Elektriksiz, susuz, telefonların doğru dürüst çekmediği, çekse de şarjların dayanmadığı bir günde yaptığım en iyi şeydi İstanbul Film Festivali kataloğunu baştan sona satır satır okumak. İşte, günün sonunda yaptığım tamamen kişisel liste...
1 Citizenfour: Bu yıl Oscarlar’da ve BAFTA’da en iyi belgesel ödülünü aldı. Belgeselden çok gerçek hayattan fırlayan bir gerilim filmi diye özetliyorlar. Bizim şartlarımızda yaşayanlara gerilim filmleri vız geliyor ama bu, Citizenfour lakaplı CIA analizcisi Edward Snowden’ın hikayesi. Belgeselci ve gazeteci Laura Poitras, Snowden’la Hong Kong’da buluşuyor. Snowden, Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın özel hayatın gizliliğini ihlal ettiğini kanıtlayan gizli belgeleri kameralar önünde gazetecilere teslim ediyor. Daha dün gördük, sıradan bir boşanma davasında bile böcek skandalı çıkabiliyor. Bu filmi izledikten sonra bakalım hayatımızda neler değişecek?
2 EISENSTEN Meksika’da: Filmin konusundan çok yönetmen ve senarist koltuğunda çılgınlıklarıyla tanınan Peter Greenaway’in oturması etkiliyor beni. Sinema idolü olarak kabul ettiği Sergey Ayzenştayn’ın hayatından bir kesidi anlatıyor.
3 Meleğin Yüzü: İngiliz yönetmen Michael Winterbottom’ın filmi. Daniel Bruhl, Kate Beckinsale ve Cara Delevingne başrollerde. Melek yüzlü katil olarak sık sık medyada yer alan Amanda Knox’un ve söz konusu cinayet bile olsa kamuoyunun güzellik ve iyi bir PR ile nasıl yönlendirilebildiğinin hikayesi. Gerçek hikâye olduğu için daha çok ilgimi çekiyor.
4 Manglehorn: David Gordon Green’in Venedik ve Toronto Film Festivalleri’nde prömiyerini yapan filmi. Sırf Al Pacino yeter! Zaten film de adını Al Pacino’nun canlandırdığı Angelo Manglehorn’dan alıyor. Hayatının aşkını unutamayan
bir adam rolünde Al Pacino.
5 Stüdyo 54 - Yönetmen Kurgusu: Mark Christopher’ın filmi bir dönem New York agece hayatına damga vuran gece kulübü Stüdyo 54’te bir yükseliş ve düşüş hikâyesini anlatıyor.
Tıpkı Stüdyo 54’ün ve kurucularının başına gelenler gibi.
6 Her Şey Güzel Olacak: Berlin’de Onursal Altın Ayı ile ödüllendirilen Wim Wenders’ın filmi. 3 boyutlu bir dram filmi. Başrollerde James Franco ve Charlotte Gainsbourg’un olması da etkiliyor tabii.
7 Sihirli Kız: Carlos Vermut’un filmini usta yönetmen Pedro Almodovar da öve öve
bitiremiyor. İspanyol sinema ödüllerini toplayan film bir aile dramı gibi başlıyor, giderek daha karanlık ve şaşırtıcı oluyor.
8 Ve Panayır Köyden Gider: Mete Sözer’in filmi. Başrollerinde Engin Altan Düzyatan, Cem Davran, Açelya Devrim Yılhan ve İlyas Salman var. Müziklerini Police grubunun gitaristi Andy Summers yaptı. Bir yabancının köye gelmesiyle köyde yaşayanlar geçmişi sorgulamaya başlıyor.
9 Devlet Mafya El Ele: Politik belgeselleriyle tanınan Sabina Guzzanti’nin ilk uzun metraj filmi. İtalyan mafyası ile siyaseti arasındaki ilişkiyi mizahla anlatıyor.
10 Victoria: Sebastian Schipper’ın filmi. Merak etmemin nedeni, 140 dakikalık film tek bir plandan oluşuyor.
Berlin’de geçen bir banka soygununu dram ve mizahla anlatıyor.
Vanity Fair neden bizden bahsediyor?
Vanity Fair dergisinin de diline düştük, “İyi ki Türkiye’nin turizm yetkilileri Oscarlar’da oy kullanlardan değil” diyor Vanity Fair yazarı Julie Miller.
Julianne Moore’un oynadığı Şubat 2014’te yayınlanması planlanan ama daha sonra yayınlanmasından vazgeçilen Türkiye tanıtım filminde Moore’un oyunculuğunun turizm yetkilileri tarafından ‘yetersiz’ bulunduğunu anlatırken. Daha çok depresif rollerle tanındığı gerekçesiyle Moore’un Türkiye’nin tanıtımı için başından beri uygun bulunmadığından da bahsediyor Miller. Sonunda da ekliyor, “Türkiye’deki turizm yetkililerinin ülkemizden çıkmış bir yeteneği takdir etmemesi Türkiye’yi bizim için daha az çekici yapar”. Evet, ihale sürecini, tanıtım filmini, yüzünü vs. uzun uzun tartışabiliriz kendi aramızda ama bu kadar iyi bir oyuncuya “Yetersiz, planlarını yeniden çekmek lazım” diyerek kendimizi komik
duruma düşürmeye ne gerek var?