Aslında hiç de göründükleri gibi değildirler... Yani bu kadar kibar, bu kadar her şeyi bilen, her konuda söz sahibi değildirler... Onları farklı bir ortamda görseniz, sanki sahnede bir oyun izliyorsunuz sanırsınız. Kibarlıktan kırılıp, incelikten kopacak gibidirler. Onların bu abartısı komik duruma da düşürür. Gerçeklikten öyle uzaktırlar. Bakarsınız ki sadece siz değilsinizdir bu hallerine bıyık altından gülen. Ama yine de iyi rol keserler. Çoğu tüm bu kibarlıklarının tam tersine aslında kaba sabadır. Çıt kırıldım, övgü dolu, iltifatlar saçan
Çok uzun anlatmayacağım... Hani uzadıkça uzayan gecelerde dosttan daha yakın olduğumuz, dizlerinde uyuduğumuz, kırmaya korktuğumuz, birbirimize bağlayanın kandan da öte olduğundan emin olduğumuz... “Anne”yi... Candan Erçetin’in “Elbette” albümündeki “Annem” tamamlayacak düşündüklerimi:
Hani eski zaman masalları anlatır/ Hüznümü huzura dolarsın/ Kaşım gözümden çok içim bir parçan/ Annem sen benim yanıma kalansın/ Hani bir biblon vardı kırdığım ne kırgınlıklar yaşadın/ Ama bil ki ben de parçalandım/ Annem ben senin yanına kalanım/ Annem annem/ Sen üzülme/ Sözlerin hep yüreğimde/ Annem annem/ Gel üzülme/ Ben hala senin/ Dizlerinde
16 kentte geçen, 16 hikayeden oluşan Murathan Mungan’ın son kitabı “Kadından Kentler”i, daha önce yazacaktım. Ama bu pazar, “Anneler Günü” de olunca kadını konu etmenin denk düşeceğini düşündüm. Kitap; Kordonboyu’nda Ömer Çavuş Kahvesi hikayesi ile başlıyor... Adana Sıcağında Erguvanlar,
Urla’da, 1992 yılında başlayan kazı çalışmaları sırasında Hamdi Balaban Tarlası’nda açığa çıkarılan buluntunun, eski çağdan kalan bir zeytinyağı fabrikasına ait olduğunun henüz anlaşılamadığı günlerde, ‘Dalgıç’ lakaplı bir Urlalı ziyareti sırasında, “Çocuklar! Siz bir zeytinyağı işliği kazıyorsunuz!” der. Bir Egeli olarak zeytini, zeytinyağını, zeytinyağı işliklerini iyi tanıyan Dalgıç’ın bu yorumu üzerine buluntu, bilen başka insanlara da gösterilir.
Onlar da onayladıktan sonra binlerce yıl öncesinin işliği
İlk gittiğim günü hatırlıyorum... Her birinin ayrı anısı olan, Kültürpark’ın yıllanmış ağaçlarının da bulunduğu bahçede önce nefes almıştık. Ardından da İstanbul’dan gelen bir tiyatro topluluğunun oyununu izlemiştik... Bahçesi cıvıl cıvıldı. Bir yandan fuayedeki sergiyi gezenler, bir yandan başka bir organizasyon için gişede bekleyenler... Kültürpark’ın içindeki İzmir Sanat’ı böyle sevmiştim... Ve benim gibi düşünen bir çok dostla da öyle tanışmıştım.
Televizyon binasıydı
İzmir Büyükşehir Belediyesi 2000 yılı Faaliyet Raporu’nda
“Yaşatmalıydık denizkızlarını. Düşlerimizin en güzel süsü olarak kalmalıydılar. Oysa yok ettik onları. Hatırlamayarak artık, isimlerini anmayarak ve en önemlisi bir gün Ege’nin maviliklerinden çıkıp geleceklerine olan inancımızı yitirerek yok ettik onları. Artık eskisi kadar zengin değil düşlerimiz. Yeni masallar bulduk elbette ama hiçbiri bir denizkızı kadar güzel, bir denizkızı kadar düş dolu değil. Keşke yaşatsaydık denizkızlarını.
Kuklalar da denizkızları gibidir. Ancak inanırsak gerçek olduklarına, anarsak isimlerini ve
Bırakmıyorsa yakanızı, siz bırakın kurtulun... Eğer dertler, sıkıntılar, aksilikler yapıştıysa yakanıza ve ters gidiyorsa her şey, “Bırakmıyor yakamı” diyorsanız şarkının sözlerindeki gibi; siz bırakmayı deneyin!
Kurtulmayı, ayağınızın ya da elinizin tersiyle itekleyin hepsini. Bir sırt çantasına doldurur gibi yükleyin omuzunuza...
“Bir lodos lazım şimdi bana, bir kürek bir kayık
Zulada birkaç şişe yakut, yer gök kırmızı
Söverim...” dediği gibi Sezen Aksu‘nun, doldurun lodosu yüreğinize... Camdan bir denizaltı hayal edin kendinize, kürek ve kayık yoksa eğer... Atlayın içine yol alın derinliklerde. “Gidemem” demeyin siz şarkıdaki gibi. Camdan denizaltınızla uzaklaşın, göz göre göre tüm derinlikleri. Camdan olsun ki denizaltınız, iyinin de kötünün de olduğunu bilebilin hayatta. O iyiyi ve kötüyü görmek zorunda olduğunuzu, iyi hissedebilin saydam denizaltıda. Şarkılardaki gibi yüzünüze vursun her şey. İyi, kötü; güzel ve çirkin.
Tam dediğinizde “İşte burası!” çıkarın
Aslında bu yazı bir hafta önce yazılmış olacaktı. Ancak araya EXPO 2015 oylaması heyecanımız karıştı. 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin (İZDOB) prömiyerini gerçekleştirdiği Don Kişot balesini bu haftaya sakladım. Don Kişot’un hikayesini, yel değirmenlerine karşı savaşan kahramanı bilmeyen var mı bilmem? Ama önce hikayenin yazarı, Shakespeare’nin çağdaşı Cervantes’in hayat öyküsüne bir bakmalı diye düşünüyorum.
Bundan yaklaşık 450 yıl önce, İspanya’nın Alcala de Heneras kasabasında, eczacı olduğu da
Her şeyi bir kenara bıraktım... Paris sokaklarında Şanzelize’nin ortasında İzmir’in doğal güzelliklerinin gösterildiği bir filmle geceyarısı yüzyüze gelmek, İzmir afişli bir taksiye binmek, yüzlerce delegenin, büyükelçinin günlerce sadece İzmir’i konuştuğunu duymak ve Paris’in ortasında bir kongre salonundan İzmir’i izlemek! Milano ile karşılaştırıldığımız bir yarışta sahnede Milano’dan daha güzel görünmek! Her şeyi bir kenara bıraktım, bunlar en güzeliydi. EXPO 2015’i Milano aldı. Şimdi Paris’te sonlanan rüyadan uyananlar 2018’i, 2020’yi konuşuyor. “EXPO’ya bir daha aday olalım, yola devam” deniyor... Bunu söylemek için özeleştiriyi yapmış olmak, eksikleri fark etmiş olmak, hataları biliyor olmak gerekmiyor mu? Oylamanın ertesi günü konuşmak, bir daha aday olacağız demek için erken değil mi?
* * *
EXPO 2020’ye Paris ve Houston aday olacak diye konuşuluyor. Paris... Günün her saati önünde yüzlerce insan bulunan Concorde Meydanı, dünyada bilmeyen insanın olmadığı