Macbeth, siyaset ve suyun akışı

5 Eylül 2008

İktidar ve korku... Hırs ve şüphe... Shakespeare’in 400 yıl önce Macbeath’de birlikte konu ettiği dört duygu. Ve onları destekleyen entrika... Shakespeare’in ünlü tragedyası “Macbeth”, iktidar hırsını ve geleceğe hükmetme arzusunu ele alır. Macbeth’in hikayesi, genellikle güç düşkünlüğü ve arkadaşlara ihanete örnek bir hikaye olarak gösterilir. Macbeth bir savaş kahramanı olarak İskoçya’ya dönerken yolda cadılarla karşılaşır ve hayatının rotasını değiştirecek kehanetleri duyar: Macbeth, kral olacaktır. Bu “bilgi”yi alan Macbeth, evinde misafir olan Kral Duncan’ı öldürür, verdiği çabalar sonucu kral olur. Macbeth ve karısı Lady Macbeth, iktidarda kalabilmek için cürüm işlemekten kaçınmazlar. İktidara ulaşmak için “her yolu mübah” sayan Macbeth, amacına ulaştığında yeni, yepyeni korkularla tanışır. Bu kez de tahtta kalmak için cinayet işlemektedir. İktidarı korumak, iktidarı elde etmekten daha zordur, daha büyük bedel ödemeyi gerektirir. İktidar

Yazının Devamı

Kumdan kaleler ve barış

29 Ağustos 2008

“Kumdan kale” deyince ne geliyor aklınıza? Çocukluğunuz? Yaz? Kumsal? Hain bir dalga? Hepsi geliyor benim... Ama bir de kum taneleri gibi tutunmak birbirine ve her dalgaya karşı ayakta kalmak için direnmek de geliyor. Savaşa karşı, barış gibi direnmek geliyor...
Akgün Akova, “Barış Nedir Sevgilim” diye sorduğu şiirinde, “Barış düşsel beyaz buluttur. Bir kaleye çarpıp dağılan kör bir toplumun tehdit dolu yazılarla kirlettiği bir defterdir barış. Kendinde bulamayıp başkalarında aradığıdır insanın barış” diyor... 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne denk düşen şenlikler var bugünlerde. Didim Belediyesi’nin 31 Ağustos-2 Eylül tarihleri arasında düzenlediği şenlikte program, aklıma Akova’nın şiirini getirdi. Şenliklerin her sene akılda kalan etkinliklerinden biri, kumdan heykeller yarışması... Dağılmak değil de kumdan heykeller gibi birbirine tutunmakla olur savaşa karşı direnmek. Kum tanecikleri gibi iç içe geçmeli tüm hücreleri insanların, halkların... Ve kumdan kaleler gibi dimdik korumalı barışı... 

Programlar dolu dolu
Ba

Yazının Devamı

Hayat, festival ve festivaller

22 Ağustos 2008

Hayat bazen festival gibi... Etrafa bir bakıyorsunuz ki... Oooo! Tam bir festival havası. Her kafadan bir ses çıkıyor. Dünyanın bir ucunda da aynı, burnunuzun dibinde de... Festival denince aklınıza karnaval havası, havai fişekler, günlerce süren şarkılar, türküler, tiyatrolar geliyor değil mi? Hayat da böyle işte. Tek fark, katılmak istesek de istemesek de festival alayının içindeyiz biz de! Tarihte de festivaller işte böyle hayat bağlantısıyla doğmuş zaten. Doğumu, yeniden canlanmayı simgeleyen bahar aylarında ve ölümü simgeleyen kış aylarında başlarmış Eski Yunan’da... Ondan önce ise ilk insan döneminde av dönüşü yapılan ritüeller de tiyatronun doğuşuyla birlikte ilk görüldüğü dönemler. Zamanla değişe değişe günümüze kadar yol almış bu festivaller. Rio Karnavalı’ndan sarımsak, karpuz, kavun festivaline kadar da şekil değiştirerek, farklılık göstererek hem de...
Tarihin ve mitolojinin bize söylediklerine dönecek olursak... Eski Yunan’da ölümsüz tanrıların pek faydalı yaratıklar olduğuna

Yazının Devamı

Fuar, kaybolan uçan balonlar ve Melih Gökçek(!)

15 Ağustos 2008

Kü­çük kız kay­bol­ma­mak için sı­kı sı­kı tut­muş­tu, bir yan­dan an­ne­si­nin bir yan­dan ba­ba­sı­nın eli­ni. Ka­la­ba­lı­ğın ara­sın­da sa­lı­na sa­lı­na yü­rür­ler­ken kol­tu­ğu­nun al­tın­da as­lın­da hiç­bi­ri­nin ne de­mek is­te­di­ği­ni bi­le bil­me­di­ği ki­tap­çık­la­rı, bro­şür­le­ri dol­dur­muş­tu. He­men he­men her ge­ce ge­lir­ler­di “fu­ar”a. Ki­min­de ga­zi­no­la­ra, ki­min­de pav­yon­la­rı gez­me­ye, ki­min­de ti­yat­ro­ya... O ge­ce de ti­yat­ro­dan çık­mış­lar­dı. Kim bi­lir bel­ki “Ke­le­bek­ler Öz­gür­dür”ü sey­ret­miş­ler­di? Açık­ha­va sah­ne­sin­de tam da dal­mış­ken her­kes sah­ne­de olan­la­ra,

