Hava durumu kar alarmı verdiği anda, trafik çilesine alışan İstanbullu, ilk iş eve kapanıyor.
Eve kapanınca da TV dizilerine kilitlenmek istiyor. Ağız tadıyla izleyeceğimiz, izlerken deşarj olacağımız bir TV dizileri kalmıştı, onlar da yeni dönemde son derece özensiz.
Hatta özensiz kelimesi de yetersiz, senaryolar tamamen şişirme. Nerede İkinci Bahar, nerede Asmalı Konak?
Yılın, daha doğrusu son yılların en heyecanla tanıtılan ve tabii beklenen dizisi Gecenin Kraliçesi de tam bir fiyasko.
Kurtarmaya yeter mi?
Meryem’in dizisi diye aylarca tanıtım yapıldı, yine aylarca senaryo arandı, sonunda bulundu, kaldı ki bulunan senaryo da Acı Aşk dizisiyle ciddi benzerlikler taşıyor.
Gerçi konudan daha da önemli olan nasıl işlendiği...
Şimdi yeni formül, TV dizileri yurtdışına pazarlandığı için hikaye yurtdışında başlıyor.
Meryem Uzerli’nin dizisi Gecenin Kraliçesi Güney Fransa’da Grasse’ta, Belçim Bilgin’in dizisi Kördüğüm ise Güney İtalya’da başlıyor.
Gecenin Kraliçesi’nde de, Kördüğüm’de de türlü saçmalıklar var. Güney Fransa’da otelde kalan işadamının beğendiği kızı tavlamak için annesine kara lahana çorbası yapmasından Belçim Bilgin’in canlandırdığı Naz karakteri dışında koca hastanede teşhis koyabilen başka bir doktor olmamasına kadar...
Kaldı ki teşhis koyma metotları da modern tıbba olan inancımızı kökünden sarsıyor.
Reklamlarla imtihan
Tabii bu arada dizilerin arasındaki reklamlar da dikkatimizi dağıtıyor.
Meryem’in şampuanı mı, makyaj malzemesi mi derken karakterine odaklanmak mümkün olmuyor.
Bir de saçının maşalı, en kötü haliyle ailenin küçük kız çocuğuna “Senin saçını da böyle yaparım” demesi bardağı taşıran son damla oluyor.
Aynı Muhteşem Yüzyıl Kösem’de Beren Saat’in Kenan Doğulu’yla birlikte oynadığı reklamlarda olduğu gibi.
Elbette, oyuncular reklamlarda yer alacak. Ama dizinin inandırıcılığı için bu süreç daha iyi yönetilmeli.
Mucize beklenmemeli
Tabii daha da önemlisi bir dizinin tutup tutmaması sadece tek bir yıldıza yüklenmemeli.
Oyuncular süper kahraman değil. Üstelik, artık star devri de kapandı. Artık herkes kendi çapında birer star.
Andy Warhol’ün dediği gibi, “Herkes bir gün 15 dakikalığına şöhret olacak” gerçek oldu.
Hem de 15 dakikalığına da değil, isteyen sosyal medya sayesinde 7x24 gündemde olabiliyor. Artık yıldızların nerede, ne yaptığı, ne yediği, ne içtiği her şey gözlerimizin önünde. Ulaşılmazlıkları kalmadığı için eskisi gibi bir üst kategoride değiller artık.
Tabii bu, yaptıkları işlere de yansıyor.
Kıvanç Tatlıtuğ - Kurt Seyit ve Şura örneğinde de gördük, dizinin başrolünde dönemin en popüler ismi olsa da reyting almaya yetmiyor.
Giderek tam bir felaket halini alan Paramparça’da da bir kez daha görüyoruz, Dilara rolündeki Ebru Özkan, başrollerdeki Nurgül Yeşilçay ve Erkan Petekkaya’dan daha çok ses getirdi ve dizinin başarısında daha etkili oldu.
Senaryo bu kadar kötü gitmeseydi, Nurgül Yeşilçay’ın ayrılığı diziyi etkilemezdi bile.
Yönetmen ve senariste düşen görev oyunculara düşenden daha fazla. Sonuçta, oyuncuyu iyi ya da kötü göstermek tamamen yönetmen ve senaristin elinde.
Yurtdışında fenomen haline gelen Türk dizilerinde de görüyoruz, başarının sırrı tek kişide değil, ekipte.
Dizi sektörünün bu kadar büyüdüğü, yurtdışında birçok ülkeye Türk dizilerinin satıldığı, büyük paraların kazanıldığı bir dönemde biz izleyiciler de daha iyisini hak etmiyor muyuz?