“Onca yıldır hastalıklarla savaşan çocuklarla ve aileleriyle iç içeyim. Onları hep çok iyi anladığımı sanıyordum, ta ki kendi torunum da böyle bir hastalıkla mücadele etmek zorunda kalana kadar. İşte o zaman gördüm, aslında hiç anlayamamışım…”
Bunu gözyaşları içinde anlatan kişi Carole Hakko, Bir Dilek Tut Derneği’ni kuran ve 15 yıl başkanlığını yapan harika kadın.
Birçok dernek çok iyi işler yapıyor, ama nedense Bir Dilek Tut’un ayrı bir yeri var, çünkü dilekleri anında gerçekleştiriyor ve hayati tehlike yaşayan o çocukların bir gülümsemesinin ne kadar çok şeye bedel olduğunu siz de anında görebiliyorsunuz.
Sahnede ‘O Ses Türkiye Çocuklar’ yarışmasından tanıdığımız
12 yaşındaki Alvi Moreno var. “Şimdi çok önemli bir konukla
paylaşacağım sahneyi” diyor Alvi. Nefesler tutuluyor, Antonis Remos gelecek sahneye sanılıyor ve ardından Barış Çalışkanoğlu sahneye çıkıyor. “Bu da kim?” konuşmaları arasında profesyonellere taş çıkartacak ustalıkta gitarını çalıyor.
Haluk Levent’in gitarı
Tam 14 yıl önce büyük bir yenilikti Tepebaşı’ndaki Nupera. Mehmet Gürs’ün Lokanta’sından, Defne Koryürek’in Refika’sına, alt kattaki kulüpten kapıdaki sıkı güvenliğe kadar her detayı konuşulurdu.
Yazın Nuteras’la da aynı etkiyi yarattı, ‘Salça’ lakaplı DJ Cenk ile Nuteras geceleri uzadıkça uzadı.
Ekibe eklenenler de, kadrodan ayrılanlar da oldu.
Menderes Utku, Muzaffer Yıldırım ve Mehmet Gürs ise Nupera gecelerinin demirbaşıydı.
Derken Mehmet Gürs’ün ayrılıp Mikla ve Numnum’a yoğunlaşmasıyla yeme-içme bölümünde önemli değişiklikler oldu. Meşrutiyet Caddesi üzerindeki 200 yıllık ‘Passage de Petit Champs’ adlı tarihi pasaj The House Cafelerin şefi Coşkun Uysal ve Esra Muslu’nun Moreish’inden Elif Yalın’ın Delicatessen’ine birçok
restorana ev sahipliği yaptı ama hiçbiri Lokanta kadar
uzun ömürlü olmadı.
Hüseyin Özer’in Londra’da kurduğu Türk restoranı zinciri Sofra, nisanda Karaköy’de şube açıyor. Açılış öncesinde Hüseyin Özer’den film gibi olan başarı hikayesini dinledik...
Onu ilk gördüğümde, tarzı dikkatimi çekiyor. Yok, “Bu Tarz Benim”in etkisinden değil, gerçekten farklı bir stili var. Gözlerimi yere kadar uzanan paltosundan alamıyorum. Rihanna’nın sık sık giydiği Maison Martin Margiela’nın yerleri süpüren, yorganı andıran paltosuna benziyor. “Yok, Maison Martin Margiela değildir, Issey Miyake giyer sadece” diyorlar. Japon moda tasarımcısına ne kadar bağlı olduğunu anlatıyorlar.
Şaşırtıyor beni Hüseyin Özer. Kendisi Londra’daki Türk restoran zinciri Sofra’nın yaratıcısı. Sadece kılık kıyafet değil onu farklı yapan; konuşmaya başlayınca da görüyorsunuz, bir film karakteri gibi. Anlattıkça hayatının da film gibi olduğunu anlıyorsunuz.
Çalıştığı dönerciyi satın alıp restorana çevirdi
60 yıl önce Tokat’ın bir köyünde doğuyor. 7 yaşında babası tarafından evlatlıktan reddediliyor, çobanlık yapıyor, okuma yazmayı duvarlara kazıyarak öğreniyor, annesi tarafından intikam alması ve babasını vurması için Ankara’ya gönderiliyor büyüyünce ve işte orada hayatı değişiyor.
“Muskat’a gelir misin, Extreme Sailing yarışına?” diyor Edhem Dirvana, Team Turx’ün kurucusu. Hiç düşünmeden evet diyorum. Ne Muskat’ın kaç saatlik bir uçuş olduğunu biliyorum, ne kaç gün için gideceğimizi. Sonuç, Bahreyn’de bekleme ile THY ile 6.5 saatlik bir yol, sabah 05.00’te varıyoruz, 2 saat uyku sonrası yarış alanına gidilecek. Arabayı kaçırırsak yandık, ne üstümüzde Umman parası var, zaten taksilerde şoföre emanetsiniz, taksimetre bile yok.
Final günü ilk yarışta yarışacaksın diyorlar, bir astronot gibi itinayla giydiriyorlar.