Yazının Devamı

Sezen Konseri ve Tanrı’nın Gözyaşları

8 Ağustos 2008

San­ki kar­şı­sı­na oturt­muş sev­di­ği­ni, dil dö­ker gi­bi... Uzun­ca bir aşk hi­ka­ye­si­ni an­la­tır gi­bi... Hü­zün­le, kah­ka­hay­la, ay­rı­lık­la, ka­vuş­may­la, ah­lar­la, umut­lar­la do­lu uzun bir aşk hi­ka­ye­si­ni di­le dö­ker gi­biy­di Se­zen. Ki­mi za­man coş­tu, har­man­da­lı, sir­ta­ki için aya­ğa kalk­tı. Ki­mi za­man hü­zün­len­di, göz­ya­şıy­la ağıt yak­tı.
İz­mir kon­se­ri­nin üze­rin­den ne­re­dey­se bir haf­ta geç­ti ama ben­de­ki et­ki­si geç­me­di Se­zen Ak­su ge­ce­si­nin. “Sen Ağ­la­ma” ile baş­la­dı. 10 On­no Tunç bes­te­si­ni art ar­da ses­len­dir­di. “Ge­ri Dön”, “Be­ni Unut­ma”, “Ka­vak­lar”, “Hay­di Gel Be­nim­le

Yazının Devamı

Bir anıt gibiydi İsmail Amca...

1 Ağustos 2008

“Çıt, çıt, çıt, çıt...” Usul, usul... İnce, ince... Zarif, ürkek, asil bir baston sesi. Duyan hemen anlardı kimin geldiğini. En mutsuz, en karmaşık, en sıkıntılı andaysa bile bırakıp her şeyi koşardı yanına. İsmail Amca! Bir bilsen nasıl özledik o baston sesini. Gülümseyerek gazeteden içeri girmeni, hepimizi tek tek öpmeni... “Siz kalkmayın, ben gelirim” deyişini. “Özlemek yaşamaktır...” demiştin daha ölmeden bir ay önce, Milliyet Ege’de haftalık yazılarını yazdığın “Bizim Köşe”de İsmail Amca... Özlüyoruz seni...
Bazı insanlar vardır. Hiç ölmeyecekmiş gibi gelir. Hasta olduğunu duysanız bile inanmazsınız yitip gideceğine. Bir gün gelse, ölüm kapıyı çalsa... “Haklıymışım” dersiniz. Çünkü ölümün de ne demek olduğunu anlatır giderken. Ne umutsuzluktur ölüm, ne yokolup gitmektir. Araya ayrılıklar girmesidir sadece. Özlem duymaktır biraz da. İsmail Amca’nın ölümünden sonra yaşlı, genç eminim herkes işte bunları

Yazının Devamı

İnsanlar ekmek derdinde

25 Temmuz 2008

Tatlı bir imbatın eşliğinde, tam tepede ay ve yıldızlar bir İzmir akşamında konser dinlemenin keyfi, tiyatro opera, bale izlemenin zevki kapalı mekandakinden biraz daha farklı oluyor... Notalar gecenin karanlığında uçuşuyor, anlamlar biraz daha yerini buluyor. Bunu ilk keşfeden ben değilim elbet!! Bundan binlerce yıl önce Antik Yunan’da ve Roma Dönemi’nde en önemli yapılar açık hava tiyatrolarıymış. O yapıların günümüzde bile hala en iyi konser mekanı olduğu düşünüldüğünde, başka diyecek çok söz de kalmıyor. Binlerce Efesli, Bergamalı, Aspendoslu, Miletli her gece tıklım tıklım doldururmuş taştan oturma yerlerini. Belki de saldırı olsa, kimsenin ruhu duymazmış tehlikeyi...
Zaman geçtikçe, teknoloji ilerledikçe bir şeyler başka şeylere tercih edilir oluyor. Evde bedavadan dizi izlemek, bilgisayar başında kendini kaybetmek de yeni tercih sebepleri.
Gecenin karanlığında, huzurlu bir İzmir akşamında, Fuar Açıkhava Tiyatrosu’nda 5 yıl önce Zuhal Olcay‘ı dinlerken düşünmüştüm bunları ilk defa. Gerçi tıklım tıklım doluydu

Yazının Devamı

İzmir’in suyu ve “Roma Hamamı”

18 Temmuz 2008



An­ka­ra Sa­nat Ti­yat­ro­su’nun (AST) sah­ne­le­di­ği “Ro­ma Ha­ma­mı” oyu­nu­nun  Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si kat­kı­la­rıy­la İz­mir­li­ler­le üc­ret­siz bu­luş­tu­ğu­nu duy­du­ğum­da ak­lı­ma ne­ler gel­me­di ki? Ma­lum... Tür­ki­ye’de ağız­lar­dan o iki harf­lik ke­li­me çık­tı­ğın­da, İz­mir ge­li­yor in­sa­nın ak­lı­na. Baş­kan Ko­ca­oğ­lu’nu “Çeş­me”de elin­de mik­ro­fon­la sah­ne­de gö­rün­ce, “Aca­ba o ke­li­mey­le baş­la­ya­cak sö­ze?” di­ye dü­şü­nü­yo­rum. Bir yer­de su­sa­yıp da su içe­cek­se is­ter is­te­mez elin­de­ki bar­da­ğa odak­la­nı­yo­rum. Eli­mi, yü­zü­mü, seb­ze­le­ri

Yazının Devamı