Müzede anlamlı buluşma

9 Nisan 2015

Pablo Picasso’dan Salvador Dali’ye, Anish Kapoor’dan Joan Miro’ya çok değerli sanatçıların işlerini gördük Sakıp Sabancı Müzesi’nde.

Büyük ustaların kapsamlı sergileri için zaman zaman müze bir şantiyeye bile dönüştürüldü.

Bir heykelin hayal edildiği gibi yerleştirilmesi için müzenin duvarlarının yıkıldığı bile oldu.

Sabancı Müzesi’ndeki sergilerin ayrıca yeme-içme meraklıları için de ayrı bir yeri vardı. “Sanatla yeme-içme arasında nasıl bir bağ kurulur?” derseniz, cevap veriyorum: MüzedeChanga.

Yazının Devamı

Adana’dan geriye kalanlar

7 Nisan 2015

Cumartesi akşamı Adana’da Portakal Çiçeği Karnavalı’nda, her şeyden habersiz ne kadar da mutluyduk…
Fenerbahçe’nin başına gelenleri duyana kadar.
Tam bir gün de nefes aldık, karnaval havası iyi geldi derken yine gündem değişti, hepimizin ruh halini de etkileyerek.
Yine birer ‘Survivor’ olduğumuzu hatırlayarak….
Fahri Adanalıyız!
Adana’da yağmurlu havaya rağmen korteje 90 bin kişi katıldı. Başrolde sanılanın aksine Adanalı ünlüler yoktu.

Yazının Devamı

Havada portakal çiçeği kokusu

5 Nisan 2015

Nisanda insan Adana’da olmalı dediler, koştuk gittik Portakal Çiçeği Karnavalı’na. Bu kentte yapacak çok şey var diye daha sabah uçağa biner binmez başladı bizde heyecan. İşte karnavaldan ilk izlenimler...

Adana’yla ilişkim, kebapçı Adana İl Sınırı’yla sınırlıydı. Hatta ilk Adana İl Sınırı’nda yemek daveti aldığımda afallamış, biraz da teklif eden kişinin seyahat sevmesinden sebeple “Adana’ya mı gidiyoruz?” demiştim.

Adana’ya gitmek şimdiye kadar kısmet olmadı. Bu kadar geç kaldığım için pişmanım. Dünyanın bir ucundan bir ucuna gezmeyi bu kadar sevip de ülkemi hakkıyla gezememiş olmanın suçluluğuyla bu sefer ne olursa olsun Adana’yı göreceğim dedim. Bunda birkaç şey etkili oldu. Biri Ayşe Arman’ın yaza yaza bitiremediği Adana Portakal Çiçeği Karnavalı. Diğeri Ayşegül Dinçkök’ün “Derin Tutku Air” sergisi. Endonezya’da çekilen sualtı fotoğraflarının farklı şehirlerde ne kadar farklı algılandığına daha önce şahit oldum.

Minik kutularda portakallı lokumlar

Şimdi Adana’da sergi, yemek ve koca bir karnaval bekliyor bizi. Daha sabah uçağa biner binmez başlıyor heyecan. Tesadüfen yanımda Ayşe Arman oturuyor. Üstünde, Kağıthane adlı dükkanına bayıldığım Emine Tuğsavul’un bu

Yazının Devamı

Kayahan ile büyümek

4 Nisan 2015

Dün sabah havaalanındaydım haber geldiğinde, etrafta herkes ekranlara kilitlenmiş, Kayahan’ı izliyordu.
İzlerken de çocukluğuna ya da gençliğine dair bir şeyler anlatıyordu.
Kayahan, hepimizin hayatında bir dönemi temsil ediyordu.
Müziğini dinleseniz de dinlemeseniz de, fazla romantik bulsanız da bulmasanız da, beğenseniz de beğenmeseniz de...
Bir tarzı vardı ve o tarzdan ödün vermiyordu.
“Yolu sevgiden geçen herkesle bir gün bir yerde karşılaşırız” diyordu,
Şarkıları statlarda tezahüratlara dönüşüyordu, ‘Bizimkisi Bir Aşk Hikâyesi, Siyah Beyaz Film Gibi’yle Beşiktaş’a da, ‘Şampiyon’ ile Galatasaray’a da dillerden düşmeyen şarkılar armağan ediyordu.

Yazının Devamı

Festivalde kaçırmayacağım filmler

2 Nisan 2015

Elektriksiz, susuz, telefonların doğru dürüst çekmediği, çekse de şarjların dayanmadığı bir günde yaptığım en iyi şeydi İstanbul Film Festivali kataloğunu baştan sona satır satır okumak. İşte, günün sonunda yaptığım tamamen kişisel liste...

