Pazar günü ilk bölümünü yayınladığım ‘Ben demeyi öğrenin kilo verin’ konusuna devam ediyoruz. Daha önce de söylediğim gibi kilo verme konusunda okuduğum pek çok makale işin duygusal ve motivasyon bölümünde hep benzer konuların altını çiziyor. Ben de son okuduğum birkaç makaleyi sizinle paylaşmak istedim.
İlk bölümde “Ben” dememenin mazeretleri ve öneminden bahsetmiştik. Siz de birçok insan gibi konu özellikle diyet ve egzersiz olduğunda “Ben” ifadesini çok kullanmıyorsanız bunun sizin doğanıza yerleşmesi zaman alabilir. İşte kendinize yardım etmek için yapabilecekleriniz:
Olaydan önce
Kilo verme programınızla ilgili yemek seçimi, egzersiz veya motivasyon gibi herhangi bir konuda sizi zorlayan ısrarcı bir sorun fark ederseniz, sorunu yazarak tarif etmeye çalışın.
Değiştirmeniz gereken ne yapıyorsunuz ya da yapmıyorsunuz? Bunun sürekli tekrar etmesinin nedeni nedir? Bu soruna yol açan tetikleyiciler neler? Başlangıçta doğru olup olmadığınıza bakmadan veya kaygı duymadan bunları yazın. Sorunu her düşündüğünüzde aklınıza ne geliyorsa yazın ve bu noktada çözümünü bulmayı düşünmeyin. Sonra ne yazdığınızın üstünden ince eleyip sık dokuyarak kullandığınız dile bakın. Bu cümleleri siz
Eğer size “Basit bir sorunun cevabını bilirseniz, kilo kaybında başarı şansınızı yüzde 100 artırırsınız” deseydim, bana inanır mıydınız? Karar vermediğinizi düşünüyorum, haklısınız ama bu doğru.
Soru da şu:
Aşağıdakilerden hangisi uzun süreli kilo kaybı için en önemli faktör?
A.Kalori saymak
B.İstikrarlı egzersiz
C. Cümlelerinize “Ben” diye başlamak
Doğru cevap ne ‘A’ ne de ‘B’. Doğru cevap ‘C’. Cümlelerinize “Ben” diye başlamak. Şaşırdığınızı görür, “Olamaz” dediğinizi de duyar gibiyim. Açıklayayım; kilo vermek için daha az kalori tüketmeniz, daha fazla egzersiz yaparak aldığınız kiloları yakmanız gerektiğini artık biliyorsunuz. Eğer sadece bunlar yeterli olsaydı, şimdi oturup bu yazıyı okuyor olmazdınız.
Ne yapılacağını bilmekle, nasıl yapılacağını bilmek arasında büyük fark vardır.
Gazete yazılarımı hazırlarken bazen o anda içimden geleni yazıyorum bazen de ekiple toplantı yapıp haftalık planlamayla ilerliyoruz. Bu hafta toplantıda yazıyı ‘atalet’ hakkında yazacağım dediğimde kliniğimizdeki genç ekibin hepsi suratıma şaşkın şaşkın bakıp “Avrasya maratonu yaklaşıyor, atlet demek istediniz herhalde” diye beni hep bir ağızdan düzeltti. Hayır doğru olan bendim. Tam da yazmak istediğim bu ‘ATALET’.
Hatta onlara sevdiğim ve faydalandığım bir kaynak olan sevgili Mümin Sekman’ın ‘Kişisel Ataleti Yenmek’ kitabını tavsiye ettim. Bazı cümleler, kitabı okuyanlara tanıdık gelecektir...
‘Asıl amaç eylemdir’
Defalarca spora başlamaya karar verdiniz uygulamadınız, her pazartesi diyete niyet ettiniz vazgeçtiniz, hep yeni bir projeyi düşündünüz ama hiç harekete geçmediniz ve ilgi duyduğunuz bir çalışma hakkında çok araştırma yaptınız ama hiç uygulamadınız... Çünkü Henry Huxley’in dediği gibi “Hayatın asıl amacı bilgi değil, eylemdir.”
