Orhan Pamuk, sergi ve Somerset House’u aynı cümle içinde duymak ilk uçakla Londra’ya gelmek için yeterliydi. Bugün Somerset House’ta Masumiyet Müzesi sergisi açılıyor, Turkish Bank’in de desteğiyle.
3 Nisan’a kadar devam edecek.
‘Romanın sezonu olur’
Masumiyet Müzesi’nin benim için ayrı bir yeri var. 586 sayfalık romanı 2008 Eylül’ünde yayımlandığı hafta 2 günde okumuş ve çok etkilenmiştim.
Aynı hafta romanı daha okumadan eleştiri yağmuruna tutanlar olmuştu. En fena eleştiri şuydu: “Masumiyet Müzesi yaz sezonunu kaçırdı.”
“Orhan Pamuk romanını tatile yetiştirebilseydi, güneyde bütün şezlonglarda okunurdu” diyenlere değerli bir yazarın romanından bahsettiğimizi hatırlatmış. Bir pop albümü ya da bir moda ürünü gibi sezonluk olmayacağını inatla ve ısrarla savunmuştum.
Hıncal Uluç ve Cengiz Semercioğlu gibi meslektaşlarımdan “Satış amaçlı olan her şeyin olduğu gibi romanın da sezonu olur” cevabını almıştım.
8 yılda neler oldu?
Tarihi Bomonti Bira Fabrikası Bomontiada’ya dönüştü. Önce Babylon açıldı. Bu hafta itibariyle sanat galerisi Alt ve yaratıcıların çalışma alanı Atölye İstanbul’a kadar her aşama sonunda tamamlandı
İstanbul’da kar alarmı nedeniyle her şeyin iptal olduğu pazartesi akşamı iptal olmayan tek şey Bomontiada’nın açılışıydı. Doğrusu bu kadar kalabalık beklemiyordum ama açılışı yılan hikayesine dönen ve çok uzun zamandır dört gözle beklenen sayılı yerden biri olduğu düşünülünce, çok da şaşırtıcı değildi bu kalabalık.
Açılışta Doğuş Grubu yöneticilerinden Pozitif ekibine birçok ev sahibi vardı. Hiç şüphesiz gecenin en haklı gururluları başından beri bu projeye en çok emek veren Babylon ve Pozitif’in yaratıcıları Cem Yegül ve Ahmet Uluğ’du. Buz ve Bej’in sahibi Lal Dedeoğlu gibi İstanbul gece hayatının çok da ortalarda görünmeyi sevmeyen isimlerden İstanbul’da birçok mekana imza atan Autoban Mimarlık’ın ortakları Seyhan Özdemir Sarper-Sefer Çağlar’a birçok tanıdıkla çarpışmak mümkündü.
Bomontiada, Soho House’un dünyada yapmak istediği şeyi, yaratıcı insanları bir araya getirmeyi, İstanbul’da yapmayı hedefliyor. Bir yaratıcı kültür kampüsü hayal ediliyor.
Açılış gecesi
Uzun zamandır ilk defa bir ölüm haberi bütün Türkiye’yi derinden sarstı.
Şimdiye kadar hep ateş düştüğü yeri yaktı.
İlk defa hiç tanımayanlar da, tanıyanlar kadar çok üzüldü.
“Türkleri ne Nobel sevinci ne de bombalı saldırılar birleştirebildi.
Bu aralar bir zafer ya da yas anını paylaşmak bile onları bir araya getiremiyor” demişti New York Times.
New York Times’ı haksız çıkarmalıyız demiştik o zaman, böyle acı bir kayıpla olacağını beklemiyorduk tabii.
Mustafa Koç’un kaybı herkesi etkiledi.
Bu kadar sevilen ve her türlü imkâna sahip bir kişinin bu kadar zamansız ve erken kaybı ister istemez üç günlük dünya hissi yaratıyor.
Hava durumu kar alarmı verdiği anda, trafik çilesine alışan İstanbullu, ilk iş eve kapanıyor.
Eve kapanınca da TV dizilerine kilitlenmek istiyor. Ağız tadıyla izleyeceğimiz, izlerken deşarj olacağımız bir TV dizileri kalmıştı, onlar da yeni dönemde son derece özensiz.
Hatta özensiz kelimesi de yetersiz, senaryolar tamamen şişirme. Nerede İkinci Bahar, nerede Asmalı Konak?
Yılın, daha doğrusu son yılların en heyecanla tanıtılan ve tabii beklenen dizisi Gecenin Kraliçesi de tam bir fiyasko.
Kurtarmaya yeter mi?
Meryem’in dizisi diye aylarca tanıtım yapıldı, yine aylarca senaryo arandı, sonunda bulundu, kaldı ki bulunan senaryo da Acı Aşk dizisiyle ciddi benzerlikler taşıyor.
Gerçi konudan daha da önemli olan nasıl işlendiği...
Şimdi yeni formül, TV dizileri yurtdışına pazarlandığı için hikaye yurtdışında başlıyor.
Sinema eleştirmenlerini ikiye bölen bir film: Joy. Filmi çok beğenenler olduğu kadar yerden yere vuranlar da var.
Buna rağmen başroldeki Jennifer Lawrence, Joy rolüyle Altın Küreler’de En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı, aynı dalda Oscar’ı alması da bekleniyor.