1 Citizenfour: Bu yıl Oscarlar’da ve BAFTA’da en iyi belgesel ödülünü aldı. Belgeselden çok gerçek hayattan fırlayan bir gerilim filmi diye özetliyorlar. Bizim şartlarımızda yaşayanlara gerilim filmleri vız geliyor ama bu, Citizenfour lakaplı CIA analizcisi Edward Snowden’ın hikayesi. Belgeselci ve gazeteci Laura Poitras, Snowden’la Hong Kong’da buluşuyor. Snowden, Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın özel hayatın gizliliğini ihlal ettiğini kanıtlayan gizli belgeleri kameralar önünde gazetecilere teslim ediyor. Daha dün gördük, sıradan bir boşanma davasında bile böcek skandalı çıkabiliyor. Bu filmi izledikten sonra bakalım hayatımızda neler değişecek?
2 EISENSTEN Meksika’da: Filmin konusundan çok yönetmen ve senarist koltuğunda çılgınlıklarıyla tanınan Peter Greenaway’in oturması etkiliyor beni. Sinema idolü olarak kabul ettiği Sergey Ayzenştayn’ın hayatından bir kesidi anlatıyor.
3 Meleğin Yüzü: İngiliz yönetmen Michael

Yazının Devamı

Gelecek JOMO’da!

31 Mart 2015

Şehrin en yeni kulüplerinden birindeyiz pazar akşamı.
Yan masada konuşuluyor, Frankie’de Mirkelam’ı izlemeye mi gitmeli, yoksa Emirgan Pizza ya da bilinen adıyla Gizli Kalsın’a mı gitmeli?
Arada bir de Lucca’ya uğranmalı, yoklama kaçırılmamalı.
Bu konuşmanın üstüne biri diyor ki, “Hepimizde FOMO var, hiçbir şeyden eksik kalmak istemiyoruz.”
FOMO, sürekli bir şeyleri kaçırmaktan, geride kalmaktan korkmak.
Bu da ne demek oluyor?
Her şeyi takip etmek için kendinizi oradan oraya atıyorsunuz.

Yazının Devamı

Restoranlarda müdavim kavramı tarihe karışıyor

29 Mart 2015

Yeme-içme ve eğlence dünyasında neler oluyor? Tanınmış şefler İstanbul’a geliyor ama bu kadar çok sayıda yeni mekan birbiriyle nasıl baş edecek? Müdavim kavramı bundan nasıl etkileniyor?

Son zamanlarda İstanbul eğlence hayatında öne çıkan şey: Yemek. Eskiden dekor ve diğer masalarda oturanlar daha çok önem taşırdı, şimdi ise yemek daha çok önemsenir hale geldi. Bunu her ne kadar inatla hâlâ anlamayan mekanlar olsa da... Bkz. Bir Nişantaşı klasiği olan Tatbak bile lahmacununun çıtırlığını hep aynı tutabilmesine rağmen hâlâ yeni
dekor peşinde…

Şefler öne çıkıyor, yurt dışından şefler getiriliyor

Yemek öne çıktıkça, her gün yeni bir restoran açılıyor. Üstelik aynı menüleri sunan kafeler gibi de değil, çok daha zor işleri. İyi bir kafe için vasatın biraz üzerinde yemek ve iyi bir lokasyon gerekiyor. İyi bir restoran içinse sadece iyi bir yemek, lokasyon ve ambiyans da yetmiyor artık. İşte bu yüzden yurt dışından önemli şefler de getiriliyor.
Maliyetler de yükseliyor, hem işletmeciye hem müşterilere tabii.

Son dönemlerde açılan restoranlara şöyle bir bakalım. Sırf Zorlu Center’da bile bir yabancı şef şenliği yaşandı. Tom Aikens’ın Tom’s Kitchen’ından Jamie Oliver’ın J

Yazının Devamı

Robert Kolej’e girmek her şeye değer mi?

28 Mart 2015

Altı yılım geçti Robert Kolej’de, peki ama ne öğrendim?
Başkalarının ne diyeceğini önemsemeden, ne düşünüyorsam onu söylemeyi… Söylemekle de kalmayıp sonuna kadar savunmayı...
‘Ukala’ damgası yemeyi bile göze alarak…
Sosyal hayatta ve iş hayatında türlü zorluklara neden olacağını bilmeme rağmen…
Daha küçücükken en saçma fikirlerimizi bile adam yerine koyup dinlediler, hiçbir zaman yargılamadan, dalga geçmeden…
En önemlisi de saygı duyarak… Saygı sadece öğretmene duyulur demeden…
Birçok okulda savaş tarihleri ezberlenirken, bizim okulda savaşların sebepleri, sonuçları tartışılıyordu.

Yazının Devamı