir yazarın elinde balta karısının ve oğlunun peşine düşmesini anlatan ‘Shining’ Stanley Kubrick’in detaycılığı ve yaratıcılığıyla birleşince unutulmaz bir başyapıt olmuştu. Tabi ki Jack Nicholson’ın unutulmaz deliren adam performansı, filmin gerilim türünde kilometre taşı olmasındaki en büyük etkendi. Sinema tarihinin zihinlere en fazla kazınan sekanslarından birisi, boş balo salonunda Nicholson’ın (Jack Torrence) hayalinde canlandırdığı barmen ve davetlilerle yaşadığı balodur. Çok kereler gönderme yapılan bu sekans, ‘Doktor Uyku’da bir kez daha karşımıza geliyor. Çok sevdiğim bu sekansın tekrar nasıl çekildiğini görebilmek için bile, bir filmi izleyebilirim. Geçtiğimiz yıl izlediğimiz Spielberg son filmi ‘Player One’da Overlook Oteli’nde yaşananlara bolca göndermeler yapmıştı.
Artık yetişkin bir adam olan Danny Torrance’in yaşamıyla başlayan yeni öykü, shining/ışıltı denilen zihinsel güce sahip karakterleri tanıtarak yoluna devam ediyor. Işıltılı ruhunu emerek yaşamlarını sonsuzluğa uzatmaya çalışan sayko-hippi görünümlü True Knot adlı bir tarikat ve yine özel güçlerin bahşedildiği 12 yaşlarında zenci bir kız çocuğu, Abra Stone (Kyliegh Curran) tanışıyoruz. Onların yollarının Danny ile kesişmesi ikinci bölümde gerçekleşiyor. Tarikatın karizmatik lideri Rose The Hut (Sarah Ferguson) çok güçlü hissettiği Abra’nın ruhunu emmek için peşine düşer. Dan mecburiyetten karıştığı bu kovalamacada, Abra’yı korumak zorunda kalır.
İlk bölümde karakterler arasındaki bağlantıyı farklı akışlarla kavrayıp, ikinci bölümde lineer akan bir kovalamaca sonunda otele ulaşmamızla beklenen final gerçekleşiyor. En azından kendi adıma beklediğim… Yönetmen Mike Flanagan korku/gerilim türünün iyi bir teknisyenidir.(Göz, Kabustan Gelen, Ölüm Alfabesi) Hikayeyi görsel ve anlatım olarak ilginç kılmak için elinden geleni yapmış. Referans ‘Shining’ olunca tabi ki iş zorlaşıyor. Beklenti büyüyor. Hikayenin en büyük eksikliği derinlikten yoksun olması. Mesele iyiler kötüler arasında bir kovalamacaya dönüşmüş. Bunun hesabını verecek kişi de şüphesiz Stephen King’den başkası olamaz.
Otelin tekrar canlanmasıyla içindeki ruhların uyanması yaratıcılık ve anlatımda mükemmele yakın bir final olmuş. Filmin en etkileyici bölümleri. Gerisi fantastik edebiyatın sıradan bir örneği. Sarah Ferguson karizmatik kötü kadın da gayet iyi. Ewan McGregor zor durumdaki kahraman karakterlerini severek oynar. Her zamanki formunda.