Bir kişinin gerçekten yapması gerektiğini düşündüğü, niçin yapması gerektiğini bildiği, nasıl yapabileceğini öğrendiği, yapmayı istediği, yapabileceğine inandığı, yaparsa ne kazanacağını ve yapmamakla ne kaybettiğini bildiği bir iş
Amerikan Kalp Derneği’ne göre kalp hastalıkları, Amerika’da önde gelen ölüm nedenlerinden. Ve bunun sorumlusu modern yaşamlarımız olarak görünüyor. ‘Kolesterol iyi mi kötü mü?’ tartışmasından da kafanızın sıklıkla karıştığını biliyorum.
Kolesterol aslında vücudumuzun işleyişi için gerekli olan yağa benzeyen fakat tamamen yağ olmayan bir maddedir. Bazı hormonlar ve tüm hücrelerin yapısında bulunur. Ayrıca yağların emilimini sağlayan safranın bileşiminde yer alır.
Kolesterol normalde karaciğer tarafından üretilir ve bütün hücrelerimizin dış zarlarında bulunur. Halk arasında ‘kötü kolesterol’ olarak bilinen LDL, kolesterolü karaciğerden alıp hücrelere taşımakla görevlidir. Eğer bu miktar hücrelerin ihtiyacından fazla olursa, tehlikeli birikimlere neden olabilir.
Kolesterolü azaltmanın tek yolu elbette avuç avuç ilaçlar içmek değildir. Sedanter (minimum fiziksel aktivite / hareketsizlik) yaşam ve yanlış beslenme alışkanlıklarıyla birleşince başta kalp hastalıkları olmak üzere birçok hastalık için risk faktörü oluşturuyor.
İyi haber; kalp hastalıkları için risk faktörleri egzersiz ve uygun diyetle kontrol altına alınabilir. Bu aylarda kolaylıkla tüketebileceğiniz kolesterolü
Diyet yapmak isteyen birçok insanın başarıya ulaşamamasının en önemli nedenlerinden biri de, başarı konusundaki yanlış anlamalar…
En pahalıya patlayan yanlış anlama da; verilen kilo miktarı ya da süresinin ‘başarı’ olarak algılanmasıdır. Verilen kiloların geri alınmaması veya kilonun korunması değil. Ama sizin de bildiğiniz gibi, hızlı verilen kilo, hızlı geri alınabilir. Her gün duyuyoruz; “Bir ayda sekiz kilo verdim. Çok mutluyum…” Ancak hepimiz biliyoruz ki böyle konuşan birçok kişi bir süre sonra bu kiloları, hatta daha fazlasını geri alıyor.
Öncelikle, diyette başarılı olmaktan ne kastediyoruz? Diyette başarı, yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı verilen kilonun miktarı veya kilo verme süresi ile ölçülmez. Diyette gerçek başarı, verilen kilonun geri alınmaması, kilonun korunması ile ölçülür. Bu da diyetini ya da diyetisyenini değiştirerek değil, bakış açını ve alışkanlıklarını değiştirerek gerçekleşir.
Yeni davranışlarla sağlıklı ve dengeli beslenme tarzını içselleştirmeniz ve yeni bir yaşam tarzı benimsemeniz, bir başka deyişle değişmeniz sizi diyette başarıya ulaştıracaktır. Değişim, her başarıda olduğu gibi, diyette de başarının yollarından biri değil, tek yoludur. Bu
Ispanak deyince aklınıza Temel Reis’in geldiğini biliyorum. Hepimiz zamanında Temel Reis’in az bir ıspanakla neler yapabildiğini izledik. Ama ıspanaktaki demirin faydalı olması için C vitamini veya hayvansal bir kaynak yani kıymayla tüketilmesi daha dengeli bir seçim.
Ispanağın faydaları
Şimdi ıspanağın faydalarından bazılarına daha yakından bakalım...