İki kahve arası Tanem Sivar’la birbirimize bakıyoruz, Ahu Aysal’la uzaya giden ilk yelkenciler olabiliriz deyip gülüyoruz. Gerçekten de başımızdaki kasktan, kat kat giydiğimiz su geçirmez kıyafetlere kadar yelkencilerden başka her şeye benziyoruz. İçimizdeki can yelekleriyle de birer Michelin bebeğine dönmüş durumdayız. Buna rağmen yarış saatini beklerken kendimizi sık sık açıkbüfenin önünde buluyoruz. Kahvaltı etmedik, bari bir şey yiyelim dediğimiz anda yanımızda bir görevli bitiyor, geç kalırız deyip bizi büfenin önünden topluyor. Her arkasını döndüğünde biz yine balıkçıda dolaşan kediler gibi büfeye doğru hamle yapmaya çalışıyoruz, yine
Çoğu erkek hâlâ kabul etmese de, müzeler çoktan kabul etti, moda da artık bir sanat. Bugün köklü bir modaevinde, bir couture elbisenin fiyatı 25 bin dolardan başlıyor, milyon dolarlara kadar çıkabiliyor.
150 saatte dikilen bir elbiseye gönül rahatlığıyla 100 bin dolar verebilecek couture koleksiyonerleri var.
Sayıları 100-200 arasında değişiyor.
wYurt dışında birçok müze şimdi bu koleksiyonerlerin gardıroplarının peşinde.
Eskiden moda dergilerine gardıroplar açılırdı, şimdi ise sanat ve tasarım müzelerine.
Müzeler moda ve kostüm sergileri sayesinde daha çok kişiye ulaşıyor. Hatta sırf bu yüzden modaevleri bile kendi müzelerini açıyor.
Bugün Londra’dan bildiriyorum.
Paris’te Louis Vuitton’a ait Espace Culturel, önemli bir sanat galerisi. Bir sanatçının işinin burada sergileniyor olması bile başlı başına bir başarı.
Zaten Louis Vuitton grubunun sahibi Bernard Arnault dünyanın en önemli sanat koleksiyonerlerinden biri. Frank Gehry imzalı Fondation Louis Vuitton’da da koleksiyonundan eserler görmek mümkün.
Birkaç yıl önce Espace Culturel’de çağdaş Türk sanatçıların işlerinden oluşan ‘Yolculuklar: Günümüzün Türkiye’sinde Gezintiye Çıkmak’
sergisi gerçekleşti.
Küratörü başta LVMH’nin patronu Bernard Arnault olmak üzere birçok önemli koleksiyonere danışmanlık yapan Herve Mikaeloff’du. Mikaeloff’un Arnault koleksiyonu
için Türkiye’den bir sanatçının
eserini seçmesi demek, o sanatçının kısa zamanda dünya çapında
Wolfgang Puck’ın Los Angeles’ta 1980’lerde açtığı restoran Spago, ABD dışındaki ilk şubesiyle bu haftadan itibaren St. Regis İstanbul’da...
Yeme-içme sektöründe şimdiye kadar görme ve görünme ön plandaydı. Son zamanlarda ise yemek ön plana çıkıyor. Dünyanın her yerinde otel restoranları çok iş yaparken bizde otel restoranları hiç tutmadı. Asansör beklemenin gerektiği restoranlara, gece kulüplerine tahammülümüz hiç olmadı.
Tha Marmara Pera’daki Mikla dışında uzun zaman ayakta kalmayı başaran iyi bir restoran da çıkmadı İstanbul otelleri arasında. Mikla’nın da en büyük şansı şefi Mehmet Gürs ve yabancı turist ağırlıklı müşteri kitlesiydi.
Manzarasıyla etkiliyor
Bu hafta İstanbul yeme-içme hayatına yeni bir otel restoranı katıldı: Spago. Spago’ya otel restoranı deyip geçmek olmaz. 2 Michelin yıldızlı, tanınmış şef Wolfgang Puck’ın
Los Angeles’ta 80’lerde açtığı mekanın menüsü Kaliforniya mutfağı ağırlıklı.
Evet, Spago bir döneme damga vurmuş bir restoran. Evet, Wolfgang Puck 21 yıldır Oscar törenlerinin de yemeklerinin emanet edildiği usta bir şef, evet TV yarışmalarında şefleri “Yemek yapmayı bilmiyorlar” diye acımasızca eleştiren bir jüri üyesi ama kabul etmek
Twitter’a baktığınızda Türkiye’de ‘trending topic’, yani en çok konuşulan Erol Büyükburç.
Evet, çok acı bir kayıp ama gerçekten de hayatımızın en büyük kaybı olabilir mi?
Yerli yabancı, tanıdık tanımadık her ünlü ismin ölüm haberi aynı acıyı verebilir mi?
Bu kadar derin üzüntü bir tek bana mı gerçek gelmiyor?
“Evinde ölü bulundu” haberine “düşündürücü” açıklaması yapılana kadar sosyal medya ‘timeline’larımız fotoğraflarıyla doluyor.
Bırakın sadece fotoğrafları, bir ürün satmak isteyenler bile aramalarda daha üste çıkmak için vefat eden kişinin adını yazıyor ürünün altına.
Herkes bir yakınına veda eder gibi yorumlar ekliyor.