Son zamanlarda o kadar çok ödül kazandı ki, “Artık hiçbir şey yapmasa da ödül verecekler” diye dalga geçenler bile oluyor.
Joy’da yönetmen David O. Russell, Umut Işığım’da yarattığı muhteşem kadroyu bir kez daha bir araya getirmiş, Jennifer Lawrence’a Bradley Cooper ve Roberto DeNiro eşlik ediyor.
Buna rağmen bizde Cem Yılmaz’ın aldığı “Yine mi aynı kadro?” benzeri tepkilerle karşılaşmamışlar.
Kadro uyumluysa hiç değiştirmeden de bambaşka bir film yapılabiliyor işte.
Kadroya eklenen bir de sürpriz isim var: Isabella Rossellini, uzun zaman sonra tekrar karşımıza çıkıyor.
İstanbul gece hayatında yenilik özlemi ve arayışında olanların imdadına yeni açılan gece kulüpleri yetişiyor. Bu kış restoran-barlar değil, dans kulüpleri yükselişte. Şehirde artık kulüp kültürü yaşatılacak...
İstanbul gece hayatında uzun zamandır şikayet edilen konulardan biriydi, dans edilecek bir gece kulübü olmaması. Mahalle barlarında, restoran-kulüplerde boy gösteriliyor ama bir türlü kulüp kültürüne geçilemiyordu. Büyük kulüplerin tutmayacağı, yemek-müzik-eğlence üçü bir arada formülünün bozulamayacağı sanılıyordu.
Aslında beklenen 1977’de Ian Schrager ve Steve Rubell’in New York’ta açtığı ve bir dönem sadece gece hayatına değil, sanat ve modaya da damga vuran, kitaplara ve filmlere konu olan Stüdyo 54 gibi bir efsane değildi. Evet, Stüdyo 54’te Andy Warhol’dan Diane von Furstenberg’e birçok isim tematik partilerde eğlendi. Bir gece içinde defalarca dekor değiştirildiği bile oldu. Hatta bu iki ortak, 1980’lerde Stüdyo 54’ü satıp yeni bir gece kulübünü, Palladium’u kurdu. Tanınmış Japon mimar Arata Isozaki eski bir müzik salonunu bir gece kulübüne dönüştürdü. İlk defa bir gece kulübü tamamen sanat odaklıydı. Burada Francesco Clemente, Jean-Michel Basquiat, Julian
Son zamanların en çok konuşulan ve tabii Instagram’da fotoğrafı en çok paylaşılan sergisi: The Art of Banksy.
Savaş karşıtı, çevreci, insan ve hayvan haklarını savunan, tüketim çılgınlığını eleştiren ve kimliğini açıklamayan bir sokak sanatçısı Banksy.
İstanbul’da dünya prömiyeri gerçekleşen sergideki eserleri görmek için önce Biletix’ten 35 liraya bilet alıyor ve sonra bir finansal kurumun binasında kendinizi Londra sokaklarında hissetmeyi umuyorsunuz.
Günlük hayatımızda yaşadığımız ve çağdaş sanatta sık sık karşımıza çıkan bir çelişkiler yumağı bu sergi. Banksy tarafından onaylı değil, ama daha önce birlikte çalıştığı Steve Lazarides, “Onaylı olmasına gerek yok, bu bir retrospektif” diyor. Banksy’nin İngiltere’de açtığı Dismaland isimli süreli serginin de giriş ücreti olduğunu ekliyor.
Tabii, turizm ve tema parkı endüstrilerine eleştiri getiren serginin bulunduğu kasabaya 20 milyon sterlin (yaklaşık 90 milyon TL) gelir getirdiğini de, Banksy’nin eserlerini bağışladığını da unutmamak lazım.
İstanbul’daki serginin büyük bölümü limitli sayıda üretilen baskılardan oluşuyor ve sanki almaya niyetlenseniz her an elinde bir fiyat listesiyle bir görevli karşınıza çıkacak
Paris’te yaşanan terör olaylarına bütün dünya tepki verdiğinde, liderler hep birlikte yürüdüğünde içimiz burkulmuştu, biz benzer acılar yaşadığımızda kimsenin sesi çıkmıyor diye.
Sultanahmet’te yaşanan terör saldırısında ise Paris’in etkisinden mi, hayatını kaybedenlerin turist olmasının etkisinden mi, dünya bizim acımıza da bu sefer daha duyarlı.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Uluslararası terörizmin çirkin yüzünü İstanbul, Paris, Ankara ve Tunus’ta gördük. Buna karşı kararlı bir biçimde tavır almalıyız. Onlar tüm insanlığın düşmanı” dedi.
Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Türkiye İçişleri Bakanı Efkan Ala ile ortak bir açıklama yaptı.
Türkiye’ye yatırım yapmaya hazırlanan Avrupalı işadamları “Terör saldırısı kararınızı etkileyecek mi?” sorusuna, “Öyle düşünürsek, Paris’e de yatırım yapmamalıyız” cevabını verdi.
Sultanahmet Meydanı’nda ayağından yaralanan Norveçli turist Jostein Nielsen bile ülkesine dönerken İstanbul’daki tarihi ve turistik yerlere olan gezisini tamamlayamadığını belirterek, “İstanbul’u gezmek için Türkiye’ye tekrar gelmek isterim” dedi.
“Yarın olsa yine giderim” desteği
Böyle acılardan daha da kötüsü böyle acılara alışmış olmamız as