Ispanak birçok besin öğesi içeren koyu yeşil yapraklı sebzelerden biridir. Osteoporosis ve kanser başta olmak üzere birçok hastalığa karşı koruma görevi yapar. Göz sağlığını korumaya ve geliştirmeye yardımcı olan, aynı zamanda ilerleyen yaşlarda maküler dejenerasyona karşı koruyucu etki gösteren luteinden zengindir.
100 gramında yaklaşık 190 mcg folik asit içerir, bu da günlük ihtiyacımızın yaklaşık yüzde 49’unu karşılar. Folik asit hamilelerde bebeğin spinabifida denilen hastalıktan korunmasını sağlar ve alzheimer riskini azaltır. Yalnızca 50 gram ıspanaksa günlük A vitamini ihtiyacımızın tamamını karşılamaya yeter.
Ayrıca C, K vitaminleri, potasyum, kalsiyum içeren ıspanak, karaciğer ve mide kanserlerine karşı koruyucudur. Menopoz döneminde kemik sağlığı için önemlidir ve yine özellikle bu dönemde görülen ödem sorunlarının da
Yemeklerin vazgeçilmez lezzeti soğan, sağlığa dost bir gıda. Aynı bitki ailesinden olan sarımsak ve pırasa gibi sebzelerin yararlarından da yüzyıllardır faydalanılıyor. Eğer siz de kokusundan dolayı soğan yemek istemiyorsanız ya da tadını sevmiyorsanız, bu yazıyı iyi okumanızı öneririm. Sağlık faydaları, soğana olan sevginizi güçlendirirken, sayesinde birçok hastalığa karşı da korunmuş olursunuz.
Kanser oluşumunu önler
Haftada 1 -2 kez soğan tüketmek; yumurtalık, kolorektal ve laringeal gibi kanser türlerine yakalanma riskini azaltmaya yardımcı olur. Daha fazla soğan, daha az risk demektir! Eğer soğan sevmiyorsanız, tariflerinizde öncelikle pişmiş halde az miktarda kullanmayı deneyebilirsiniz. Çorbaların ya da yemeklerin içinde tadını çok almadan soğanın sağlık yararlarından faydalanabilirsiniz.
Kalp sağlığını korur
Soğan, kan basıncı dengesini sağlar ve kalp krizi riskini önler. Bu özellikleriyle kalp sağlığını korur. 2002 yılında ‘Thrombosis Araştırma’ dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre, içeriğindeki kükürt kan inceltici etkisi gösterir ve kalp kriziyle inme riskini artıran plateletlerin birikimini önler. Ayrıca 1987 yılında ‘Hipertansiyon Dergisi’nde
Yeni sosyal ve kültürel gelişmeler, beslenme tarzımızda bazı uyumsuzluklara neden oluyor. Atalarımızın avladığı et ve balıkları, ektikleri sebze ve meyveleri tüketmelerinin ardından, modern hayat bize çok değişik yiyecekler sunuyor. Teknolojinin ve ulaşımın sağladığı avantajlarla bu yiyeceklere ulaşabiliyoruz. Tabii bu durum davranışlarımız ve alışkanlıklarımızda önemli ölçüde değişikliklere yol açtı.
Peki ne oldu? Öğünlerin; kahvaltı, öğle ve akşam yemeği için zamanın kesin, düzenli ve dakik olduğu bir dönem vardı. Beslenme gelenekleri bir jenerasyondan ötekine geçirilirdi. Masa etrafında özel anlar kutlanır, keyifli sohbetler edilir, mevsimlere ve imkanlara göre yenirdi.
Aile yapısı değişti
Bugün özellikle büyük şehirlerde ailelerin değiştiği görülüyor. Toplumda kendi başına yemek yiyenler arttı, gelenekler giderek azaldı, neşeyle yenen yemeklerden ve yeme kalitesinden uzaklaşıldı. Daha az zamanları ve hevesleri olduğu için kadınlar daha az yemek pişirmeye başladı. Doğrusunu söylemek gerekirse erkekler de bunu üstlenmekten ya kaçınıyor ya da gerçekten becerileri yok...
Öğle yemeklerinde yeni bir tarz geliştirildi: Çalışırken yemek. Bir de alelacele ve bir sandalyenin ucuna